Ebcedi delil kabul eden tefsir, fıkıh, hadis alimleri var mıdır? Bu hesap Peygamberimiz zamanında kullanılmış mıdır?
Değerli Kardeşimiz;
Kur’an Açısından Ebced ve Cifir İlmi
Kur'an-ı Kerim'de ebced ve cifir ilmi, haram ve helal noktasından, sarih ve zahir bir şekilde zikredilmemiştir. Ama hadis-i şerifte varid olduğu gibi, her âyetin birer zâhir ve bâtın ve her zâhir ve bâtının birer had ve muttalaı ve her had ve muttalaın çok şücun ve gusunu vardır. (İbni Hibban, Sahih 1:146; el-Münavî, Feyzü'l-Kadîr, 3:54.) Bu hadisten de anlaşılacağı üzere, her mesele Kur'an'da sarih ve zahir bir şekilde ifade edilmemiştir. Bazıları remzi, bazıları hafi, bazıları işari, bazıları da sarih ve zahir olarak beyan edilmiştir. Biz kalkıp sadece sarih ve zahiri ölçü alıp diğer ince ve latif manalarını inkar edersek, bu, Kur'an ve sünnetin ruhuna ve özüne aykırı olur. Aynı zamanda İslami ilimlerin ekserisini de inkar etmemiz gerekir. Zira çok ilimlerin meseleleri zahirperestlerin zannettiği gibi sarih ve zahir olarak Kur'an ve Hadis'te geçmiyor.
Diğer bir husus; Kur'an, insanlık için mutlak zarar olan şeyleri sarih ve zahir olarak haram kılmıştır. Sihir, büyü, kumar, fal gibi şeyler sarih ve zahir olarak men edilmiştir. Ama ebced ve cifir ilmi o dönemde bilinmesine karşın, hakkında bir hüküm verilmemiştir. Üstelik ebced ve cifir ilmini Yahudilerin Müslümanlar aleyhinde kullanmasına rağmen. Demek kemale ulaşmış Kur'an, açıkça ebced ve cifir ilmini men etmedi ise, helal olduğu sabit olur.
Ebced ve Cifir ilmini, belki Kur'an ve Sünnetin sarih ve zahirinde göstermek mümkün olmayabilir; ama remzi ve işari yönünde istihrac ve istinbat etmek pekala mümkündür ve caizdir. Bununla ilgili Abdulkadir Badıllı’nın çalışmasından birkaç örnek verelim.
Birincisi: Kur'an-ı Hakîm'de, Rabb-i izzet bütün haşmet ve heybetiyle (En'am, 6/59) yani "Yaş ve kuru ne ki varsa mutlaka Kitab-ı Mübîn'de mevcuddur." diye ferman ediyor.
O halde ve elbette Cifir ve Ebced ilminin esasları da Kur'an'ın işarı ve remzî mânalarının perdeleri altında bulunmaktadır denilse herhalde hata olmaz. Çünki "Kitab-ı Mübîn" bir kavle göre Levh-i Mahfuz, diğer kavle göre Kur'an-ı Kerim'dir. Hakikatta her iki kavlin neticesi de aynı kapıya çıkar. Diyelim Kitab-ı Mübin'i biz Kur'an değil de sadece Levh-i Mahfuz kabul ettik. O durumda, Levh-i Mahfuz'da Kur'an dahi mevcud olduğundan yine netice bir olur.
Hem "... Biz (Allah Teâlâ) hiçbir şeyi bırakmadık, illâ onu Kitab'da yazmışız..." (En'am, 6/38) Şimdi bu âyetteki "Kitab" lâfzı da yine ya Kur'an'dır, yahutta Levh-i Mahfuz'dur. Netice olarak üstteki âyetin aynı mânasındadır.
