"İslâmiyetin mağz ve lübbünü terk ederek kışrına ve zahirine vakf-ı nazar ettik ve aldandık." İzah eder misiniz? “İsrailiyâtı usûlüne, hikâyâtı akaidine, mecazatı hakaikine karıştırmak” ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
"İslâmiyetin mağz ve lübbünü terk ederek kışrına ve zahirine vakf-ı nazar ettik ve aldandık. Ve su-i fehim ve su-i edeple İslâmiyetin hakkını ve müstehak olduğu hürmeti ifa edemedik. Tâ, o da bizden nefret ederek evham ve hayalâtın bulutlarıyla sarılıp tesettür eyledi.
Hem de hakkı var. Zira biz İsrailiyâtı usûlüne ve hikâyâtı akaidine ve mecazatı hakaikine karıştırarak kıymetini takdir edemedik. O da ceza olarak bizi dünyada tedip için zillet ve sefalet içinde bıraktı. Bizi kurtaracak, yine onun merhametidir." (1)
İslam dininin özü ve esası hükmünde olan manayı, lafza ve kalıba feda ettik. Yani ilim diye ayet ve hadislerin suret ve şekline odaklandık. Ayet ve hadislerin hakiki ve derin manalarına değil, lafız ve suret kalıplarına dikkat kesildik. Bu sebeple ayet ve hadisler de bize küsüp derinliğini ve inceliklerini gizlediler.
İslam’ın ilk üç asrı hariç, diğer dönemler taklit ve suret dönemidir. Yani bu dönemlerde ilim, Arapça gramer öğrenmek ve kaynak ezberlemek şeklinde tezahür etti. Ayet ve hadisler gramer olarak incelendi ya da zahiri manasından ibaret zannedildi. Mana ve incelikler göz ardı edildi. Bir de işin içine hurafelerin kaynakları hükmünde olan Yunan felsefesi ve İsrailiyat girince, ayet ve hadislerin aslı, özü ve manası iyice gizlendi ve saklandı. İslam alemi Kur’an ve hadisleri anlamak noktasında verimsiz ve taklit sürecine girmiştir. İlk üç asrın haricinde müçtehit çıkmaması buna güzel bir işarettir.
Kur’an’ın asıl maksadı tevhit, haşir, nübüvvet ve ibadet iken, insanlar bu maksatlara değil, Kur’an’ın kıssa ve hikaye yönüne baktılar. Kur’an’ın ince ve derin gayelerini iyi okuyamadılar.
Mesela, Osmanlı medreselerinde Kur’an talimi ve eğitimi tamamen lafzi ve sathidir. Bu yüzden Osmanlı dönemi bir İmam Azam, bir İmam Şafii ayarında alim yetiştirememiştir. Bunun tek sebebi, Kur’an ve İslam’ın özü ile değil, kabuk ve kışırları hükmünde olan lafız ve zahiri ile meşgul olunmasıdır.
Zahirperestlik geleneği İslam düşünce ve tefekkür dünyasını donuklaştırıp atıl bir vaziyete sokmuştur. Bu geleneği delip, yeniden asla dönmeyi deneyen alimler olmuştur; ama tam bir başarı gösterememiştir. Bu hususta Risale-i Nur, güzel bir asla dönüş numunesidir. Yani Risale-i Nurlar, Kur’an’ın lafzi ve zahiri bir tefsiri değil, hakiki ve nurani bir tefsiridir.
İsrailiyyatı Usulüne Karıştırmak:
Usul, metot ve yöntem anlamına geliyor. Tefsirin usulü ise, ayeti ayetle, ayeti hadisle, ayeti aklıselim (içtihat, rey, icma) ile anlamak ve izah etmek anlamına geliyor. Görüldüğü gibi ayet ya da hadisi tahrif olmuş İncil ve Tevrat ile izah etmek, tefsir usulünde yoktur ya da olmaması gerekir.
Tefsirde İsrailiyyat,Tevrat ve İncil kaynaklarında rivayet edilen kıssa veya hâdiseleri, Kur’an’ın kapalı ve özet bırakılan ayetlerin izahında ve açılımında kullanılmasıdır.
Tevrat ve İncil’in kıssaları Peygamber Efendimiz (asm)'in onayından ve süzgecinden geçmiş ise makbul, geçmemiş ise makbul değildir. Peygamber Efendimiz (asm)'ın onayından geçen bir şey zaten otomatikman hadis oluyor. Dolayısı ile bunu tefsirde kullanmakta bir beis olmaz.
Maalesef İslam’a giren hurafelerin büyük bir kısmı İsrailiyyat dediğimiz, Tevrat ve İncil kaynaklarında rivayet edilen kıssa veya hâdiselerden gelmiştir. Üstadımız bu cümle ile bu duruma işaret ediyor.
Hikâyatı Akaidine Karıştırmak:
Aslı astarı olmayan hikaye ve hurafeleri, İslam inancına uygulamakta ayrı bir tarihsel hastalıktır. Özellikle tasavvuf menşeli kaynaklarda bu tarz uygulamalar çok fazladır. "Kara Davut", "Envaru'l-Aşıkin" bunlara iki örnektir.
Bu eserlerin kaynakları arasında İncil ve Tevrat’ın bulunması, faydalanılan tefsirlerdeki bazı bilgilerin kontrolsüz olarak kullanılması, yine nakil yaparken zayıf rivayetleriyle tanınan Ka’b el-Ahbar, Vehb b. Münebbih gibi ravilerden aktarmalarda bulunması, kitapların güvenilirliğini tartışmalı bir duruma sokmaktadır.
Mecazatı Hakaikine Karıştırmak:
Kur’an ve sünnette çoklukla kullanılan mecazi ifadeleri hakikate tatbik etmek de ayrı bir hastalıktır. Mecazın misyonu, derin ve soyut anlamları akla yaklaştırmak için bir araç olarak kullanmaktır. Yoksa mecazı, ilk akla gelen anlamı ile anlamak hakikate bir saygısızlıktır. Mecazda ilk anlam değil, asıl işaret edilmek istenen ikinci anlam önemlidir. Ama cahiller mecazı aynı hakikat zannettiler.
Buradaki kısa cümlede mecaz, alimlerin elinden cahillerin eline geçmesi durumunda, nasıl mecaz iken hakikate dönüştüğünü ve hurafelere kapı açtığına işaret olunuyor.
Mesela, "Aslan gibi adam." denildiği zaman, adamdaki cesaret ve kuvvet vurgulanmış oluyor. Ama biz bunu zahiri ve hakikat olarak anlasak, o zaman adamı aslan gibi pençesi olan, kuyruğu olan bir garip duruma sokarız ve asıl anlatılmak istenen kuvvet ve cesaret manası gizlenir ve anlaşılmaz, acayip bir hurafe mana ortaya çıkar...
(1) bk. Muhakemat.
İlgili ders videosu için tıklayınız:
Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Dersleri (1.Bölüm)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Mecazatı hakaike karıştırarak kıymetini takdir edememek dünyada neden bizi zillet ve sefalet içinde bırakmıştır?
Biz Müslümanlar, İslam'ın ruhuna uygun hareket edemediğimiz ve İslam'ın vermek istediği mesajları hakkıyla yansıtamadığımız için gerilemeye ve zillete düşmeye maruz kaldık. Zira İslamiyetin kanunları ve esasları sadece ahiret saadetini değil, dünya hayatının saadetini de temin etmeye kâfi ve vafidir. Bu noktadan bu esasları reddeden veya yanlış kullananların hem dünya hem de ahirette sıkıntıdan kurtulması mümkün değildir.
İşte İsrailiyat dediğimiz Yahudi akidesindeki yanlışlıkları İslam'ın esaslarıyla, bazı asılsız veya zayıf hikayeleri gerçek inanç kaideleriyle veya bazı hikmetler için kullanılan mecazları da hakikatlerle karıştırdığımız için tedenni ve sefalete düştük. Özellikle mecaz ile anlatılmak istenen mühim hakikatlerin (Dünyanın öküz ile balığın üstünde olması gibi) gerçek derslerini veremediğimiz zaman, İslamiyette sanki ciddi hurafeler varmış gibi algılanmasına ve Müslümanların bile itirazına kapı açılmasına vesile olmaktadır. Böylece müslümanların zayıflamasına ve kalitesinin düşmesine yol açıldığından, zillet ve sefalete doğru yol alınmış olur.
Bu zillet ve sefaletlerden kurtulmak için İslam'dan ve Kur'andan özür dileyerek, Asr-ı saadet, Tabiin ve Tebe-i tabiin gibi gerçek İslama yönelip, kabuğunu bırakıp bizzat içine ve meyvesine talip olarak hem dünya hem de ahiret saadetine müşteri olmalıyız.
"Marîz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesi, ittibâ-ı Kur'ân'dır." cümlesini izah eder misiniz?
Muhâkemat Dersleri, Üçüncü Bölüm
Osmanlı medreselerinde Kur’an talimi ve eğitimi tamamen lafzi ve sathidir.... deniliyor.
Ama Osmanlının son dönem alimlerine dahi gıpta ile bakıyoruz. Ki yükselme dönemindeki alimler de az olmasa gerek.
Ama siz sathi diyorsunuz, bu nasıl olabilir?
Allah razı olsun