"Karıncayı emirsiz, arıyı yâsupsuz bırakmayan kudret-i ezeliye, elbette, beşeri de bırakmaz şeriatsiz, nebisiz. Sırr-ı nizam-ı âlem böyle ister elbette." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

İlahi kanun, küçük bir dairede nasıl işliyor ise, aynı kanun büyük dairede de aynı şekilde işler. Bu açıdan bakıldığında ilahi kanunların her şeye ihatası bulunuyor. İlahi kanunların bir yeri bir daireyi es geçmesi, ihmal etmesi söz konusu değildir. Mesela, suyun kaldırma kanunu bir damla suda geçerli olduğu gibi, koca okyanusta da caridir.

"... Kanun bir silsiledir; ef’âl onunla bağlıdır." (Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas)

Yani Allah hangi kanunla baharda bir sineği ihya ediyorsa, aynı kanunla mahşerde mevcudatı ihya edecektir.

Allah, ilahi hakikatleri anlatmaları, insanları hidayete kavuşturmaları için her taifeye, her kavme ve her ümmete elçilerini göndermiştir. Bu da ilahi bir kanundur.

Bu kanun bütün hayvanlar âlemi için de geçerlidir. Üstad Hazretlerinin; "Karıncayı emirsiz, arıyı yâsubsuz (arı beyi) bırakmayan" ifadesi de bunu teyid etmektedir.

Karınca ve arıya kadar bütün hayvanların ve her varlığın, âdeta bir lideri ve rehberi vardır. Her arı kovanının başında bir lider arı vardır. Karıncayı emirsiz, hayvanları lidersiz ve rehbersiz bırakmayan Allah, kâinatın yaratılış gayesi olan insanı hiç rehbersiz bırakır mı? İnsanın niçin yaratıldığını, vazifesinin ne olduğunu, Allah’ın emir ve yasaklarını, nereden gelip nereye gideceğini hem anlatarak ve hem de yaşayarak bildirecek ilahi elçilere ve rehbere ihtiyaç vardır.

Bütün enbiyalar Allah’ın en mümtaz ve en ulvi fıtratta yarattığı rehber şahsiyetlerdir. Cenab-ı Hak, onları her türlü maddi ve manevi kemalatın, saadet ve selametin vesilesi kılmıştır. Bu nokta-i nazardan insanın yaratılışından itibaren her zaman peygamberlere ihtiyaç olmuş ve her ümmet için bir peygamber gönderilmiştir.

“Hiçbir millet yoktur ki, kendi içinde (onları Allah’ın azabıyla) korkutan bir (peygamber) gelip geçmiş olmasın.” (Fatır, 35/24)

“Her milletin bir peygamberi vardır...” (Yunus, 10/47)

Peygamberlik çalışmakla elde edilmez, o ilahi bir mevhibe, rabbani bir bağış ve hususi bir lütuftur. Allah, o mukaddes vazifeyi mümin kullarından ehil gördüklerine ihsan eder ve peygamberliğe seçtiği kulunu bu vazifeye hazırlar. Peygamberlik vazifesini tevdi edinceye kadar onu her türlü kötülüklerden korur ve bu şerefli makama ehil bir halde yetiştirir.

Evet, nübüvvet mühim bir vazifedir. İnsanları irşad ve onlara ulvi hakikatleri tebliğ için peygamberlerin gelmesi vücub derecesinde zarurîdir. Cenab-ı Hak, nihayetsiz şefkat ve merhametinden dolayı kullarına doğru yolu göstermeleri için peygamberler göndermiştir. Zira insanların ıslahı ve doğru yola yöneltilmeleri, ancak “ismet” sıfatıyla muttasıf olarak günahlardan arınmış peygamberlerin önderliğinde olabilir. Eğer kitap ve peygamber gönderilmese idi, insanlar Cenab-ı Hakk’ın emir ve yasaklarını, neyin helal neyin haram olduğunu bilemez ve sırat-ı müstakimde gidemezlerdi.

Bir insan ne kadar zeki, kabiliyetli, temiz, ince anlayışlı, ilim ve irfanda ileri olursa olsun, yine de bir peygambere ihtiyacı vardır, ondan müstağni olamaz. Her insanın anlayış ve kabiliyeti farklıdır. Bu bakımdan herkes aynı derecede her hakikati anlayamaz, hayır ve şerri birbirinden ayıramaz. Birinin şer dediğine diğeri hayır diyebilir.

İnsan, sadece aklını kullanarak varlıkları tanır ve vazifelerini bilir; fakat onların yaratılış gayelerini, tesbih ve ibadetlerini anlayamaz. Tevhid akidesi, hakikat-ı eşya, insanın ve kâinatın yaratılış gayesi gibi ulvi hakikatler, ancak onlar ile anlaşılır ve bilinir. Hem bu kâinatın ve insanın yaratılışındaki âli maksatlar ve ilahî hikmetler ancak “yüksek dellal, doğru keşşaf, muhakkik üstad ve sadık muallim” olan başta Hz. Muhammed (asm) olmak üzere diğer bütün peygamberlerle bilinir ve anlaşılır.

Peygambersiz akıl, her zaman sırat-ı müstakimde yürüyemez, ufku her şeyi kuşatamaz ve tam bir mürşid olamaz. Çünkü akıl da bir mahluktur, idraki sınırlı ve mahduttur. Nitekim Aristo ve Eflatun gibi üstün zekâ sahibi olan dâhiler, tekrar dirilmenin ruhen olacağına inanmışlar ve bedenin de dirilmesini akıllarına sığıştıramamışlardır.

İnsan, mücerred akıl ile Allah Teâlâ 'nın varlığını bilse dahi, O Zât-ı Akdes'in kutsî sıfatlarını ve esmasını, bu kâinatın yaratılış hikmetini, insanların vazifelerini, şu mevcudatın nereden gelip, nereye gittiklerini ve ahirete ait hakikatleri bilemeyeceğinden Cenâb-ı Hak onlara peygamberler ve semavi kitaplar gönderdi.

İnsan, şu dünyada, şiddetli ve dehşetli dalgalara maruz kalan bir sefine gibidir. Onu o müthiş dalgaların tehlikesinden kurtarıp, sahil-i selamete çıkaracak kaptanlar ise peygamberlerdir.

Bütün çiçeklerin açması, ağaçların meyve vermesi için güneşe nasıl ihtiyaç varsa, kalp ve gönüllerin nurlanması ve akılların irşadı için de hidayet güneşi olan peygamberlere o derece ihtiyaç vardır. Dünyada her hastalığın bir tabibi olduğu gibi, içtimai ve manevi hastalıkların tabibi de peygamberlerdir. İnsanlara Cenab-ı Hakk’ın emir ve yasaklarını anlatmak, onları birçok manevi hastalıklardan korumak ve cehaletten kurtarıp, fikren ve ilmen terakki ettirmek için peygamberler gereklidir.

Bediüzzaman Hazretleri nübüvvetin ehemmiyetini şöyle ifade etmektedir:

"Bil ki: Nev'-i beşerde nübüvvet, beşerdeki hayır ve kemalatın fezlekesi ve esasıdır. Din-i Hak, saadetin fihristesidir. İman, bir hüsn-ü münezzeh ve mücerreddir. Madem şu âlemde parlak bir hüsün, geniş ve yüksek bir feyiz, zahir bir hak, faik bir kemal görünüyor. Bilbedahe hak ve hakikat, nübüvvet içindedir ve nebiler elindedir." (Lem’alar, On Yedinci Lem'a, Dokuzuncu Nota.)

İlave bilgi için tıklayınız:

- Peygamberlik İnsanoğlu İçin Şarttır. (Video: Dr. B. SABAZ)

- İnsanlık Âlemi İçin Peygamberlik Şarttır! (Video: M. KARAMAN)

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Okunma sayısı : 2.633
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...