Kur'an'ın "Belagatlerin bütün envaını, Fezâil-i kelamiyenin bütün aksamını, ulvi üslupların bütün esnafını" cem etmesinin misalleri nelerdir?
Değerli Kardeşimiz;
"Evet, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın sûrelerine ve âyetlerine ve hususan sûrelerin fâtihalarına, âyetlerin mebde’ ve maktalarına dikkat edilse görünüyor ki, belagatlerin bütün envâını, fezâil-i kelâmiyenin bütün aksâmını, ulvî üslûpların bütün esnâfını, mehâsin-i ahlâkiyenin bütün efradını, ulûm-u kevniyenin bütün fezlekelerini, maarif-i İlâhiyenin bütün fihristelerini, hayat-ı şahsiye ve içtimaiye-i beşeriyenin bütün nâfi düsturlarını ve hikmet-i âliye-i kâinatın bütün nuranî kanunlarını cem etmekle beraber, hiçbir müşevveşiyet eseri görünmüyor. Elhak, o kadar ecnâs-ı muhtelifeyi bir yerde toplayıp bir münakaşa, bir karışık çıkmamak, kahhar bir nizam-ı i’câzînin işi olabilir." (Sözler, 25. Söz, Birinci Şule)
Aslında 25. Söz'de belağate ve i'caza dair getirilen bütün deliller bu sorunun cevabı mesabesindedir. Çünkü Kur'anın tamamında bu özellikler tam görünse de her bir ayetinde hatta her bir parçasında buna dair deliller bulunabilir.
Üstad Hazretleri belagati şöyle tarif ediyor:
"O belagat ise nazmın cezaletinden ve hüsn-ü metanetinden ve üsluplarının bedaatinden, garib ve müstahsenliğinden ve beyanının beraatinden, faik ve safvetinden ve maanisinin kuvvet ve hakkaniyetinden ve lafzının fesahatinden, selasetinden tevellüd eden bir belâgat-ı hârikulâdedir." (bk. age., Birinci Şua)
Demek, belagat dokuz şeyden tevellüd ediyor; bu da kelama fazilet ve ulviyet kazandırıyor. Bu cihetler:
1. Nazmın cezaleti,
2. Hüsn-ü metaneti,
3. Üsluplarının bedaati,
4. Garib ve müstahsenliği,
5. Beyanının beraati,
6. Faik ve safveti,
7. Maânîsinin kuvveti ve hakkaniyeti,
8. Lafzının fesahati,
9. Selaseti.
Belagat, bunlardan tevellüd eden bir sanattır ve Kur'anda mükemmelen görünüyor.
İ’caz ise; insanları aciz bırakan, mucize demek olup, bunun nevileri ve vecihleri muhteliftir. Bu sebeple "İ’caz’ın en yüksek ve en ince derecesi şudur" demek doğru olmaz. Her i’caz kendi sınıfında üstün ve incedir.
Bu muhtelif i’cazları, Yirmi Beşinci Söz'de Üstad Hazretleri misal ve izahları ile tafsilî olarak izah ve ispat etmiştir.
Biz özellikle Üstad'ımızın ayetlerin i'cazı ile birlikte belagatine dair getirdiği delillerden bütün cümle ile birlikte, kelime kelime ve bazen harf harf ele alıp kelamın kemaline delil sunduğu çok ayetlerden en göze çarpanlarından üç taneyi buraya alacağız.
Birincisi:
Mesela وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ (1) Bu cümlede, azâbı dehşetli göstermek için, en azının şiddetle tesirini göstermekle göstermek ister. Demek taklîli ifade edecek; cümlenin bütün heyetleri de bu taklîle bakıp ona kuvvet verecek. İşte, لَئِنْ lâfzı, teşkiktir. Şek kıllete bakar. مَسَّ lâfzı, azıcık dokunmaktır; yine kılleti ifade eder. نَفْحَةٌ lâfzı, maddesi bir kokucuk olup kılleti ifade ettiği gibi, sîgası bire delâlet eder.
