Kitap gelmeyen ya da bu kitaplardan haberi olmayan insanların durumu nedir, Allah kullarına kitap göndermek mecburiyetinde midir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Bu meselenin iki yönü var.

Birisi, kâinatın ve insanlığın tanzim ve tedvirinin icabı olarak irşad ve terbiyesi kitap ve nebi olmadan mümkün değildir. İstisnalar kaideyi bozmaz mülahazasınca, bazı kavimlere ve dönemlere nebi gelmemiş olması genel hükme zarar vermez. Zaten Allah, kitap ve nebi göndermediği kavmi de mes’ul tutmuyor.

İkinci yönü ise hadislerde beyan edildiğine göre insanların irşadı ve hakkı bulmaları için bir rivayette yüz yirmi dört bin, bir rivayette de iki yüz yirmi dört bin nebi gönderilmiştir. Yani yukarıdaki ifadeye göre insanların kahir ekseriyeti nebi ve kitaba muhatap olmuştur. Belki çok az bir kısım insan bu kaidenin dışında kalmıştır. Bu da umumî hükme ters bir durum teşkil etmez.

Üstad "muhaldir" derken, mutlak mânada nebi ve kitapsız olmayı kastediyor. Yoksa istisnasız muhaldir, demiyor. Allah’ın böyle bir tanzimi içinde nebi ve kitap elzemdir, olmaması düşünülemez. Allah insanları böyle bir tanzim içinde nebisiz bıraksa idi hikmetine zıt olurdu.

Peygamberler, Allah u Teâla’nın, kullarına emir ve yasaklarını bildirmek, onlara hakkı ve doğruyu açıklamak üzere gönderdiği ilahî elçilerdir. Bütün peygamberler vahye mazhardırlar; feyiz ve kemalatları kendi kesbleriyle değildir. Onların kalpleri vahyi ve ilhamı kabule pek ziyade müstaid olarak yaratılmıştır. Bütün enbiyalar Allah’ın en mümtaz ve en ulvî fıtratta yarattığı numune şahsiyetlerdir. Cenab-ı Hak, onları her türlü maddî ve manevî kemalatın, saadet ve selametin vesilesi kılmıştır.

İnsanın yaratılışından itibaren her ümmet için bir peygamber gönderilmiştir.

“...Hiçbir millet yoktur ki, kendi içinde (onları Allah’ın azabıyla) korkutan bir (peygamber) gelip geçmiş olmasın.” (Fatır Suresi, 24)

“Her milletin bir peygamberi vardır...” (Yunus Suresi, 47)

Peygamberler, ümmetlerine Allah’a iman etmeyi, emir ve yasaklarına uymayı tebliğ etmişler; onları tasdik edip itaat edenler, dünya ve ahiret saadetine mazhar olmuşlar, inkâr edenler ise ebedî bir azaba müstahak olmuşlardır.

Evet, nübüvvet mühim bir vazifedir. İnsanları irşad ve onlara ulvî hakikatleri tebliğ için peygamberlerin gelmesi vücub derecesinde zarurîdir. Cenab-ı Hak, nihayetsiz şefkat ve merhametinden dolayı kullarına doğru yolu göstermeleri için peygamberler göndermiştir. Zira insanların ıslahı ve doğru yola tevcih edilmeleri, ancak “İsmet” sıfatıyla muttasıf olarak günahlardan arınmış peygamberlerin rehberliğinde olabilir. Eğer kitap ve peygamber gönderilmese idi, insanlar Cenab-ı Hakk’ın emir ve yasaklarını, nelerin helal nelerin haram olduğunu bilemez ve sırat-ı müstakimde gidemezlerdi.

