Kainatta her şeyin tesadüf olduğunu iddia edenlere ne cevap verilebilir?
Değerli Kardeşimiz;
Ebu Cehil gibi insanlar bağnaz, inatçı ve cahil olduğu için, gözü önünde gösterilen mucizelere bile "sihir" diyerek inkârlarında ısrar etmişler. Yani bu tarz histerik insanlara delil işlemez. Dünyanın en kati en açık en etkili delilini de getirsen ikna olmazlar yine de inkârlarına bir bahane, bir kılıf uydurabilirler.
Bizim vazifemiz tebliğdir, inanıp inanmamak kişiye kalmış bir şeydir. Hatta Allah bile imtihan gereği bu tarz kâfirlere baskı kurup hidayetini zorla kabul ettirmiyor. Yani kişiyi inanıp inanmama konusunda kendi reyine bırakıyor.
Üstadımız "Eşek muzaaf bir eşekliğe girse, sonra insan olsa, 'Bu fikri kabul etmem.' diye kaçacaktır."(1) demektedir.
Bir otomobilin, mühendis tasarımı olmadan tesadüfen olması ne kadar mümkünse, otomobilden çok çok üstün olan bir tavuğun bir ineğin bir arının tesadüfen oluşması da o kadar mümkündür.
Tesadüf fikri deli saçmalığı olup, muhtevasında bütün fen ilimlerini inkâr manası vardır. Zira kâinatın bir nizam ve plan üzerine olduğunun en büyük ispatı fen ilimleridir. Şayet fen ilimlerini inkâr kabil olursa, o zaman kâinatın bir plan ve nizam üzerine olduğu manası da inkâr edilebilir.
Sebep sonuç kanunu açısından da tesadüf saçma bir fikirdir. Sonucu kabul edip sebebi inkâr etmek imkânsızdır. Üstad Hazretleri bu hususa şu şekilde işaret ediyor:
"Nasıl ki, madrup, elbette dâribe delâlet eder. San'atlı bir eser, san'atkârı icab eder. Veled, vâlidi iktiza eder. Tahtiyet, fevkiyeti istilzam eder, ve hâkezâ... Bütün umur-i izafiye tabir ettikleri, birbirisiz olmayan evsâf-ı nisbiye misillü, şu kâinatın cüz’iyatında ve heyet-i umumiyesinde görünen imkân dahi, vücubu gösterir. Ve bütün onlarda görünen infial, bir fiili gösterir. Ve umumunda görünen mahlûkiyet, hâlıkıyeti gösterir. Ve umumunda görünen kesret ve terkip, vahdeti istilzam eder."(2)
Madrup, elbette dâribe delâlet eder: Ortada fiil varsa fail de vardır demektir; fail olmadan fiilin olması imkânsızdır. Dövülme fiili döven faili gösterir, yani ortada bir dövülme varsa döven de var demektir, döven olmadan dövülmenin olması mümkün değildir. Tesadüf fail değil failsizliktir.
San'atlı bir eser, san'atkârı icab eder: Sanat varsa mutlaka bu sanatın sanatkarı vardır; sanatkâr olmaksızın sanatın olması mümkün değildir.
Veled, vâlidi iktiza eder: Ortada bir çocuk varsa, onu doğurtan bir babası vardır; baba ve anne olmaksızın çocuk olamaz. Yani fiil ile fail arasında şiddetli bir gereklilik, lüzumiyet bağı vardır. Bu bağı ve gerekliliği ortadan kaldırmak mümkün değildir.
Tahtiyet, fevkiyeti istilzam eder: Bir şey alta ise mutlaka onun bir üstü vardır. Zira alt kavramını ortaya çıkartan ve meydana getiren şey onun üstüdür. Alt, üst ile vardır. Mesela, oğul kavramını anlamlı kılıp varlık haline sokan şey babalık kavramıdır; babalık olmadan oğulluk olmaz. Demek altın varlığı üstün varlığına bağlı ve onun ile kaimdir. Yani altlığın varlığını meydana çıkaran ve devam ettiren üstlük kavramıdır.
