İslam bir bütündür, neden cemaatlere ayrılmış, halbuki sahabeler ayrılmamıştır. İslam'ı bilmeyenler bu hâlimize şaşırmaz mı?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Kur'an ve sünnette birlik ve beraberliğe yapılan vurgu, diğer yandan ihtilafın zemmedilmesi dinin esasat kısmınadır. Yani dinin yoruma ve içtihada açık olmayan manası muhkem ayet ve hadisler hakkındadır ki, Kur'an ve sünnetin yüzde doksanı bu şekildedir. İslam âlimleri bu manayı “Mevrid-i nasda içtihada mesağ yoktur." şeklinde formüle etmişler. Yani "manası açık ve net olan âyet ve hadislerde içtihat ve yoruma ruhsat yoktur" demektir. İşte Kur'an ve sünnette men edilen ve yasaklanan içtihat ve yorum, manası açık olan ayet ve hadisler için geçerlidir.

İnsanların fıtri, coğrafi ve örfi farklılıklarından hasıl olan farklı yaşam tarzlarına cevap vermek için emredilen veya cevaz verilen ihtilaf da vardır. Bunlar İslam’ın inanç ve temel ibadetlerine nispetle fer’i ve detay konulardır. Allah ve Resulü (asv) bu feri farklılıkları tatmin etmek ve ihtiyaçlarını karşılamak için içtihat ve yorum farklılıklarına cevaz vermiştir. Mezheplerin ve cemaatlerin çıkış noktası bu meşru farklılıkların bir gereksinimidir. Bu yüzden ayet ve hadislerin bir kısmı ihtilafı teşvik etmiştir. Bu manayı İslam âlimleri “Ezmanın tagayyürü ile ahkam dahi tagayyür eder" şeklinde formüle etmişler. Yani zamanların değişmesi ile feri noktada hükümler de ona göre değişebilir. Bu, Allah’ın kainata koymuş olduğu bir sünnet bir kanundur.

Dini metinleri ihatalı olarak anlamakta zorluk çeken bir takım cahil tabaka, birlik ve beraberliğe vurgu yapan ayet ve hadisleri meşru ve caiz olan içtihat ve yorum sahasına tatbike çalışıyorlar.

İçtihat ve mezhepler hakkında varit olan âyet ve hadisler:

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahiblerine de. Eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız, herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah’a ve Rasûlüne götürünüz. Bu hem daha hayırlı, hem de sonuç itibariyle daha güzeldir.”(Nisâ, 4/59)

"Kim bana itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim bana karşı gelirse, Allah’a karşı gelmiş olur. Emire itaat eden, bana da itaat etmiş olur. Emire isyan eden bana da karşı gelmiş olur.”(1)

Burada emirden maksat müçtehit alimler olduğu, alimler tarafından ittifak ile kabul edilmiştir.

“Ümmetimin ihtilafı rahmettir.” Bu hadis-i şerifi İmam-ı Beyheki, İmam-ı Münavi, İmam-ı ibni Nasr ve İmam-ı Deylemi gibi sözleri dinde senet olan hadis imamları bildirmişlerdir.

Bu hadisteki ihtilaf manası, cahil tabakanın mezhep taassubuna delil değil, müçtehit alimlerin yorum ve içtihat ihtilafına delildir. Zaten müçtehitler de içtihatlarını yine Kur'an ve sünnetin tespit ve tayin ettiği usul üzere yapıyorlar, yoksa hevasına ve keyfine göre içtihat yapmıyorlar.

Hz. Peygamber (s.a.s.) Muaz İbn Cebel'i (v.19/640) Yemen'e vali olarak gönderirken ona sordu:

- Ne ile hükmedeceksin?
- Allah'ın kitabıyla.
- Onda bulamazsan?.. Muaz:
- Rasulullah'ın sünnetiyle hükmederim.
- Bunların her ikisinde de bulamazsan ne yaparsın?.. diye sorunca, Muaz:
- O zaman re'yimle içtihad ederimi, dedi. Rasulullah bu cevaptan memnun kalarak:
- Rasulünün elçisini, rasulünün razı olacağı bir şeye muvaffak kılan Allah'a hamdolsun, dedi."(2)

Böylece Rasulullah; Kitap ve sünnette hükmü bulunmayan meseleler hakkında ictihad etmesine izin verdi. Fakih sahabiler de Muaz b. Cebel'in yolunu takip ettiler. Mezhepler hakkında gelen bu ayet ve hadisler farklı meslek ve meşreplerin meşruluğuna da işaret edip delil teşkil ediyor.