“Karıncayı emîrsiz, arıları ya'subsuz bırakmayan kudret-i ezeliye elbette beşeri de bırakmaz şeriatsız, nebîsiz. Sırr-ı nizam-ı âlem, böyle ister elbette.” (Mektubat, Hakikat Çekirdekleri)

Bir insan ne kadar zeki, kabiliyetli, temiz, ince anlayışlı, ilim ve irfanda ileri olursa olsun yine de bir peygambere ihtiyacı vardır, ondan müstağni olamaz. İnsan, sadece aklını kullanarak varlıkları tanır ve vazifelerini bilir; fakat onların yaratılış gayelerini, tesbih ve ibadetlerini anlayamaz. Tevhid akidesi, hakikat-ı eşya, insanın ve kâinatın yaratılış gayesi gibi ulvî hakikatler, ancak onlar ile anlaşılır ve bilinir. Kâinatın, insanın ve eşyanın yaratılışındaki âli maksatlar ve ilahî hikmetler ancak “yüksek dellal, doğru keşşaf, muhakkik üstad ve sadık muallim” olan peygamberlerle bilinir ve anlaşılır.

Peygambersiz akıl, her zaman sırat-ı müstakimde yürüyemez, ufku her şeyi kuşatamaz ve tam bir mürşid olamaz. Çünkü akıl da bir mahlûktur, idraki sınırlı ve mahduttur. Nitekim Aristo ve Eflatun gibi üstün zekâ sahibi olan dâhiler, Allah’a iman ettikleri halde, tekrar dirilmenin ruhen olacağına inanmışlar ve bedenin de dirilmesini akıllarına sığıştıramamışlardır.

İnsan, mücerred akıl ile Allahü Teâlâ'nın varlığını bilse dahi, O Zât-ı Akdes'in kudsî sıfatlarını ve esmasını, bu kâinatın yaratılış hikmetini, insanların vazifelerini, şu mevcudatın nereden gelip, nereye gittiklerini ve ahirete ait hakikatleri bilemeyeceğinden Cenâb-ı Hak onlara peygamberler ve semavî kitaplar gönderdi.

İnsan, şu dünyada, şiddetli ve dehşetli dalgalara maruz kalan bir sefine gibidir. Onu o müthiş dalgaların tehlikesinden kurtarıp, sahil-i selamete çıkaracak kaptanlar ise peygamberlerdir.

Bütün çiçeklerin açması, ağaçların meyve vermesi için güneşe nasıl ihtiyaç varsa, kalb ve gönüllerin nurlanması ve akılların irşadı için de hidayet güneşi olan peygamberlere o derece ihtiyaç vardır. Dünyada her hastalığın bir tabibi olduğu gibi, içtimaî ve manevî hastalıkların tabibi de peygamberlerdir. İnsanlara Cenab-ı Hakk’ın emir ve yasaklarını anlatmak, onları birçok manevî hastalıklardan korumak ve cehaletten kurtarıp, fikren ve ilmen terakki ettirmek için peygamberler elzemdir.

Bediüzzaman Hazretleri nübüvvetin ehemmiyetini şöyle ifade etmektedir:

“Bil ki: Nev'-i beşerde nübüvvet, beşerdeki hayır ve kemalâtın fezlekesi ve esasıdır. Din-i Hak, saadetin fihristesidir. İman, bir hüsn-ü münezzeh ve mücerreddir. Madem şu âlemde parlak bir hüsün, geniş ve yüksek bir feyiz, zahir bir hak, faik bir kemal görünüyor. Bilbedahe hak ve hakikat, nübüvvet içindedir ve Nebiler elindedir.” (Lem’alar)

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

isahalim
Bu konuyla ilgili ALTINCI NÜKTEDE GEÇEN kısım: "İmam-ı Rabbânî, hem delile, hem keşfe istinaden demiş ki: “Hindistan’da çok nebîler gelmiştir. Fakat bazılarının ya hiç ümmeti olmamış; veyahut mahdut birkaç adama münhasır kaldığı için iştihar bulmamışlar, veyahut nebî ismi verilmemiş.” Bu paragrafta "...veyahut nebî ismi verilmemiş." ile ne kastediliyor ?
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)
Büyük insan iyi insan olarak bilinmiş ama elçi olduğu anlaşılamamış demek.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...