İkincisi: Kur'an-ı Hakîm birçok âyetlerinde, her şeyin hesaplı, kitaplı olduğunu, sayı ve adetlerinin malum ve muayyen bulunduğunu ve saire, sık sık ilân etmektedir. İşte biz de o âyetlerden bazılarını buraya kaydetmek istiyoruz:
"Hem her şeyi biz, İmam-ı Mübîn'de saymışızdır." (Yasin, 36/12)
"Allah Teâlâ; yere, yani toprağa giren ve ondan çıkan, göklerden inen ve yerden göklere yükselen her şeyi bilmektedir." (Hadid, 57/4)
"Her şeyin hazinesi ancak bizim yanımızdadır. O hazinelerden indirdiğimiz her şey belli bir miktar dahilindedir." (Hicr, 15/21)
"Her şey Allah'ın yanında belli ve muayyen bir ölçü iledir." (Ra'd, 13/9)
Üçüncüsü: Hadîste ona işaret olduğu gibi; Kur'an'daki on dört sûrenin başlarındaki mukatta' harflerin çeşitli ve sırlı ve gizli mânalar olduğu halde, Cifir ve Ebced hesaplarıyla da bir vecih ile alâkadar oldukları muhtemeldir. Çünki bazı yüksek âlimler o yolda kanaat izhar etmişlerdir. İleride örnekleri gelecektir.
Dördüncüsü: Eskiden beri Kur'an'ın bu mukatta' harflerinden başka, sair kelimatından ve harflerinden Ebcedî ve Cifrî hesabla bazı istihracların yapılmış olması ve çoğu zaman bu istihraçların mutabık ve doğru çıkması dahi, Kur'an'ın kâinatı içine alan ilminin ve mânaların denizleri içinde elbette şu Ebced ve Cifir ilmi dahi müraat edilmiş olduğu anlaşılmakta ve hususî şekilde hissedilmektedir.
Yukarıdaki verilen örneklerden de anlaşılacağı üzere, birçok ayetin esas ve ruhunda aritmetik değerler nazara veriliyor. Ebcet ve Cifir ilminin de esası ve ruhu aritmetik değerlerdir. Önemli olan bu ilmi; Kur'an’nın o eşsiz belagat ve icaz kıvrımlarında saklı olan değerlerin çıkarılmasında bir alet ve vasıta olarak kullanmaktır. Said Nursi, İbn-i Arabi, gibi İslam alimlerinin yaptığı aslında budur. Yoksa hariçten ve Kur'an ve Sünnetin malı olmayan şeyleri, Kur'an ve Sünnete dahil etmek demek değildir.
Kur'an ve Sünnette var olan gaybi değerleri bazı vasıtalarla açığa çıkarıp, Kur'an ve sünnetin mucizeliğini insanların nazarına izhar etmek en güzel ve hoş bir hizmettir. Zira Kur’an insanların yazdığı ruhsuz ve kışırlı sıradan bir kitap değildir. Allah’ın ezeli ve ebedi isimlerinden süzülüp gelen, her cümle ve kelimesi mucize ve öz olan İlahi bir kelamdır. Böyle olunca Kur’an bütün zaman ve mekanları içine alan ve o zaman ve mekanlara mesajı olan bir kitaptır. Kur’anı hakkı ile bilemeyen ve anlayamayan nadanlar, onu ve emir ve yasakları bildiren sıradan bir mecmua olarak görüyor.
Hadis Açısından Ebced ve Cifir İlmi
Hadis kaynaklarında tıpkı Kur’an'da olduğu gibi sarih ve zahir olarak itiraz edenleri susturacak derecede bir netlik ve açıklık yoktur. Ama meşruluğunu reddeden ve haramlılığına işaret eden en ufak bir emare de yoktur. Yani ebcet ve cifir ilmine mubah, hatta müstahsen nazarı ile bakabiliriz. Kur’an’ın i’cazına olan hizmetinden dolayı müstahsen sınıfına girer. Zira çok evliya ve alimler bu ilim ile Kur’an’ın latif ve sırlı i’cazlarını gösterip ilan etmişler.
Hadis kaynaklarında ebcet ve cifir ilmine kaynak olacak ve meşruluğunu ilan edecek mahiyette hadisler vardır.Yine Abdulkadir BADILLI’NIN çalışmasından birkaç örnek üzerinde duralım:
Birinci Örnek: Ebcedi ve tefsirini öğreniniz! Veyl olsun câhil âlime!.. Elif, Allah ve İlellah'tır. Yahud Allah isminden bir harftir. "Ba" Allah'ın halk ve icadıdır. "Cim", Allah'ın behcetidir. "Dal" ise, Allah'ın dinidir. (Müsned-ül Firdevs, 2/43)
İkinci Örnek: Yahudî âlimlerinden Ebu Yâsir bin Ahtab bir kısım Yahudî âlimleriyle birlikte, Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) yanından geçtikleri bir sırada, Resul-i Ekrem (A.S.M.) Fatiha Sûresiyle, Bakara Sûresinin başı olan الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ âyetini okuyordu. Ebu Yâsir'in kardeşi Huyey bin Ahtab bunu işitti, kendi kardeşi Ebu Yâsir'e dedi ki: "Biliyor musunuz, ben Muhammed'i dinledim, ona nazil olmuş olan Kur'an'dan الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ yi okuyordu." Yahudiler dediler: "Sen bizzat ondan bunu dinledin mi?" O dedi: "Evet, aynen dinledim."
Bunun üzerine, Huyey bin Ahtab ve Ebu Yâsir, bazı Yahudî âlimleriyle birlikte kalkıp Resulullah'a geldiler, dediler: "Yâ Muhammed, sana nazil olmuş olan âyetlerden الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ yi okuduğunu hatırladın mı?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.) dedi: "Evet, hatırladım."
Dediler: "Bu, sana Cebrail vasıtasıyla Allah'tan geldi değil mi?"
Dedi: "Evet aynen öyle..."
Yahudiler dediler: "Senden evvel gelmiş peygamberlerden hiçbirisinin müddeti ve ümmetinin zamanı seninkinden gayrı bilinmemektedir. Bu âyete göre, senin ümmetinin ömrü çok azdır..." Ve Huyey bin Ahtab yanındaki Yahudîlere dönerek dedi ki: "Elif birdir, Lâm otuzdur, Mim ise kırkdır. Tamamı yetmiş bir sene eder. Öyle ise, siz ey Yahudîler! Ümmetinin ömrü sadece yetmiş bir sene olan bir Peygamberin ümmeti olur musunuz?"
Sonra Peygamber'e dönerek dedi: "Yâ Muhammed! Senin yanında bu âyetten başka bir şey var mıdır?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.) dedi: "Evet vardır..."
Dedi: "Nedir?"
Dedi: المص
Huyey bin Ahtab bunu hesaplayınca dedi ki: "Bu evvelkinden daha ağır ve uzundur, yüz altmış bir sene eder."
Huyey yine sordu: "Dahası var mıdır?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.): "Evet var" dedi.
Huyey: "O hangisidir?" dedi.
Resul-i Ekrem (A.S.M.) الر kelimesini söyleyince, Huyey: "A... bu daha ağır ve uzundur, iki yüz otuz bir sene eder."
Yine Huyey Peygamber'e sordu: "Bundan başka da var mıdır?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.): "Evet var" dedi ve المر yi okudu.
Yahudî Huyey bunu duyunca daha da afalladı, "Bu daha ağır ve uzun ve iki yüz yetmiş bir sene eder." dedi.
Huyey bütün bunları Peygamber'den duyunca: "Yâ Muhammed! Senin emrin, işin bizi şaşırttı. Bilemiyoruz, müddetin az mıdır, yoksa çok mudur?" Ve kalktılar gittiler. Giderken yolda Ebu Yâsir, kendi kardeşi Huyey'e ve beraberindeki Yahudî âlimlerine dedi ki: "Mümkündür; bütün bu rakamların toplamı Muhammed'e verilmiş olsun. Bunların yekûnu ise, yedi yüz kırk üç yıldır."
İşte bu rivayet, iki tarzda ve iki kanal ile gelmiş.
Birisi: Meşhur İbn-i İshak'ın tarihinde ve bu arada Buharî'nin tarih kitabında ve İbn-i Cerir'in tefsir ve tarih kitaplarında rivayet etmişlerdir.
İkincisi: İbn-ül Menzer ve İbn-ü Cüreyc kitaplarında ayrı bir kanaldan tahric etmişlerdir.
İslam Alimleri Açısından Ebced ve Cifir İlmi
Ebced ve Cifir bir ilim dalıdır. Her alimin bu ilim dalı ile meşgul olması gerekmez. Nasıl ki, tabiin döneminden başlayarak farklı İslami ilim dalları oluşmuştur ve her bir alim bu dallardan birisi ile iştigal edip o dalda uzman olmuştur. Aynen bunun gibi, ebced ve cifir ilmi dalında da uzmanlaşıp, o alanda hizmet veren alimler de çıkmıştır. Hatta bu branşlaşma hareketi sahabeler içinde de görülen bir hadisedir. Mesela sahabeler içinde muhaddis, fakih, siyaset, harbiye gibi alanlarda parlayan sahabeler vardır. Peygamber Efendimiz (asm) her bir sahabeyi istidadı yönünde istihdam etmiştir. Ebu Hureyre ve İbn-i Mesut buna iki misal teşkil eder. Bu yüzden bütün alimlerin ebcet ve cifir ilmi ile iştigal etme beklentisi abesle iştigaldir.
Diğer bir husus, her ilim dalı ve o ilim dalında uzman olmuş alimin sözü ve reyi kendi uzman olduğu ilmi sahada geçerlidir. Mesela dünyaca meşhur olmuş bir mühendisin tıpla ilgili bir fikri, tıp sahasında bir pratisyen doktora denk değildir. Hatta yüz bin mühendis, tıp alanında uzmanlık noktasında basit bir pratisyen doktora müsavi gelmezler. Aynen İslami ilimlerde de bu kural geçerlidir. Fıkıhta müçtehit seviyesinde olan bir alim, hadis alanında İmam Buhariye yetişemez, onun sözü orada İmam Buhari kadar itibar göremez. İşte ebcet ve cifir alanında veya ilm-i tasavvuf ve sırda uzman olmayan alimlerin, tenkidi veya inkarı pek bir şey ifade etmez. Her alimin sözü kendi dalında muteberdir. Mesela; Said Nursi hadis alanında İmam Buhari Hazretlerine tabidir.
Sahabeler içinde ebcet ve cifir ilmine vakıf ve bu ilmi tedvin edip en çok kullanan sahabe İmam Ali (ra) dır. Nitekim, elde mevcud ve matbu' "El-Cefr-ül Cami" eseri İmam-ı Ali'nin sözlerinden müteşekkil olduğu, yahut da onun hikmetli söz ve yazılarından derlendiği beyan edilmektedir. Bu eser Mısır'da ve Beyrut'ta ayrı ayrı tab' edilmiştir. Mısır'daki Mekteb-ül Külliyat El-Ezheriye tarafından ve Beyrut'ta El-Mektebet-ül Hadîse'de 1971 senesinde tab' edilmişlerdir. Hazreti Ali (ra) bu ilimle uğraşması ve sahabelerin de bunu sukut ile tasdikleri, bu ilmin sahabeler açısından da meşru olduğunun vesikasıdır.
Sahabelerden sonra İmam-ı Ca'fer-i Sâdık’ın da bu ilimle iştigal ettiğine dair malumat tarihi vesikalar içinde bulunmaktadır.
Bundan sonra ebcet ve cifir ilmini kabul edip eserlerinde beyan eden alimlerin isimlerini verelim.
1. İbn-i Haldun, Mukaddeme. İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'tan Cifir ve Ebced ilminin meselelerini nakleden kişinin Zeydî mezhebli olduğunu, bununla beraber nakleden zâtın bahsettiği kitabı kendisinin göremediğini, ayrıca da Muhyiddin-i Arabi'nin "Anka-u Mağrib" eserinden Cifir ve Ebced hesablarıyla gösterdiği tarihin tutmadığını ve saire gibi tenkidlerde bulunmakla birlikte, Ehl-i Sünnet vel-Cemaat uleması yanında dahi Cifrin esası Hazret-i İmam-ı Ali ve Ca'fer-i Sâdık'tan geldiğinin meşhur olduğunu da kaydetmektedir. (bk. Mukaddemet-ü İbn-i Haldun s. 323-334)
2. Meşhur İmam-ı Abdullah El-Yafaî "Mir'at-ül Cinan" eserinde der ki: "İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'in bir talebesi olan Câbir bin Hayyan, ondan aldığı bin yapraklı bir kitabda, beş yüz risale alıp te'lif etmiştir." (Mir'at-ül Cinan, 1/304)
3. İmam-ı Celâleddin-i Suyutî, El-Havî Lil-Fetavî Eseri 1/388'de, kendisinin tehecci harfleri (yani: Elif, be, te, se, cim gibi heca harfleri) hakkında bir risalesinin olduğundan bahisle, bu mevzuda tâlibleri o esere havale eder. Ancak maalesef bu eser elimize geçmemiştir.
4. Meşhur "Edeb-üd Dünya Ve-d Din" kitabı sahibi Ebu-l Hasan El-Maverdî kitabının s. 23'de Cifir ve Ebced hakkında şu malumatı vermektedir:
Sahabeden Urve bin Zübeyr demiştir ki: En evvel kendi isimlerini yazan kavimden; "Ebced, hevv ez, huttî, kelemen, sa'fas ve kareşet" harfleriyle yazmışlardır.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar