"İkinci kısım hikmetleri ise, zîhayatın ve zîşuurun nazarlarına bakar. Onlara şirin bir mütalâagâh, birer kitab-ı marifet olur..." diye başlayan kısmın izahını yapar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
"İkinci kısım hikmetleri ise, zîhayatın ve zîşuurun nazarlarına bakar. Onlara şirin bir mütalâagâh, birer kitab-ı marifet olur. Mânâlarını zîşuurun zihinlerinde ve suretlerini kuvve-i hafızalarında ve elvâh-ı misâliyede ve âlem-i gaybın defterlerinde daire-i vücutta bırakıp, sonra âlem-i şehadeti terk eder, âlem-i gayba çekilir. Demek, surî bir vücudu bırakır, mânevî ve gaybî ve ilmî çok vücutları kazanır."
"Evet madem Allah var ve ilmi ihâta eder. Elbette adem, idam, hiçlik, mahv, fena, hakikat noktasında, ehl-i imanın dünyasında yoktur. Ve kâfirlerin dünyaları ademle, firakla, hiçlikle, fânilikle doludur. İşte bu hakikati, umumun lisanında gezen bu gelen darb-ı mesel ders verip, der:"
"Kimin için Allah var, ona her şey var. Ve kimin için yoksa, her şey ona yoktur, hiçtir."
"Elhasıl, nasıl ki, iman, ölüm vaktinde insanı idam-ı ebedîden kurtarıyor; öyle de herkesin hususî dünyasını dahi idamdan ve hiçlik karanlıklarından kurtarıyor. Ve küfür ise, hususan küfr-ü mutlak olsa, hem o insanı, hem hususî dünyasını ölümle idam edip mânevî cehennem zulmetlerine atar, hayatının lezzetlerini acı zehirlere çevirir. Hayat-ı dünyeviyeyi âhiretine tercih edenlerin kulakları çınlasın! Gelsinler, buna ya bir çare bulsunlar veya imana girsinler, bu dehşetli hasârattan kurtulsunlar."(10.Mesele)
Mevcudatın ve mahlûkatın kısa bir müddet yaşayıp vefat etmeleri, ölümle yok olmaları, insandaki şefkat ve ebedî yaşama arzusu ile bağdaşmıyor, onu hüzünlendirip acıya boğuyor.
Mesela; bir çiçeğin veya canlıların hayat sürelerinin çok az ve kısa olması, insanda bir yara açıyor, ruhî bir sıkıntı meydana getiriyor. İşte Üstad da sıkıntılı ve elemli bir anında, bu yaralara ve bu düşünceden gelen acılara cevap ve çare olsun diye bu hakikati beyan ediyor.
Evet, mahlûkat ve canlılar vefat etmek ile yokluğa ve hiçliğe gitmiyorlar; daimî ve ebedî bir âleme intikal ediyorlar. Varlıkların yaratılış gayesi; şuur sahibi insan, melek ve cinlere bir mütalaagâh olması, onlara san’atkârlarını tanıtması, Allah’ın isim ve sıfatlarını tarif ve ilan etmesidir. Mevcudat ve mahlûkat, bu vazifeyi ifa ettikten sonra, şuur sahibi varlıkların zihin ve hafızalarında bir levha olarak ebediyen varlıklarını devam ettirecekler. Aynı zamanda mahlûkat her şeyin resminin alınıp saklandığı misal âleminde, kader levhalarında varlıklarını ilmî bir surette devam ettirecekler.
Bu yüzden, onların kısa bir müddet yaşayıp çabuk solmalarını, ebedî bir yokluk ve hiçlik olarak görmemek gerekir. Zira ezelî, ebedî ve Vacibü’l-Vücud olan Allah, mutlak yokluğa müsaade etmez. Işık ile karanlığın aynı anda ve aynı mekânda bulunması nasıl imkânsız ise, mutlak yokluk ile mutlak varlığın da beraber bulunması muhaldir. Üstad bu meseleyi şu şekilde izah ediyor:
"Hem adem-i mutlak zaten yoktur. Çünkü bir ilm-i muhît var. Hem daire-i ilm-i İlâhînin harici yok ki, birşey ona atılsın. Daire-i ilim içinde bulunan adem ise, adem-i haricîdir ve vücud-u ilmîye perde olmuş bir ünvandır. Hattâ, bu mevcudat-ı ilmiyeye, bazı ehl-i tahkik 'a'yân-ı sâbite' tabir etmişler. Öyleyse, fenâya gitmek, muvakkaten haricî libasını çıkarıp, vücud-u mânevîye ve ilmîye girmektir. Yani, hâlik ve fâni olanlar, vücud-u haricîyi bırakıp, mahiyetleri bir vücud-u mânevî giyer, daire-i kudretten çıkıp daire-i ilme girer."(15.Mektup)
Hulasa; iman nuru ile bakıldığında hiçbir şey yokluğa ve hiçliğe gitmiyor, her mevcut ve her mahlûk muhtelif âlemlerde varlığını farklı şekillerde devam ettiriyorlar. Lakin küfür nazarında bütün mevcudat ve mahlûkat, mutlak bir yokluğa ve hiçliğe gidiyor, bu da insana büyük ve sıkıntılı bir azap kaynağı oluyor.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü