İnsanın en zayıf damarı hangisidir? Hastalık mı, korku mu, şöhretperestlik mi?..
Değerli Kardeşimiz;
Bu gibi manevi hastalıklar, insanların karakter ve fıtri hallerine göre değişkenlik gösterirler. Bir insanda zayıf olan damar, başka bir insanda kuvvetli olabilir.
Mesela; birisinin için hastalık büyük bir korkuya ve endişeye sebep olurken, başka birisi için ehemmiyetsizdir, tevekkül ve sabrını artırır, manevî birçok kârlar elde etmesine vesile olur
Bu yüzden, musibetler ve hastalıklar görünüşte çirkin ve sıkıntılı da olsa, hakikatte güzeldir. Hem bu gibi musibetler sabırla ibadet hükmüne geçer, insanı manen terakki ettirir. Hastalığa bu pencereden bakanlar müteessir olmazlar.
İmanı kuvvetli olan mütevekkil bir insan şöyle der;
"Ey musibet! Eğer O’nun izin ve rızasıyla geldinse, merhaba, safâ geldin. Çünkü, elbette bir vakit O’na döneceğiz ve O’nun huzuruna gideceğiz ve O’na müştâkız. Madem herhalde bir zaman bizi hayatın tekâlifinden âzâd edecektir. Haydi, ey musibet, o terhis ve o âzâd etmek senin elinle olsun, razıyım. Eğer benim emanet muhafazasında ve vazifeperverliğimi tecrübe suretinde sana emir ve irade etmiş, fakat sana teslim olmaklığıma izin ve rızası olmazsa, benim takatim yettikçe, emin olmayana, Mâlikimin emanetini teslim etmem, der. " (17. Lem’a)
Böyle düşünen bir insan, musibete dayanmakla ve tevekkül etmekle, hem günahlarından temizlenir hem aczini hissedip kulluk şuuruna erer hem de manen terakki eder.
Mümin, her şeyin tedbir ve dizgininin Allah’ın kudret elinde olduğunu bildiği için, hiç bir şeyden endişe ve telaş etmez. O bilir ki, Allah bir musibeti alnına yazmış ise, bundan kurtuluş yoktur. Eğer yazılmamış ise, hiçbir güç o musibeti onun başına bela edemez. Bu tevekkül ve düşünce, mümini rahatlatır.
Demek musibet ve hastalıkların tehlikesi ve ciddiyeti, insanların iman, tevekkül ve fıtri hallerine göre değişebiliyor. Birisini helak eden hastalık, başka birisinin kurtuluşuna ve manen terakkisine vesile olabiliyor.
Peygamber Efendimiz (asv)'in hadislerinde de bu terbiye metodu hâkimdir. Bir bedevi gelip "En güzel amel nedir?" diye sorunca, ona; "Cömertliktir" demiş. Başka bir bedeviye de "cesarettir" demiştir.
Peygamber Efendimiz (asv) burada muhatabın haline ve hastalığına göre cevap vermiş ve tavsiyede bulunmuştur.
Cimri insan için, en güzel amel cömertlik iken, korkak birisi için de cesarettir. "En güzel olma" kişinin haline göre değişir. Aynı şekilde en zayıf damar da kişilerin haline göre değiştiği için izafidir.
Şöhretperestlik de en büyük musibetlerden ve insanın en zayıf damarlarından biridir. Zira "Şöhret ayn-ı riyâdır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. Ve insanı insanlara abd ve köle yapar.”
Şöhret insanı manen öldüren zehirli bir baldır. Kendini başkalarına beğendirmek “zehirli bal yemek”gibidir. Riya ve şöhret, nefsin ve hissin hoşuna gitmekle kısa bir süre bal tadı verseler de, o zehir, sonunda kalbi öldürür. Bu zehirli bal insanın manevi hayatını mahvettiği gibi, dünyada da “İnsanı insanlara abd ve köle yapar.”
İnsanların teveccühüyle tatmin olan bir şöhret hastası, onlara bir bakıma mahkûm olmuş demektir. Bir köle, “Nasıl yapsam da efendimi razı etsem?” diye düşündüğü gibi, bu adam da insanların beğenmeleri konusunda aynı pozisyona düşmüş, onlara bir bakıma köle olmuştur.
Akıllı bir insan; şöhret belasına düşmez, kendi gibi fani, aciz ve zayıf olanların iltifatına tenezzül etmez, alkışına beş para kıymet vermez.
İnsanların kendisinden söz etmelerini, beğenmelerini ve alkışlamalarını gaye edinmiş şöhretperest bir insan, bu dünyaya Allah için gönderildiğini unutmuş, insanlara beğenilmek için gönderildiği zannına veya vehmine kapılmıştır.
Mühim olan insanların teveccühünü değil, Rabbimizin rızasını kazanmaktır. Esas olan insanların ne dediği değil, Rabbimizin ne dediğidir. Kişi, insanların kınamasından değil, Rabbinin azabından korkmalı.
İnsan hissine mağlup olmayıp ölümü unutmazsa şan ve şöhret hastalığına, riya ve desinler belasına düşmez. Mühim olan insanların bizi alkışlamaları, iyi bilmeleri değil, gideceğimiz yerde ne ile karşılaşacağımızdır. Bu bakımdan, insanların geçici ve manasız teveccühlerinden yüz çevirerek bizi gönderene dönmektir. Bu dönüş, dünyada O’nun rıza çizgisinde yürümekle gerçekleşir, ahirette ise rahmetine ererek.
Korku da insanın en zayıf noktalarından biridir; maddî ve manevî olmak üzere iki türlüdür. Maddî korku; insanın bedenine ve hayatına gelecek tehlikelerden sakınmaktır.
Mesela, kalabalık içinde ateş açıldığında, “ya bana isabet ederse” korkusu ile kendimizi yere atar ya da sığınacak bir yer ararız. Zehirli bir akrep üzerimize geldiğinde, hemen kendimizi savunmak için ya kaçarız ya da bir cisim ile onu öldürürüz. Soğuk havada hasta olma korkusu ile sıkı giyiniriz. Misalleri çoğaltabiliriz.
Eğer insanda korku hissi olmazsa hayatını muhafaza edemez, kendini tehlikelerden sakınamaz, hayatı heba olurdu.
Korku böyle meşru ve güzel yollarda ve yerlerde kullanılırsa, maddî ve manevî hayatımızı muhafaza eder. Korkulmayacak şeylerden de hayatı kendimize zehir etmenin bir mânası da yoktur.
Mesela, kaza yaparım düşüncesi ile trafiğe hiç çıkmamak, hasta olurum korkusu ile kışın işe gitmemek, ya batarsa deyip gemiye binmemek, çok zayıf düşme ihtimalinden dolayı uçağa binmemek gibi korkular hayatı azaba çevirir.
Bütün dizginler Allah’ın elinde, O’nun izni olmadan hiçbir şey insana zarar veremez, O’nun vereceği musibeti de hiç kimse engelleyemez.
"Cenâb-ı Hak havf damarını hıfz-ı hayat için vermiş." (29. Mektub)
Manevî korku; Allah’tan, cehennem ateşinden, kabre imansız girmekten korkmaktır. İnsan bu sayede kendini Allah’ın Kahhar isminden ve cehennem hapsinden muhafaza eder. Cenab-ı Hakk’ın azamet ve kibriyasından, celâlî isimlerinin tecellisinden korkmak lazımdır.
Üstad Hazretlerinin buyurduğu gibi, Cenab-ı Hakk’ın; “Cemâline muhabbet etmek ve celâlinden havf etmek” imanın ve aklın muktezasıdır. Cenab-ı Hakk’ın Rahman, Rahîm, Rezzak, Gaffar, Müzeyyin gibi cemalî isimleri muhabbeti iktiza ettiği gibi, Kahhar, Cebbar, Aziz, Mütekebbir gibi celalî isimler de havfı yani korkuyu iktiza eder.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü