İmanın ilmelyakin, aynelyakin, hakkalyakin mertebeleri nasıl anlaşılır? Hangi mertebede olduğumuz nasıl bilinir?
- Bir de insan ölünce, akıl kalb gibi latifeler ruha takılı olup, maddeden tecerrüd etmiş bir insan olarak yine kıyamete kadar yaşayacak mı?
Değerli Kardeşimiz;
"İman, yalnız icmalî ve taklidî bir tasdike münhasır değil, bir çekirdekten tâ bir büyük hurma ağacına kadar ve eldeki ayinede görülen misalî güneşten tâ deniz yüzündeki aksine tâ güneşe kadar mertebeleri ve inkişafları olduğu gibi imanın o derece kesretli hakikatleri var ki, bin bir Esma-i İlahiyye ve sair erkân-ı imaniyenin kâinat hakikatleriyle alakadar çok hakikatleri var ki, bütün ilimlerin ve marifetin ve kemalat-ı insaniyenin en büyüğü imandır ve iman-ı tahkikiden gelen tafsilli ve bürhanlı marifet-i kudsiyedir." (Sikke-i Tasdik-i Gaybi)
Yakîn; bir şeyin kat’îlik ve kesinlik kazanmış haline denir. Bir şeyin kat’î ve kesin olabilmesi de ancak kuvvetli delil ve ispatlar ile mümkündür. İşte ilmelyakin, aynelyakin ve hakkelyakin tabirleri, bu delil ve ispatların kuvvet ve makamına işaret eden hususî mefhumdur.
İmanın; hakka’l-yakîn, ayne’l-yakîn ve ilme’l-yakîn olmak üzere üç mertebesi vardır. Yakînin üç mertebesi de şüphesiz ve kâmil bir imanı ifade eder. Bu kuvvetli delil ve ispatların da kendi arasında dereceleri çoktur.
İlme’l-yakîn; bir şeyin varlığını kesin olarak ilmen bilmektir.
Ayne’l-yakîn; bir şeyin varlığını, gördüğümüz, bildiğimiz ve hissettiğimiz bir şeyin varlığı gibi kesin iman.
Hakka’l-yakîn ise; bir şeyin varlığını, yaşadığımız bir hali bilmemiz derecesinde bilmektir.
İmanın bu üç mertebesinin derece ve manasına işaret eden bir misal şöyle ifade edilmiştir;
Bir tepenin arkasında bir ateş yanıyor. Biz ise tepenin beri tarafındayız. Tepenin ardından yükselen dumandan yola çıkarak, orada bir ateş olduğuna intikalimiz ilmelyakini (ilim ile bilmek) ifade eder.
Tepenin başına çıkıp, ateşi gözümüzle görmemiz ise aynelyakini (göz ile görerek bilmek) ifade eder. Derece ve sağlamlık bakımından öncekinden daha sağlam ve daha üstündür bu yol.
Ateşin içine elimizi sokup, yanarak ateşi hissetmemiz ise, hakkelyakini (yaşayarak bilmek) ifade eder ki, bu mertebe, evvel ikisinden daha sağlam ve daha kat’iyet ifade eder.
Ömrümüzde hiç görmediğimiz ve yemediğimiz bir meyve düşününüz. O meyve hakkında bilgi sahibi olmamız ilmen bilmektir.
İlmen bildiğimiz o meyvenin bir manavda satıldığını görüp satın almamız, elimize alıp incelememiz ayne’l-yakîn bilmektir. Onu yememiz, tadına bakmamız ise hakkalyakîn bilmektir.
