"İmate" ve "Mevt" ne demektir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Mevt; ölüm demektir.

İmate; ölümü vermek, öldürmek, ölümü yaratmak manalarına gelmektedir.

  • HAYATTAN TERHİS

İmate; ölümü tattırma; ruhun bedendeki tasarrufuna son verme. Kabir âlemine doğuş. İnsan için, dünyaya gelmekten çok daha ileri bir rahmet tecellisi.

Ruh, Allah’ın en mükemmel, en harika ve bilinmez bir eseri. Muhyi (hayat verici) isminin tecellisiyle hayat nimetine kavuşmuş. Bu nimet ve şeref artık ondan ebediyen geri alınmayacak. Kabirde de, mahşerde de, cennet veya cehennemde de devam edecek.

Ruhla beden arasındaki münasebeti tesis etmek de O Rabbü’l-âleminin en ince bir sanatı.

İşte ölüm kanunuyla o misafir ruh, bedenden soyuluyor, süzülüyor ve kendine mahsus bir başka âleme göç ediyor.

Zenginliği sonsuz olan Allah, bir bedende iki misafir barındırmıyor, ayrılan ruhun hanesini bozuyor ve onu yeniden aslına, yani elementlere çeviriyor.

İşte ruhun kabz edilmesi ve bedenin aslına dönmesi “imate” fiiliyle icra ediliyor ve böylece o canlıda Mümit, yani ölümü veren, öldüren ismi tecelli etmiş oluyor.

Nur Külliyatı’nda ölüm için getirilen birbirinden güzel tariflerden birisi:

  • “Mevt, vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuddur...” (Mektûbat)

Bir asker için hem kıtasına teslim olduğunda, hem de terhis edildiğinde birtakım kayıtlar tutulur, işlemler yapılır.

İhya fiiliyle cansız elementler hayata kavuşurken, imate fiiliyle bu beraberliğe son veriliyor. Canlı hücreler, yerlerini kademeli olarak yeni elementlere bırakıyorlar. Yeryüzünden bir grup misafir daha uğurlanıyor; yeni misafirlere yahut yeni imtihan adaylarına yer boşaltmak üzere.

  • ÖĞÜTÜLÜYOR MUYUZ?

Solmuş ve dalından kopmuş bir yaprak... Araba altında kalmış bir kedi... Sökülmeye başlanmış bir eski bina... Kütüphanede tozlanmaya terk edilmiş bir şaheser... Miras masasına oturtulmuş bir ömür... Ve daha niceleri...

İşin garibi, bu dünyaya yeni ayak basanlar, mazinin bu değişken manzarasını görmez, göremez, yahut görmezlikten gelirler. Ve yeni bir devranı sürmeye başlarlar... Bu kervan da böylece gider durur.

Bir kudret, kâinatı böyle çevirir; bir hikmet, canlıları böyle sevk eder ve bir sır insanları böyle çalıştırır...

Yerküremiz, misafir öğüten sofra... Hem misafirler, hem de rızıkları aynı sofradan çıkıyor... Sonunda her ikisi de ona dönüyorlar.

Garip bir sır, acib bir muamma... İnsan bu bilmeceyi çözemedikçe, neden zevk alabilir? Onu ne tatmin edebilir?... Mademki öğütüleceğiz, ilk hâlimize döneceğiz; o halde bu âleme niçin geldik?

Ben bu düşüncelerle çaresizlik içinde kıvranırken, aradığımı bir şaheserin şu cümlesinde buldum:

“Başka bir âlemin mahsulâtının tezgâhı hükmünde çarkları dönüyor.” (Sözler)

Kâinat bir tezgâha benzetilmişti. Bu tezgâhta dokunan mahsuller bir başka âlem hesabınaydı.

Bu hakikat dersiyle ruhum rahatladı, gönlüm sürurla doldu. Ve anladım ki: Bu dünyaya Allah’ın iradesiyle gelen insan, yine O’nun sevk etmesiyle ölümü tadacak, mahşere çıkacak ve O’na rücu edecektir...

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 2.741
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...