İşte bu gereklilik ve lüzumluluk hakikati, Allah ile kâinatarasında da cari bir hakikattir. Allah olmadan kâinatolmaz ya da kâinatvarsa Allah’ta vardır. Nasıl dövülme fiili mecburi olarak döven faili gösteriyor ise kâinattaki haddi hesabı olmayan her bir fiil ve icraatta Allah’ı akla vacip derecesinde lüzumlu ve gerekli kılar. Kâinatta ki her bir fiil Allah’ın bir ismine ya da sıfatına intikal eder. Rızkın Rezzak’a, temizlik fiilinin Kuddus ismine, hayatların Hay sıfatına intikal etmesi gibi.
Hal böyle olunca mükemmel ve muazzam bir nizam ve sistemi fen ilimleri sabit olan kâinatın elbette bir Nazımı ve Munazzımı vardır ve o da sonsuz ilim, irade ve kudret sahibi olan Allah’tır.
Kuru, cansız ve şuursuz toprağın üstünde yine şuursuz bir odun ile yani bitki ve ağaçların eli ile bize sunulan sebze ve meyveler, Allah’ın kasti ve iradi bir ikramı ve ihsanıdır.
Evimize gittiğimizde mutfakta harika yemek ve tatlılar ile karşılaşsak, hemen annemizin o maharetli ve şefkatli ellerini öpmek ya da eşimize teşekkür etmek içimizden gelir. O harika yemek ve tatlıları mutfaktaki tasa, kaba vermek hiç aklımızdan geçmez. Yani o yemek ve tatlılar annemizin veya eşimizin kastı ve iradesi ile oluşmuşlardır.
Aynı şekilde şu dünya mutfağında, bitki ve ağaç kapları ile bize takdim edilen sayısız nimetler de Allah’ın sonsuz şefkat ve ihsanının kasti bir ikramıdır, diye telakki edip, ona namaz ve niyaz ile teşekkürde bulunmak gerekir. Bütün bu nimetleri tesadüf ile geçiştirmek ancak akılsızlıkla izah edilebilir.
Değil kâinatın tesadüf eseri oluşması, kâinatın küçük bir cüzünün bile tesadüfen oluşması mümkün ve kabil değildir. Risale-i Nurların bütün eczaları bu hakikati kati olarak ispat ediyor. Biz tafsilatını Risale-i Nur'a havale ederek basit birkaç örnekle izah edelim.
Mesela şeker var, un var, su var vesaire var, ama bunları karıp karıştırarak, ondan güzel bir pasta yapacak bir aşçı yok. Bu malzemeler mutfakta yan yana sonsuza kadar dursa, yine de o pasta oluşmaz.
Aynı şekilde, bir güneşin, bir böceğin muazzam sanat ve hikmetle icat edilmesini tesadüfe havale etmek, ahmaklığın en aşağı makamı olsa gerek.
Arkeologların, kazı yaparken iki taşın üst üste olmasını bile tesadüfe veremeyip "burada bir medeniyet yaşamış" demeleri gibi şu kâinat medeniyetinde ve şehrinde harika gezegen ve yıldızların hassas bir ölçü ve ahenk ile dönüp dolaşmalarını tesadüfe vermek akıl kârı değildir.
Bir çiçeğin tesadüfen veya kendiliğinden oluşması ebedi ve ezeli olarak imkânsızdır. Zira çiçek üstünde fail ve sanatkârına işaret eden sayısız nakış ve işlemeler vardır. Bütün bu nakış ve işlemeler kendiliğinden tesadüfen ortaya çıktı demek, bir uçağın mühendis ve usta olmadan kendiliğinden oluştu denmesi ile aynıdır.
Basit bir fiil bile failsiz olmadığına göre, çiçek ya da ona benzer harika ve mükemmel sanatların kendiliğinden failsiz bir şekilde vücut bulması mümkün ve kabil değildir...
Buna benzer trilyonlarca örnek vermek mümkünken, mükemmel ve muazzam bir sistem ve düzene sahip olan kâinatı tesadüfe havale etmek, hakikaten tam bir cehalet ve hamakattır. Kâinatta tesadüfe tesadüf edildiği görülmemiştir.
Dipnotlar:
(1) bk. Lem'alar, Yirmi Üçüncü Lem'a.
(2) bk. Sözler, Otuz Üçüncü Söz, Yirmi Beşinci Pencere.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü