"İ’lem eyyühe’l-aziz! Her şeyin bâtını zahirinden daha âli, daha kâmil, daha lâtif, daha güzel, daha müzeyyen olduğu gibi, hayatça daha kavî, şuurca daha tamdır..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İ’lem Eyyühel-Aziz! Her şeyin bâtını zâhirinden daha âlî, daha kâmil, daha latif, daha güzel, daha müzeyyen olduğu gibi; hayatça daha kavî, şuurca daha tamdır. Ve zâhirde görünen hayat, şuur, kemal ve saire ancak bâtından zâhire süzülen zaîf bir tereşşuhtur. Yoksa bâtın camid, meyyit olup da ilim ve hayatı dışarıya vermiş olduğuna zehaba ihtimal yoktur."
"Evet, karnın (miden) evinden; cildin, gömleğinden ve kuvve-i hâfızan, senin kitabından nakş ve intizamca daha yüksek ve daha garibdir. Binaenaleyh, âlem-i melekût âlem-i şehadetten, âlem-i gayb dünya ve âhiretten daha âli ve daha yüksektir."(1)
“İnsan şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi,..”(2)
“Âlemde ne varsa numunesi mahiyet-i insaniyede vardır.”(3)
Son iki cümleden hareket ederek, bu derste geçen hakikatleri önce insan merkezli olarak anlamaya çalışalım. Daha sonra düşüncemizi genişletip kâinat ağacına tatbik edelim:
İnsanın zahiri onun bedenidir, batını ise ruhudur.
Üstad Hazretleri "Beden ruhun hanesidir" buyurur. O hanede vazife gören ruh, haneden daha mükemmeldir. Zira efendi odur, beden onun hizmetine verilmiştir.
Ruh bedenden daha kâmil, daha latif, daha güzeldir. Nitekim bedendeki bütün organlar ona göre ve onun faydalanabileceği şekilde yaratılmışlardır.
Ruhta görme sıfatı var ve göz ona göre yapılmış; gözlüğümüzün göze göre, ayakkabımızın ayağımıza göre şekillenmesi gibi.
Ruhta yazma sıfatı var da el ona göre hazırlanmış. Hayvana böyle bir ruh verilmediği için böyle bir el de verilmemiş.
Ruhumuzda hayret etme ve secde etme kabiliyeti var da, alnımız ona göre yapılmış.
Bizde en mükemmel şekliyle kendini gösteren bu kanun, başka varlıklarda da hükmünü icra ediyor. Ruhlu varlıklarda bedenler ruha göre şekillenirken, bitkilerde, hatta bir yönüyle cansız varlıklarda bile madde âlemi o varlığın mahiyetine, vazifesine göre şekil alıyor.
Bir ağaca bakalım. Ağacın içinde bir tezgâh çalışıyor. Orada manevî bir fabrika var. Ağacı kestiğimizde böyle bir fabrikaya rastlamıyoruz, ama o ağacın dallarından asılan meyveler “Biz bu fabrikanın mahsulleriyiz” diyorlar.
İşte ağacın maddesi olan odundan öte, onda bir manevî fabrika faaliyet gösteriyor. Bu odun maddesi ağacın zahiri, fabrika ise batınıdır; beden ve ruh gibi. Ve o batınî fabrika bu ağacın zahirinden daha harikadır.
Ağacın içinde, kökten tâ en üst yapraklara, meyvelere kadar uzanan su boruları var. Bir tanesinin eni milimetrenin yüzde ikisi kadar; 0.02 mm. Kökün emdiği sular bu ince borularla ağacın en üstüne kadar gidiyor. Üstad Hazretleri bu harika faaliyetin manevî asansörler ile yapıldığını ifade ediyor. Asansörü yukarı çıkaran elektrik enerjisi yerine, burada da akıl almaz bir enerji iş görmektedir; hem de yerçekimine rağmen. Bu engeli aşıp suyu en yukarıdaki yaprakların imdadına yetiştirmek, o incecik damarların işi ve hüneri olamaz. Bunlara Üstad’ın ifadesiyle “fennî bir nam takmak” meselenin izahına yetmiyor. Bizim sadece su sevkiyatı yönüne nazar ettiğimiz bu harika fabrika, ağacın dışından daha mükemmeldir. Biz bu manevî fabrikayı göremiyoruz, sadece ağacın yaprağına, çiçeğine bakmakla yetiniyoruz
Elektrik telleri gibi, bu damarlar da bir kuvvetin nakline vesile olmaktadırlar. Bu kuvvet, dünyayı Güneş etrafında gezdiren kuvvettir. Bu kuvvet, gezegenleri döndüren, yerdeki bütün cisimleri çekip semaya fırlamalarını engelleyen kuvvettir.
“La havle vela kuvvete illa billah”(Kimsede Allah’ın ihsan ettiği kuvvet dışında, bir havl ve kuvvet yoktur) hükmünce, bütün bu kuvvetler Allah’ın yaratmasıyladır, hepsi O’nun bir kudret tecellisidir.
Bu kâinat da bir ağaç gibi. İnsanlar onun en mükemmel meyvesi, ama her bir hayvan, her bir çiçek de yine “kâinat tezgâhında dokunuyor.” Bu kâinatın manevî tezgâhları da gayb âleminde. Ve o gayb âlemi bu şehadet âleminden daha güzel; tıpkı ruhun bedenden güzel olması gibi.
"Ve zâhirde görünen hayat, şuur, kemal ve saire ancak bâtından zâhire süzülen zaîf bir tereşşuhtur. Yoksa bâtın camid, meyyit olup da ilim ve hayatı dışarıya vermiş olduğuna zehaba ihtimal yoktur."
İnsanın ilmi var da eline kalemi alıp bir şeyler yazıyor. O yazı onun ilminden akıyor.
Dersin son kısmında, içlerin dışlardan daha san’atlı ve daha mükemmel olduğuna insanın kendi varlığından üç misal veriliyor:
"Evet, karnın (miden) evinden; cildin, gömleğinden ve kuvve-i hâfızan, senin kitabından nakş ve intizamca daha yüksek ve daha garibdir."
Ve bu üç misalden gaybî âlemlere geçiliyor:
"Binaenaleyh âlem-i melekût, âlem-i şehadetten; âlem-i gayb, dünya ve âhiretten daha âli ve daha yüksektir..."
Melekler, arş, kürsî hep gayb âlemindendirler. Öte yandan, iman gayb için olduğuna göre, İlahî isimler ve sıfatlar da gayba dâhildir. Buna göre Rezzak ismi rızıktan daha güzeldir, Muhyi ismi hayattan daha güzeldir. Hâlık ismi mahlûkattan daha güzeldir.
Dipnotlar:
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Zerre.
(2) bk. Şualar, On Birinci Şuâ, Yedinci Mesele.
(3) bk. Sözler, Yirmi İkinci Söz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Ahiret alemi, alem-i gaybtan sayılmıyor mu ? neden üstad ayırdı?
Binaenaleyh âlem-i melekût, âlem-i şehadetten; âlem-i gayb, dünya ve âhiretten daha âli ve daha yüksektir.
Mesnevi-i Nuriye (RNK) - 174
İlk başta lügat manası açısından ahiret, alem-i gaybtan sayılır. çünkü gayb kelimesinin bir manası görünmeyendir. Ama bir kaç önemli husus vardır. Bunları şöyle açıklayabiliriz;
evvela ahiret , alem-i gaybin girişi gibidir. başka bir ifade ile alem-i gaybın kapısı veya kabuğu gibidir. Çünkü berzah alemi , alemi ahirettendir.
saniyen, alemi gayb en genel bir isimlendirmedir. Alem-i gayb hadsiz ve hudutsuzdur. Sayısız alemleri vardır. Melekut alemi, alemi gaybın bir kısmıdır. Orda ruhaniler ve melekler vardır. Arş, kürsi, levh-i mahfuzda alemi-i gaybtan sayılır. Bir başka bölümü ve kısmıdır. Ama ahiret alemi ise insan ile alakalı ne kadar alem varsa hepsinin ortak ismidir. Mesela cennet, cehennem , berzah, vb. alemlere ahiret alemi denilir.
Hadsiz âlem-i misal gibi gayet geniş âlem-i melekût ve gayr-ı mahdud sair uhrevî âlemlere Sözler (RNK) - 598
Hem perde-i gayb içindeki âlem-i âhirete ait menzilleri dünya gözümüzle görmek ve göstermek için, ya kâinatı küçültüp iki vilayet derecesine getirmeli veyahut gözümüzü büyütüp yıldızlar gibi gözlerimiz olmalı ki yerlerini görüp tayin edelim.
وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ
âhiret âlemine ait menziller, bu dünyevî gözümüzle görülmez. Mektubat (RNK) - 9
Salisen, alemi gaybın en zahir kısmı , ahiret alemidir. Onunda daha gaybında/derununda esmalar alemi, sonra sırasıyla sıfatlar, şuunlar ve en batında zati/ lahuti alem bulunur. Bunların mahiyet ve keyfiyetini bilmek imkansızdır. Onun için âlem-i gaybın bu kısmı , dünya ve âhiretten hatta alemi melekûttan daha âli ve daha yüksektir.
Belki avalim-i uhreviye ve gaybiye ve dünyeviye ve misaliyenin birer muhit zarfı ve ihatalı birer sakfı olan yedi semavat... Lemalar (RNK) - 76
alemi gayb ve ahiret alemleri arasındaki fark nedir
Alem-i gayb arş, kürsi, cennet, cehennem, alem-i ervah, alem-i misal vesaire bütün gaybi ve manevi alemleri içine alan geniş bir kavram olduğu gibi zâhir duygularımızla bilinemeyen, bizim görüş sahamıza girmeyen bütün varlık âlemlerini de içine alan bir kavramdır.
Hatta Vacibül Vücut olan Allah’ın Zatı, şuunatı, sıfat ve isimleri de bu kavramın dahilinde olduğu gibi cinler, melekler, mazi ve müstakbel de gaybi alemin içindedirler. Bu açıdan alem-i gayb çok külli çok geniş çok kapsamlı bir ifadedir. Ahiret kavramı ise sadece cennet, cehennem, mahşer, kabir, sırat gibi hususi noktalara bakar ve onunla sınırlıdır.
Gayb ifadesi insanın zahiri hislerinin dışında kalan demektir ki bu açıdan bakılırsa gaybi alemlerin sınırları çizilemez buna Allah’ın Zat-ı Akdesi de girer dünyada göremediğimiz cinlerde girer zahiri duyumuzla göremediğimiz küçük bir canlı da girer vesaire. Bu açıdan âlem-i gayb, dünya ve âhiretten daha âli ve daha yüksek ve daha kapsamlıdır.