"Medar-ı niza bir mesele varsa, meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız; herkes bir meşrebte olmaz." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
İslam dairesinde farklı meslek ve meşreblerin olmasının iki temel sebebi vardır. Birisi Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisine bakıyor. Diğeri ise insanların istidat ve kabiliyet durumuna bakıyor.
Allah’ın her bir isim ve sıfatı tecelli mana ve hükmünü, icra edip tezahür ettirmek istiyor. Diğer isim ve sıfatlar da aynı şekilde tecelli edince, eşyada ve mevcudatta bir ihtilaf ve farklılık hâsıl oluyor. Allah’ın isim ve sıfatları mâna ve hüküm noktasından birbirinin aynı olması mümkün değildir. O mana ve hükümlere mahal ve mazhar olan eşyanın ve mevcudatın da birbirinin aynısı olması mümkün değildir. Demek eşyadaki ve mevcudattaki ihtilaf ve farklılıklar, Allah’ın isim ve sıfatlarından gelen fıtrî bir durumdur. Bu yüzden, eşyayı ve mevcudatı bir kalıp içine sokmak ve her şeyi bir tek tip haline getirmek fıtrata aykırıdır.
İnsan eşya ve mevcudat içinde daha hususi ve daha mümtaz ve müstesna bir fıtrata sahip olduğu için, durumu biraz daha farklıdır. İnsan, varlıklar içinde istidat noktasından kâinatın küçük bir numunesi, fihristesi ve modeli gibidir. Her bir insan adeta değişik bir âlem, farklı bir kâinat gibidir. Duyguları, kabiliyetleri, düşüncesi ve mizacı noktasından insan tek başına bir âlemdir. Yukarıda bahsedildiği gibi, Allah’ın isim ve sıfatlarının farklı mana ve hükümleri insanda daha bariz, daha parlak ve keskin bir şekilde tecelli ediyor. Böyle olunca, her bir insan istidat ve şahsiyet açısından, diğer insanlardan tamamen farklı bir mahiyete sahip oluyor. Onun için her insanın istidadı, mizacı ve vasıfları tamamen farklı, hatta zıt ve muhalif olabiliyor. İnsanları farklı kılan ve her birisini diğerinden başka bir âlem yapan şey, Allah’ın isim ve sıfatlarının farklı mâna ve hükümlerinin tecellisidir.
Meşrebler, aynı meslekler içinde farklı hizmet tarzlarını benimseyen meslek kolları gibidir. Aynı meslek içinde farklılaşma ve ihtilaf, insanların mizaç ve anlayışlarının farklılığından ileri geliyor. Aynı mesleğe gönül vermişler, lakin birisi; “böyle hizmet edersek daha faydalı olur”, diğeri de “şöyle olursa daha iyi olur” düşüncesi ile hareket ettikleri için farklılıklar ortaya çıkıyor. Bu farklılıkların esası yine Allah’ın isim ve sıfatlarının insanlardaki farklı tecellisine bakıyor.
Meselâ; Nurculuk bir meslektir; bünyesinde birçok farklı meşrebleri barındırıyor., Risale-i Nurları Osmanlıca yazı ile yazmayı kendine meşreb edinenler, Risale-i Nurları okuma ve anlatmayı kendine meşreb yapanlar gibi birçok meşreb ortaya çıkmıştır. Bu meşrebler birbirlerinin aleyhinde olmadığı müddetçe farklı meşreb takip etmelerinde bir mahzur yoktur.
Yalnız, sadece kendi meşrebini meslek yerine koyup, "Nur mesleği budur, diğerleri Nur mesleğinin dışındadır" tavrına girilir ise, o zaman husumet, niza, taassub, başlar. Bu durumda meşreb ve meslek ilaç ve güzellik iken, zehir ve çirkin bir hale girer. Özünde meslek ve meşrebler güzel iken çirkinleştirenler, dar ve basit düşünceli insanlardır. Nasıl meslek mezhep yerine, mezhep fırka yerine, fırka da İslam yerine geçemez ise, meşrep de meslek yerine geçemez.
Mizaç, her bir insanın fıtri temayüllerine ve karakterlerine denir. Yukarıda izah edildiği üzere, Allah’ın her bir isim ve sıfatı insana farklı ve başka bir mahiyet ve mizaç vermiştir. Bu yüzden, her insan farklı bir âlemdir. Hiçbir insan, başka insanlarla hiçbir cihetten aynı olamaz. Ama kendine yakın hissettiği insanlarla aynı meşrep ve meslek çatısı altına girebilir.