İslam dairesinde farklı meslek ve meşreplerin olmasının iki temel faktörü vardır. Birisi Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisine bakıyor. Diğeri ise insanların kapasite ve kabiliyet durumuna bakıyor.

Allah’ın her bir isim ve sıfatı diğer isim ve sıfatından hem mana olarak hem de hüküm olarak farklılık arz ediyor. Mesela Allah’ın ilim sıfatı ile kudret sıfatı mana ve hüküm bakımından biribirinden farklıdır, hatta muhaliftir. İlim sıfatı varlığın her boyutuna nüfuz edebilirken, kudret sıfatı varlığın sadece mümkün olan boyutuna nüfuz edip taalluk ediyor. Diğer isim ve sıfatları da buna kıyas edebiliriz. İlm-i kelamda bu isim ve sıfatların mana ve hükümleri ve tecelli ve taalluk alanları etraflıca izah edildiği için biz bu meseleyi kısa kesiyoruz.

Her bir isim ve sıfat tecelli ederken mana ve hükmünü, tecelli ettiği yerde ve mahalde icra edip tezahür ettirmek istiyor. Diğer isim ve sıfatlar da aynı şekilde tecelli edince, eşyada ve mevcudatta bir ihtilaf, bir farklılık, bir başkalık hasıl oluyor. Nasıl Allah’ın isim ve sıfatları mana ve hüküm noktasından biribirinin aynı olması mümkün değil ise, o mana ve hükümlere mahal ve mazhar olan eşyanın ve mevcudatın da biribirisinin aynısı ve kopyası olması mümkün değildir. Demek eşya ve mevcudattaki ihtilaf ve farklılıklar, Allah’ın isim ve sıfatlarından gelen fıtri bir durumdur. Bu yüzden eşyayı ve mevcudatı bir kalıp içine sokup aynileştirmek ve her şeyi bir tek tip haline getirmek fıtrata aykırı bir ütopyadır.

İnsan, eşya ve mevcudat içinde daha özel ve daha seçkin bir konuma sahip olduğu için, insanların durumu biraz daha farklıdır. İnsan varlıklar içinde şahsiyet ve kabiliyet noktasından evrenin küçük bir nümunesi, küçük bir modeli gibidir. Her bir insan adeta değişik bir alem, farklı bir kainat gibidir. Duyguları, kabiliyetleri, düşüncesi ve mizacı noktasından insan tek başına bir alemdir. Yukarıda bahsedildiği gibi Allah’ın isim ve sıfatlarının farklı mana ve hükümleri insanda daha belirgin ve keskin bir şekilde tecelli ediyor. Böyle olunca, her bir insan özellik ve şahsiyet açısından diğer insanlardan tamamen farklı bir mahiyete sahip oluyor. Onun için bir insanın mizaç ve karakteri diğer insanınki ile aynı olmuyor, tamamen farklı, hatta zıt ve muhalif olabiliyor. İnsanları farklı kılan ve her birisini diğerinden başka bir alem yapan şey, Allah’ın isim ve sıfatlarının farklı mana ve hükümlerinin bir iz düşümüdür.

Bu farklılıkların yanında elbette ortak olan ve genel kabul görmüş değerler de vardır. İnsanların sosyal ve toplumsal varlıklar olmaları, bu ortak ve genel kabul görmüş değerleridir. Yani alemleri ve anlayışları biribirine yakın olan insanlar bir araya gelip yakınlaşmak ve toplumsallaşmak ihtiyacı hissederler. Bu toplumsallaşma ve yakınlaşmanın temel dinamiği kabiliyet ve anlayışların biribirlerine yakın olmasıdır. Toplumları ve milletleri oluşturan temel nokta burasıdır, yani ortak değerler ve genel kabullerdir. Ama bu ortak değerler ve genel kabuller hiçbir zaman insanları aynileştirmez, biribirinin aynı yapmaz. Bu yüzden aynı toplum ve milletler içinde farklı yapılanmalar ve farklı meslek ve meşrepler olabilir, bu hem fıtri hem de gerçekçi bir ihtiyaçtır. Önemli olan bu farklılıkların kavga ve çatışmaya gidecek kadar taassup ve bağnazlığa varmamasıdır. Hak ve doğru bir çerçevede, ortak değerleri ve genel kabulleri incitmeyecek bir seviyede insanların farklı meslek ve meşrepler oluşturması gayet doğal ve güzel bir durumdur. Hem de yukarıda izah edildiği üzere bu farklılaşmanın kökeni Allah’ın isim ve sıfatlarına dayanıyor.

Bu farklılık ve başkalık fıtri bir durum olduğu için, aynı mana peygamberlerde de mevcuttur. Bu sebeple her peygamberin fıtri ahvali ve mazhar olduğu şeriat biribirinden farklılık arz eder. Bu farklılıklarda hem Allah’ın isim ve sıfatları hem de kabiliyet ve istidatların rolü büyüktür.

Mesela, Allah’ın bir ismi bir peygamberde galipse, diğer isimler o ismin gölgesinde ve tesirinde kalıyor. Bu yüzden bütün isimleri eşit ve azami bir noktada aksettiremiyor. Bu yüzden peygamberlerin şeriat ve mahiyetleri bir ismin hükümranlığı altında kalıyor.Yanlış anlaşılmasın diğer isimler onlarda hiç tecelli etmiyor ya da eksik tecelli ediyor değil, diğer peygamberlere nispeten bir kıyaslamadır. Peygamberlerin arasındaki ihtilaf ve farklı makamların olması buradan kaynaklanıyor.

İki Cihan Serveri olan Peygamber Efendimiz (asv)'de Allah’ın bütün isim ve sıfatları azami ve dengeli bir şekilde tecelli ettiği için, onun şeriatı olan İslam bütün insanların kabiliyet ve mizaçlarını bünyesinde toplar ve çatısı altına alabilir bir genişliktedir. Yani genel çerçeve noktasından İslam bütün insanlığı kuşatan çatısı altına alan geniş bir dairedir. Hiç bir kimse "İslam kalıp açısından dar olduğu için filanca adamı ya da filanca toplumu çatısı altına alamaz ya da bünyesinde hazmedemez." diyemez.

İslam dininin karakterinde Hazreti Peygamber (asv)'in geniş ve eşsiz mahiyeti ve mizacı vardır. Bu öyle bir mahiyet ve mizaçtır ki hiçbir insan bu mahiyeti ve mizacı delip geçemez. Lakin küfür ve şirkte inat edip imana yanaşmayanlar bahsimizin dışındadır, zaten onlar İslam’ı dar veya yetersiz gördükleri için değil, başka manevi hastalıklardan dolayı inkar ediyorlar.

Bu noktalardan hareketle İslam dairesindeki meşru cemaat ve tarikatları inkar edip, bunlar İslam birliğine zarar veriyor demek, çok sığ ve yüzeysel bir yaklaşım olur. Belki cemaat ve tarikatlara mensup olan bağnaz ve tutucu kişiler eğitilip bilinçlendirilebilirler, ama asla cemaatlerin farklılıkları inkar edilemez. Böyle bir yaklaşım fıtrata aykırı olur. Sahabeler zannedildiği gibi tek tip insanlar değildi, tam aksine her sahabe tek başına bir cemaat ve ayrı bir meşrepti. Onların birlik ve beraberliği temel ve muhkem konular üzerinde idi, yoksa şahsi ve fer’i konularda her bir sahabe ayrı bir dünya, ayrı bir alemdi. Zaten bir çok mezhepler ve cemaatler sahabelerin bu ihtilafına dayanmaktadır. Mesela Hanefi mezhebi İbn-i Mesud (ra)’un ekolüne bağlı bir mezheptir.

Dipnotlar:

(1) bk. Buharî ve Müslim.

(2) bk. Ebû Dâvûd, el-Akdiye, 11; Ahmed b. Hanbel,Müsned, V/230, 236.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 5.773
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

ERGİNARDAHANİ
Birde ALLAH ın isimleri imam-ı rabbanide başka, mevlana da başka bediüzzaman da başka isim azam mertebesinde tecelli ettiği için, haliyle bu evliyaullaha tabi olanlarında farklı algılanmasına sebeb oluyor olabilir.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...