"İ’lem eyyühe’l-aziz! Cenâb-ı Hakka nâzır ve Ona vasıl olan yollar, kapılar, âlemin tabakaları, sahifeleri, mürekkebatı nisbetinde bir yekûn teşkil etmektedir..." Devamıyla izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"İ’lem eyyühe’l-aziz! Cenâb-ı Hakka nâzır ve Ona vasıl olan yollar, kapılar, âlemin tabakaları, sahifeleri, mürekkebatı nisbetinde bir yekûn teşkil etmektedir. Âdi bir yol kapandığı zaman bütün yolların kapanmış olduğunu tevehhüm etmek, cehaletin en büyük bir şahididir..."(1)

Cenab-ı Hak mekândan münezzeh olduğundan O’na vasıl olmayı “rızasına erme” ve “kâmil imana sahip olma” şeklinde anlamamız gerekir.

Bir menzile vasıl olmanın ilk şartı, oraya doğru yola çıkmaktır. Allah’a vasıl olmak da imanla başlar. İmanın da sonsuz dereceleri vardır. Bu dereceler üç ana gruba ayrılır: İlmelyakin, aynelyakin, hakkalyakin

Yakîn; “şüphesiz, kesin, kat’î iman etme” mânasına gelir. Bu üç mertebenin de sonsuz denecek kadar çok alt kolları vardır. Mesela, bütün peygamberlerin imanları hakkalyakin imandır. Ama aralarında çok fark vardır. Bütün sahabelerin imanları da hakkalyakindir, onlar arasında da yine çok farklı mertebeler vardır.

İmanın olduğu gibi, marifetin yani Allah’ı tanımanın da yine sonsuz dereceleri vardır.

“Cenâb-ı Hakk’a vasıl olmak” denilince, imanla intisab etmek, imandaki yakînini artırmak, marifetullahta terakki etmek ve kulluk vazifesini en iyi şekilde yerine getirme konusunda hassasiyet göstermekle rızasına nail olmak anlaşılır. İnsan, “iman, marifet ve ibadet” sahalarında ne kadar terakki ederse, Cenâb-ı Hakk’a o kadar yaklaşmış, O’na vasıl olma yolunda o kadar ilerlemiş olur. Ne kadar da isyan ederse bu yüksek gayeden o kadar uzaklaşır.

Üstadımız On Dokuzuncu Söz'de, Rabbimizi bize tarif eden üç büyük, küllî muarrif, yani tarif edici olduğunu beyan eder ve bunları, “Kâinat kitabı, Peygamber Efendimiz ve Kur’ân-ı Kerim” olarak takdim eder.

Kur’ân-ı Kerim'in bahsettiği ve Allah Resulünün (asm.) ders verdiği birçok hakikatler, Allah’ın kudret kalemiyle yazdığı kâinat kitabında da bizlerin nazarına sunulmuştur. Bunları doğru değerlendirmek de insanı Allah’a vasıl eder. Bir harfin kâtipsiz, bir iğnenin ustasız olmayacağını idrak eden insan, “âlemin tabakalarını ve sahifelerini” iyi tefekkür etse, bunların her biri onu Allah’a vasıl eden bir mürşid gibi olur.

Bu âlemde her mahlûk güzeldir, hepsi san’atlı, hepsi hikmetli ve faydalıdır. Her biri kendinde tecelli eden İlahî isimlerle insana ayrı bir ders verir. Semâ âlemi Allah’ın kudret ve azametini ders verirken, çiçekler ve meyvelerle bezenmiş yeryüzü de O’nun sonsuz rahmetinden haberler verir. Her rızık Allah’ın Rezzak olduğunu bildirirken, her canlı O’nun Muhyi (hayat verici) olduğunu adeta haykırır.

İnsan nefsi, bir şeyde ilahî hikmeti açıkça göremeyince, her şey hikmetsizmiş gibi bir vehme kapılıyor.

Üstadımızın güzelce ifade ettiği gibi, “Bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa bir dağı setreder, göstermez.” İşte böyle birkaç şey yahut hâdise insanın gözüne perde olabiliyor ve nihayetsiz rahmet ve hikmet tecellilerinin seyrini engelleyebiliyor.

Üstad Hazretleri böyle bir anlayışı şuna benzetiyor:

"...Bu adamın meseli, gayet büyük askerî bir karargâhı hâvi büyük bir şehirde, karargâhın bayrağını görmediğinden, sultanın ve askeriyeye ait bütün şeylerin inkârına veya teviline başlayan adamın meseli gibidir."(2)

Varlık âlemine bu güzel teşbihin ışığında baktığımızda şunu görüyoruz:

Âlemde her ne varsa bir bayrak gibi Allah’ın saltanatını gösterir. Bir çiçek bir bayraktır; toprakla, havayla, güneşle, denizle, rüzgârla münasebeti vardır. Bütün bunların ortak çalışmalarıyla kendisi vücut bulmuştur. “Bütün âlemleri terbiye edemeyen beni bu âlemlerden süzüp çıkaramaz” mânasını yâd etmekle, bir bayrak vazifesi görür ve bütün mülkün ancak Allah’ın emrinde olduğunu ilan eder.

Bu tefekkürü yapamayan insan, Kâinat Sultanı'nın varlığı ve birliği konusunda çok şüpheler içinde bocalar ve sonunda O’nun inkârına gidebilir.

“Karargâh” denilince, hepsi bir kumandanın emri altında muntazam görevler yapan askerler hayalimizde canlanır. Kur’ân-ı Kerim'de buyrulduğu gibi:

“Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Fetih, 48/7)

Yıldızlar birer kışla, hepsi melek dolu.

Her bir gram toprak bir koğuş gibi, 9-10 milyar kadar bakteri barındırıyor.

Deryalar ayrı birer ordu; sayısız balıklarla şenlenmiş.

İnsan harika bir kışla; yüz trilyon hücreden meydana geliyor. Her hücre de ayrı bir kışla, içinde yaklaşık yüz trilyon atom olduğu söyleniyor.

Yeryüzüne serilen yahut gökyüzünü süsleyen ve her biri bir san’at mu’cizesi olan İlâhî eserleri tefekkür eden insan, onların taşıdığı derin mânaları, san’at inceliklerini ne ölü elementlere, ne de şuursuz sebeplere vermeyip hepsini Allah’tan bilir; onları O’nun mahlûkları ve eserleri olarak değerlendirir. Böylece nakıştan mânaya geçerek esmâ tecellilerini okur ve Müsemma’yı, yani o isimlere sahip olan Allah’ı bilir ve tanır.

Dipnotlar:

(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Zerre.
(2) bk. age.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 11.162
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

cankaya

Allah razı olsun sonsuz saygı ve selamlar

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...