Bazı insanlar fıtrat ve mizaç olarak çok güçlü olduğu için, sair zayıf ve basit mizaçlı insanları tesiri altına alıp ona rehberlik ve kanaat önderliği yapabilir. Ekseri olarak meşrepleri yönlendirenler de mizacı iyi, istidadı kuvvetli olan kişilerdir. İşte bu istidatlı kimseler, bazen meşrep gibi görülüp, aynı meşrep içindeki başka mizaçlar ile çatışabiliyor. Bu da meslek ve meşrepler içinde ihtilafa, tefrikaya ve bölünmelere sebep oluyor. Bu yüzden, meşrebin çıtası ne kadar geniş tutulursa, meşrep içindeki mizaçlar o kadar rahat ve kolay hizmet edebilirler.
Ama maalesef insanların ekserisinin istidadı, idraki ve anlayışı faklı olduğundan, kendine yakın bulduğu kişilere taassubla bağlandığı için, diğer mizaçtakileri dışlıyor, hatta düşman olarak görebiliyor.
Mizaç, meşreb değildir; meşreb de meslek değildir. Meslek mezhep değildir; mezhep de fırka olmadığı gibi, fırka da din değildir. Bu ölçülerin farkında olup, meseleye geniş pencereden bakarsak, hem İslam’ın ittihadı, hem de cemaatin birlik ve beraberliği, uhuvvet ve kardeşliği temin edilir. Yoksa kavga ve gürültü yükselir, dâhilî ihtilaflar hiç bitmez.
Netice olarak, insanların istidat ve mizaçları muhtelif olduğu için, hepsini bir kalıba sokmak ve tek tip bir meşreb altında tutmak mümkün olmuyor. Risale-i Nur mesleğini belli bir kalıba sokup; “Herkes bu kalıbın içine girmeye mecburdur, bundan başka hizmet tarzı, bundan başka meşreb yoktur” demek, hem fıtrata hem de Risale-i Nur’un ihatalı mesleğine uygun olmaz. İşte "çok fazla sıkı tutmayınız" tabiri bu manaya işaret ediyor.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
"Fırka" hakkında ek bilgi:
Fırka kelimesi (çoğulu fırak) sözlükte “ayırmak, bölmek; açıklayıp hükme bağlamak” mânalarına gelen fark kökünden isim olup insanlar arasından ayrılmış belli bir grup ve topluluğu ifade eder.
Terim olarak ise İslâm fikir tarihinde kendilerine has siyasî düşünce veya itikadî telakkilere sahip bulunan gruplar için “siyasî akım” (bir nevi parti) ve “itikadî mezhep” anlamında kullanılmıştır.
Dolayısı ile fırka tabiri mezheplerin bir tık üstü olan Ehlisünnet, Mutezile, Mürcie, Cebriye vesaire gibi fikri ekol ve düşünce guruplarını ifade ediyor. Şayet Ehlisünnetin görüşleri en üst çatı olan dinin bizzat kendisi olmuş olsa idi o zaman Ehlisünnete muhalefet eden herkesin küfre girmiş olması gerekirdi.
Oysa Mutezile fırka-ı dalledendir ama kafir değildir. Bu durumda fırka dinin bir altı oluyor. Din ise son sınırdır Müslümanlık, Yahudilik, Hristiyanlık gibi. Dinin dışına çıkan yani dinin sağlam ve açık hükümlerini inkar edenler küfre girer. Mutezile her ne kadar Ehlisünnete muhalefet ediyor olsa da ki bu yönü ile bidate girmiş oluyorlar dinin muhkem konularını inkar etmiyorlar etmiş olsalar o zaman dinin dışına çıkmış olurlar.
Ehlisünnet bu tarz dallin (sapkın) fırkaları küfürle itham etmiyor onun yerine ehl-i kıble diyor. Ehl-i kıble tabiri dinin içinde ama ana akım anlayşa muhalefet eden anlamına geliyor. Ana akım anlayış ise Ehlisünnet anlayışıdır.
“Ümmetim yetmiş iki fırkaya ayrılır, onlardan sadece biri kurtuluş ehlidir.” diye buyurdu. Bunların kimler olduğu sorusuna, “Bunlar cemaatte olanlardır.” buyurdu. ( Diğer bir rivayette “Bunlar benim ve ashabımın üzerinde bulunduğu yolda olan kimselerdir.” manasındaki ifadeye yer verilmiştir. Ahmed b. Hanbel, 3/145; Zevaid, 6/226).
Bu hadiste de Ehlisünnet fırka-ı naciye (kurtuluşa erenler) diğerleri ise fırka-ı dalle (ateş ehli sapkınlar) olarak vasfediliyor. Dalle gurupları her ne kadar ateş ehli olmuş olsalarda ebedi cehennemde kalmayacaklar.
İşte "çok fazla sıkı tutmayınız" tabiri bu manaya işaret ediyor.
"Kolaylaştırınız! Zorlaştırmayınız! Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz! Birbirinizle anlaşın, iyi geçinin, ihtilâfa düşmeyin!" (Buharî, 3:72)
Hadisi ile ne kadar da paraleldir.