"İ’lem Eyyühel-Aziz! İlim ve yakîn şümûlüne dâhil olan ahvâl-i mâziye ile şek perdesi altında kalan ahvâl-i istikbaliye arasında şöyle bir mukayese yap..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
İ’lem Eyyühel-Aziz! İlim ve yakîn şümûlüne dâhil olan ahvâl-i mâziye ile şek perdesi altında kalan ahvâl-i istikbaliye arasında şöyle bir mukayese yap:
"Silsile-i nesebin ortasında, bir dedenin yerinde kendini farzet, otur. Sonra, mevcudat-ı mâziye kafilesine dahil olan ecdadınla, henüz istikbal rahminde kalıp da peyderpey vücûda çıkan evlâd ve ahfâdın arasında bir tefâvüt var mıdır? İyice bak! Evvelki kısım ilim ve ittikan ile Sâni'in masnûu olduğu gibi, ikinci kısım da aynen o Sâniin masnûu olacaktır. Her iki kısım da Sâniin ilmi ve müşahedesi altındadır. Bu itibarla, ecdadın iâdeten ihyası, evlâdının îcadından daha garip değildir. Belki daha ehvendir."
"İşte bu mukayeseden anlaşıldı ki: Vukuat-ı mâziye, Sâniin bütün imkânat-ı istikbaliyeye kadir olduğuna şehadet eden bir takım mucizelerdir."
"Evet, kâinat bostanında görünen şu mevcudat ve ecram, Hâlıklarının her şeye kadîr ve her şeye alîm olduğuna delâlet eden hârikalardır."
"Kezalik nebatat ve hayvanat, envâiyle, efradiyle, Sânilerinin her şeye kadir olduğuna şehadet eden san’at harikalarıdır. Evet kudretine nisbeten zerrat ile şümus mütesâvi olduğu gibi, yaprakların neşriyle beşerin haşri de birdir. Ve kezâ, ağaçların çürümüş dağılmış yapraklarının iadeten ihyası arasında fark yoktur."(1)
Biz kendi başımızdan geçen olayları yakinen bildiğimiz gibi, bizden önceki insanların hallerini de ilmen biliyoruz. İman nuruyla bakılmadığında kabir hayatı, mahşere çıkış, cennet ve cehennem gibi istikbale ait haller hakkında kalbe bazı şüpheler gelebiliyor. Üstat Hazretleri bu perdenin kalkması ve öldükten sonra dirilmeye yakinen inanılması için şöyle bir yol tavsiye ediyor:
Geçmiş dedeler silsilesinin ortasında kendimizi farz edelim. O noktadan önceki dedeler Allah’ın kudretiyle yaratıldığı gibi, o noktadan sonraki torunlar silsilesi de yine aynı kudretle var edileceklerdir. Bu noktada aralarında “bir tefâvüt yoktur.” Yani biri diğerinden daha kolay veya daha zor değildir. “Her iki kısım da Sâniin ilmi ve müşahedesi altındadır.” Her iki kısmı da sonsuz bir kolaylıkla yaratır.
Bu orta noktada iki mesele ile karşı karşıyayız: Ecdadımın yeniden yaratılması ve evladın icadı.
Ecdadın yeniden yaratılması bir anda olacaktır. Evladın yaratılması ise zaman içende tedricen gerçekleşecektir. Bir anda yaratılma, tedricen yaratılmadan daha garip ve daha zor değildir. İnsan bu hikmet dünyasında kendisinin ve çevresindeki eşyanın kademeli olarak yaratıldığını gördüğü için bir anda yaratılmayı aklına sığıştıramıyor. Allah için kolaylık ve zorluk söz konusu olmamakla birlikte, bir anda yaratma daha ehven, daha kolaydır.
Bedenimiz de ruhumuz gibi bir anda yaratılabilirdi. Ama o zaman birçok ilâhî sanatlar gizli kalırdı. İnsanın bütün özelliklerinin nutfede şifrelenmesi çok ince bir ilâhî sanattır. Onun açılması, alaka, mudga, devrelerinden geçirilmesi, kemiklerin teşekkülü, etlerin kemiklere giydirilmesi, gözümüzün, kulağımızın yapılması gibi sayılamayacak kadar çok sanat sergilenmemiş olacak, sadece Allah’ın insanı yoktan bir anda yaratması görülecekti.
Aynı şey çevremizdeki varlıklar için de geçerlidir. Tavuk bir anda yaratılsaydı ne yumurta, ne civciv meydana gelmez, bunlardaki sanatlar gizli kalırdı. Bunun örnekleri sayılamayacak kadar çoktur.
Âhiret kudret âlemi olduğundan orada her şey birden yaratılacaktır. Her iki tür yaratma da Cenab-ı Hak için aynıdır, arada tefavüt yoktur, biri kolay da diğeri zor değildir. Ama bir kolaylık düşünülecek olsa doğrudan yaratma daha kolaydır.
Allah’ın sonsuz kudreti için zerrat ile şumus (atomlarla güneşler) arasında bir fark yoktur. Her iki grubu da aynı kolaylıkla yaratır. Yine o sonsuz kudret için “yaprakların neşriyle beşerin haşri de birdir.” Mevsimi geldiğinde bir ağacın başındaki bütün yaprakları birlikte ve kısa zamanda neşrettiği gibi, haşir mevsimi geldiğinde de bütün insanları birlikte ve bir anda diriltecek ve mahşer meydanına çıkaracaktır.
“Evet, şu gecenin sabahı ve şu kışın baharı ne kadar mâkul ve lâzım ve kat’î ise, haşrin sabahı da berzahın baharı da o kat’iyettedir.”(2)
Haşirde bütün insanların birden ve birlikte yaratılacaklarına akıl erdiremeyenler görgülerinin mahkumu olmuşlardır. Onlar bu âlemde her şeyin kademeli olarak ve zaman içinde tedricen yaratıldığını gördükleri için zamansız ve birden yaratılmayı akıldan uzak görüyor ve inkâra sapıyorlar. Halbuki, bu dünyada da birlikte yaratmanın sonsuz denecek kadar çok örnekleri var:
Bir ağaçta, çiçekler birlikte açıyorlar, sırayla değil.
Meyveler birlikte büyüyorlar, sırayla değil.
Hücrelerimiz birlikte değişiyorlar, sırayla değil.
Hava unsuru bütün canlıları birlikte teneffüs ettiriyor, sırayla değil.
Örnekleri artırabiliriz.
Üstat Hazretlerinin bu harika misâli, öldükten sonra dirilmenin ispatı için verdiğini dikkate alarak, hayalen, kıyametin koptuğu güne gidelim. Aynı misâli orada uygulayalım. O güne kadar yaratılan insan sayısı için hayali rakam verelim ve “Kıyamet kopmasa, dünyaya bir bu kadar daha insan gelecek miydi?” diye soralım.
Sorumuza “Elbette.” diye cevap vereceğiz ve kıyamet kopmasa bu rakamın binlerce katı insanın yaratılabileceğini söyleyeceğiz. Bunda kimsenin bir tereddüdü olmayacak.
Sonra soralım kendi kendimize:
Henüz ortada olmayan bu kadar insanın yaratılacağına herkes inanıyor da daha önce yaratılmış olanların yeniden yaratılmalarına niçin şüphe ile bakılıyor?
Dipnotlar:
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Şule.
(2) bk. Sözler, Dokuzuncu Söz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü