"İnsan Cenâb-ı Hakkın rububiyetine ait şuûnat ve ahvâline şahittir." cümlesini izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Şuunat; Türkçede, haller, kabiliyetler şeklinde ifade edilmektedir.
Şuûnat; Allah’ın Zat-ı Akdesine mahsus ve idrak etmekten aciz olduğumuz hâl ve keyfiyetleridir.
Allah (c.c) şuûnatını bir nebze anlayabilmemiz için bize küçük mizanlar ve ölçüler bahşetmiş. Biz insanlar bu mizan ve ölçüler ışığında şuûnatı bir nebze anlayabiliyoruz.
Sıfatları icraata sevk eden şuûnattır.
'Ben gizli bir hazine idim, bilinmeye muhabbet ettim de mahlûkatı yarattım.' (Acluni, Keşfü'l-Hafa, II, 132) hadis-i kudsîsinde Allah’ın bilinmeyi istemesi neticesi, İlâhî irade, kudret ve diğer sıfatların icraatıyla kâinat yaratılmıştır. Burada, 'bilinmeyi istemek' şuûnattandır."
"Aynı şekilde, lütuf ve kahır da, sıfatları icraata sevk ederler ve layık olanlara lütufta bulunulur yahut ceza verilir. Bunlar da şuûnattandırlar."
“Rahmaniyet, rahîmiyet, hakîmiyet, âdiliyet gibi tabirler, Cenab-ı Hakk'ın hem isim, hem fiil, hem sıfat, hem şe'nlerine işaret ederler.” (4.Şua)
Kâinat yaratılmadan da Allah’ın rububiyeti yani terbiye ediciliği vardı, ancak henüz hiçbir varlığı yaratmamış ve terbiye etmemişti. İşte bu terbiye edicilik bir şe’ndir. Onu izhar etmek dilediğinde mahlûkatı terbiye etmiş ve onlarda Rab (terbiye edici) ismini tecelli ettirmiştir.
Görünen ve görünmeyen bütün eşyanın, kendilerine göre zâtları ve ona uygun sıfatları vardır. Mesela, Güneş'in zâtı ağaca benzemediği gibi, ışık verme hususiyeti de ağacın meyve vermesine benzemez. Bu misali bütün varlık âlemine teşmil edebiliriz.
İşte, mahiyetleri farklı olan mahlûkların ne zâtları ne de sıfatları başkalarına benzemediği gibi, hiçbir varlığın zâtı ve sıfatları da onları yaratan Vacibü’l-Vücud’un zâtına ve sıfatlarına benzemez.
Nur Külliyatı’nda da şu sıra nazara verilir:
“Eserin kemâli bilmüşahede fiilin kemâline, fiilin kemâli bilbedâhe ismin kemâline, ismin kemâli bizzarure sıfatın kemâline, sıfatın kemâli hads-i yakîn ile şuûnatın kemâline delâlet eder. Şe’nin kemâli ise, hakkalyakîn bir sûretle Zâtın kemâlini gösterir.”(Mesnevi-i Nuriye, Lemalar)
Üstad Hazretleri hayatın mahiyetini maddeler halinde sıralarken, bir madde olarak da insan hayatının; “şuûn ve sıfât-ı İlâhiyenin bir mikyâsı” olduğunu beyan ediyor. Mesela, insanın merhamet sahibi olması onun şuûnatındandır. O merhametin gereği olarak fakirlere yardım eder, açları doyurur. İşte Cenab-ı Hakk’ın milyonlarca tür hayvanın bütün fertlerini her gün rızıklandırması, bütün ihtiyaçlarını mükemmel olarak görmesi hakikatine insandaki bu merhamet duygusu bir mikyas olabilir. Onunla İlâhî ve sonsuz rahmete bir derece bakabilir.
Halk etmek, yani yaratmak bir fiildir; Halık (yaratıcı) ise isimdir; halıkıyet yani yaratıcı olmak ise İlâhî şuûnattan bir şe’ndir. Hiçbir mahlûk yaratılmadan da Allah’ın halıkıyeti vardı, ama henüz Hâlık ismini tecelli ettirmemişti. Varlıkları yarattığında onlarda bu ismi tecelli ettirmiş oldu.
Rububiyet (terbiye edicilik), Hâkimiyet, Rahimiyet, Mâlikiyet… birer şe’ndirler.
Misal olarak, mâlikiyet üzerinde kısaca duralım:
Mâlikiyet bir şe’ndir. Allah, mülk âlemini yaratmakla mâlikiyetini tezahür ettirmiştir. İnsan ise emanet olarak kendisine verilen cüz’î bir mülkün sahibi olmasını ölçü alarak, henüz ışığı dünyaya ulaşmamış yıldızlar âlemine bakar, Allah’ın mülkünün akıl almaz derecede büyük olduğunu düşünür ve bütün sema tabakalarından tâ cennet ve cehenneme kadar uzanan mülk âlemini düşünerek Allah’ın azametli mâlikiyetine bir derece bakabilir.
Rezzakiyet de şuunattandır. Bir insanın bir fakiri doyurmasından aldığı manevî lezzet ve keyif vardır. Cenab-ı Hakk’ın da rızka muhtaç olan bütün canlıları rızıklandırmasından aldığı kendi zâtına mahsus mukaddes ve münezzeh bir lezzeti vardır ki, bu da şuunattır.
İnsanın bir fakiri doyurmaktan aldığı cüz’î lezzeti ölçü alarak Allah’ın sonsuz ve küllî şuunatına bakması “şuûnât nokta-i nazarı” oluyor. Tıpkı cüz’î kudreti ile Allah’ın sonsuz kudretini hissedip bilmesi gibi...
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü