"İslamiyetin müsellematını tamamen imtisal ettiği cihetle bihakkın daire-i dahiline girmiş zatta, meylü’t-tevsi, meylü’t-tekemmüldür..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İslâmiyetin müsellemâtını tamamen imtisal ettiği cihetle bihakkın daire-i dahiline girmiş zâtta, meylü’t-tevsi, meylü’t-tekemmüldür. Lâkaytlıkla hariçte sayılan zatta, meylü’t-tevsi, meylü’t-tahriptir."
"Fırtına ve zelzele zamanında, değil, içtihad kapısını açmak, belki pencerelerini de kapatmak maslahattır. Lâübâliler ruhsatlarla okşanılmaz; azîmetlerle, şiddetle ikaz edilir." (Mektubat, Hakikat Çekirdekleri: 103.)
"İslâmiyetin müsellemâtını tamamen imtisal ettiği cihetle bihakkın daire-i dahiline girmiş zatta, meylü't-tevsi, meylü't-tekemmüldür."
İslam’ın temel emir ve yasaklarına uyan ve Ehl-i sünnet usulünü tam benimsemiş birisinin gayesi; Allah’ın rızasını kazanmak ve ebedî saadete nail olmaktır. Bu tarzda düşünen ve böyle bir hayat süren bir insan, dünyayı ahirete bir basamak yapar, dünyevî nimetleri de ahiretteki derecesini artırmaya yarayan bir alet ve vasıta olarak görür. Hz. Ebu Bekir (ra)’ın zenginliği ve servetini Allah yolunda harcaması gibi...
"Lakaytlıkla hariçte sayılan zatta, meylü't-tevsi, meylü't-tahriptir."
İslam’ın emir ve yasaklarına uymayan ve Ehl-i sünnet çizgisinde hayat sürmeyen birisinin bütün gayesi ise, dünyayı imar etmek, nefsinin arzularını tatmin etmek, zevk ve menfaatinin peşine koşmaktır. Asıl gayesi ve birinci hedefi dünya olan insanlar ise, dini dünya saadeti yanında bir renk ve bir alet olarak görürler. Mesela, din ile dünyası çakışsa, dünyayı tercih eder ve dini de ona göre tevil eder. Bu düşüncede olanların içtihad anlayışı semavi değil, arzidir.
"Fırtına ve zelzele zamanında, değil, içtihad kapısını açmak, belki pencerelerini de kapatmak maslahattır."
İmanın zayıfladığı, ibadetin terk edildiği ve ahlakın sukut ettiği bir cemiyette, içtihad kapısını açmak kışın şiddetli soğuğunda kapı ve pencereleri açmak gibidir. İman, ibadet ve ahlak sağlam bir zemine oturmadan içtihadla meşgul olmak, dinin tahrifi ve fesada uğraması demektir.
"Lâübâliler ruhsatlarla okşanılmaz; azîmetlerle, şiddetle ikaz edilir."
Dinî konularda gevşek olan ve ibadetlerini yerine getirmeyen insanlara dinin ruhsat yönü değil azimet yani takva ve ikaz yönü gösterilir. Zaten gevşek olan adama bir de ruhsat verirseniz, onu felakete sürüklemiş olursunuz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
"Lâübaliler ruhsatlarla okşanılmaz; azimetlerle, şiddetle ikaz edilir." cümlesi mesleğimizin "kavl-i leyyin" düsturu ile tenakuz teşkil etmiyor mu?
"Kavl-i leyyin"; sözü yumuşak söylemek, muhatabı rencide etmeden tatlı bir dil ile maksadını anlatmaktır. Kavl-i leyyin Resul-i Ekrem Efendimiz (asm)'in konuşma tarzı ve peygamberlerin tebliğ usulünü ifade eden bir ıstılahtır. Cenab-ı Hak başka bir ayette Resûl-i Zîşan Efendimize (asm.) hitaben şöyle buyuruyor:
Bu ayetten anlaşılıyor ki, lisanında kavl-i leyyin, kalbinde şefkat ve merhamet tecelli eden Peygamber Efendimiz (asm.) o şirk, cehalet ve zulüm asrındaki insanları etrafında bir pervane gibi döndürerek onlara, “mahbub-u kulûb, muallim-i ukûl, mürebbi-i nüfus, sultan-ı ervah oldu.”
Cenab-ı Hak, küfür ve inatla haddini tecavüz eden Firavun’u, hidayet yolunu tutmayacağını bildiği halde, hak dine davet ve kavl-i leyyini talim için gönderdiği Hazret-i Musa (as.)’a şöyle emrediyor:
Cenab-ı Hakk’ın inayetine mazhar, her cihetle mansur ve muzaffer olan bütün peygamberler, tebliğatlarını kavl-i leyyin ile yapmışlardır. Bizim de bu hususta onları hüsn ü misal almamız, hassas davranmamız, tebliğimizi kalv-i leyyin ile yapmamız lazım.
Bir insanın davasında muvaffak olması, onun kavl-i leyyin sahibi olmasına bağlıdır. Kavl-i leyyinle, yani tatlı dille söylenen her söz, kalpleri teshir eder, insanları birbirine rabteder ve dostlukları artırır. Hatta en inatçı ve mütekebbir insanları bile insafa getirir ve onu hakkı kabule mecbur eder. İnsan bazen tatlı bir söz ile en aziz ve mukaddes olan hayatını dahi feda eder. Bazen de bir söz insanın kalbini fethedip onun irşadına vesile olur.
Kelâmın nezaketle ve yumuşaklıkla ifade edilmesi ilim ve hikmetin muktezasıdır. Söylenen söz ilim ve hikmete uygun ve kavl-i leyyin ile söylenmelidir ki te’sir etsin. Aksi halde, o kelâm doğru olsa bile, kabul edilmez ve reddedilir. Konuşmalarında sert, kaba ve küçük düşürücü ifadelerle muhatabını rencide edenler, haklı davalarını anlatamadıkları gibi, muhataplarının da nefretlerini kazanırlar. Zira rıfk ve mülâyemet vifak ve ittifakı; sertlik ve katılık ise nifak ve şikakı netice verir.
"Laubali" ifadesi, dini yaşama hususunda tembellik eden, gevşeklik gösteren ve gayret göstermeyen mü’minlere bir işarettir. İtikadı sağlam olan bir insana azimeti göstermek mukteza-ı hale mutabık hareket etmek demektir. Yani halin icabına uygun bir davranış sergilemektir.
Lakin iman ettiği halde, dini yaşamada gevşeklik gösterenlere karşı ruhsatı değil, azimeti, yani takvayı göstermek gerekir. “Lâübaliler ruhsatlarla okşanılmaz; azimetlerle, şiddetle ikaz edilir.”(1) sözü de buna matuftur.
(1) bk. Mektubat, Hakikat Çekirdekleri: 103.