Allah’ın her bir isminin mana ve tecellisini kâinat sayfasında görüp okumak ayrı ve ziyade bir iman mertebesidir. Mesela, birisi Allah’ı on ismi ile tanıyor ve ona göre bir marifet kesb ediyor, diğer birisi ise yirmi ismi ile tanıyıp ona göre marifet kesb ediyor. Elbette ikisinin iman ve marifet mertebesi müsavi olmaz. Allah’ın her bir ismi ayrı bir marifet penceresidir. Her penceresinde ayrı bir manzara olan bir sarayın bir iki penceresine mahkum olanlar, sarayın sair pencerelerinden tezahür eden manzaralardan mahrumdurlar. Risale-i Nur'da bu mertebelerin bütün aksamının mevcut olduğunu Üstad Hazretleri ifade ediyor. (bk. Otuz Üçüncü Söz, Pencereler)
İnsan mahiyetinin aslı ve esası ruhtur. Ruh bütün hasse ve duyguların efendisi ve hayatın menbaıdır. Ruh basittir, bölünmez, parçalanmaz, eskimez, pörsümez, ölmez, dağılmaz, yaşlanmaz. Hayat, şuur ve akıl ruhun bir hassesi ve vasfıdır. Beden olmasa da ruhun hayatı ve şuuru devam eder. Yani insan ruhu hem görür, hem işitir, hem konuşur, hem düşünür, hem hisseder hem hatırlar, hem lezzet ve elemi hisseder. Hatta insan bedeni öldükten sonra ruha münasip latif bir kılıf giydirilir, bütünü ile çıplak kalmaz.
Bunun yanında, insan öldüğü zaman, kabir âleminde sırf bir ruh hayatı yaşamaz. Ruh, kabir ile irtibat içindedir. Ehl-i sünnet âlimlerince kabir, ruhun beden ile alakadar olduğu bir âlemdir. Beden çürüse de, onun esası olan acbü'z- zeneb ile bir irtibatı vardır. Üstad Hazretleri acbü'z-zeneb’i şu şekilde tanımlıyor:
"Nüveler ve tohumlar hükmünde olan ve hadiste acbü'z-zeneb tabir edilen ecza-yı esasiye ve zerrât-ı asliye, ikinci neş'e için kâfi bir esastır, temeldir. Sâni-i Hakîm, beden-i insanîyi onların üstünde bina eder."(1)
Yani kabirde beden, lezzet ve azabı acbü'z-zeneb denen aslî tohum sayesinde hisseder. Bedenin azalarının bozulup dağılmasının hiç bir ehemmiyeti yoktur.
(1) bk. Sözler, Yirmi Dokuzuncu Söz, İkinci Maksat.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Risale-i nuru okuyan biri akrebiyetinin inkişaf ettiğini nasıl anlar ve bir İmani meselede ilmel yakinden aynelyakine geçtiğini nasıl anlar o meselede yol katettiğini?
Bunu tespit etmenin elle tutulur, gözle ölçülür bir yolu bir usulü yok. Lakin kişi farzları eksiksiz yerine getiriyor günahlardan kaçınıp, güzel ahlakı üzerinde barındırıyor ve ihlası da muhafaza ediyor ise bu Allah’a olan yakınlığının bir ifadesi bir göstergesi niteliğindedir.
Yani takva, ibadet ve ahlak kuvvetli imanın bir sonucu bir göstergesi bir işareti niteliğindedir. Bunlarda noksanlık varsa iman ve marifet eksilmiş demektir.
Ayrıca keşif keramet gibi şeyler tahkiki iman ve onun kendi içinde ki derecelerinin bir ölçüsü bir göstergesi değildir. Nice hayatında keşif ve keramet tezahür etmediği halde imanı aynel yakin hakkal yakin mertebesinde olan insanlar vardır.
Bu tarz makamlar Allah nezdinde mahfuzda olabilir. “Evet, bir ehemmiyetli ihsan-ı İlahî; ihsanını, enaniyetini bırakmayana ihsas etmemektir tâ ucub ve gurura girmesin.”
Makam perestlik hastalığından çekinmek gerekiyor şeytan menfi alanda tahribat bulamadığı zaman yani farzları terk ettiremediği zaman müspet taraftan yanaşıp tahrip etmeye çalışır. Sen salihsin sen evliyasın senin imanın aynel yakin gibi yaklaşımlarla insanı yoldan çıkarmaya çalışır.