Masdar-ı merre tabir-i sarfiyesinde “biricik” demektir, kılleti ifade eder. نَفْحَةٌ deki tenvin-i tenkirî, taklîli içindir ki, “O kadar küçük ki, bilinemiyor” demektir. مِنْ lâfzı, teb’îz içindir, “bir parça” demektir; kılleti ifade eder. عَذَابِ lâfzı, nekâl, ikab’a nisbeten hafif bir nevi cezadır ki, kıllete işaret eder. رَبِّكَ lâfzı, Kahhâr, Cebbar, Müntakîm’e bedel yine şefkati ihsas etmekle kılleti işaret ediyor. İşte, bu kadar kılletteki bir parça azap böyle tesirli ise, ikab-ı İlâhî ne kadar dehşetli olur, kıyas edebilirsiniz diye ifade eder. İşte şu cümlede küçük heyetler nasıl birbirine bakıp yardım eder. Maksad-ı küllîyi, her biri kendi lisanıyla takviye eder. Şu misal bir derece lâfız ve maksada bakar.
İkinci misal: وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ (2) Şu cümlenin hey’âtı, sadakanın şerâit-i kabulünün beşine işaret eder.Birinci Şart: Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek ki, وَمِمَّا lâfzındaki مِنْ i teb’îz ile o şartı ifade eder.
İkinci Şart: Ali’den alıp Veli’ye vermek değil, belki kendi malından vermektir. Şu şartı رَزَقْنَاهُمْ lâfzı ifade ediyor. “Size rızık olandan veriniz.” demektir.
Üçüncü Şart: Minnet etmemektir. Şu şarta رَزَقْنَا daki نَا lâfzı işaret eder. Yani, “Ben size rızkı veriyorum. Benim malımdan benim abdime vermekte minnetiniz yoktur.”
Dördüncü Şart: Öyle adama veresin ki, nafakasına sarf etsin. Yoksa sefâhete sarf edenlere sadaka makbul olmaz. Şu şarta يُنْفِقُونَ lâfzı işaret ediyor.
Beşinci şart: Allah namına vermektir ki, رَزَقْنَاهُمْ ifade ediyor. Yani, “Mal Benimdir; benim namımla vermelisiniz.”
Şu şartlarla beraber, tevsî de var. Yani, sadaka nasıl mal ile olur; ilim ile dahi olur, kavl ile fiil ile nasihat ile de oluyor. İşte şu aksâma مِمَّا lâfzındaki مَا umumiyetiyle işaret ediyor. Hem şu cümle de bizzat işaret ediyor; çünkü mutlaktır, umumu ifade eder.
İşte, sadakayı ifade eden şu kısacık cümlede, beş şartla beraber geniş bir dairesini akla ihsan ediyor, heyetiyle ihsas ediyor.
Üçüncüsü: İşte, heyette böyle pek çok nazımlar var. Kelimâtın dahi, birbirine karşı aynen, geniş, böyle bir daire-i nazmiyesi var. Sonra kelâmların da, meselâ قُلْ هُوَ اللّٰهُ أَحَدٌ (3) ’de altı cümle var: üçü müsbet, üçü menfi. Altı mertebe-i tevhidi ispat etmekle beraber, şirkin altı envâını reddeder. Herbir cümlesi, öteki cümlelere hem delil olur, hem netice olur. Çünkü her bir cümlenin iki manası var. Bir mana ile netice olur, bir mana ile de delil olur. Demek, Sûre-i İhlâsta otuz Sûre-i İhlâs kadar, muntazam, birbirini ispat eder delillerden mürekkep sureler vardır. Mesela,
(4)قُلْ هُوَ اللّٰهُ: ِلاَنَّهُ اَحَدٌ، ِلاَنَّهُ صَمَدٌ، ِلاَنَّهُ لَمْ يَلِدْ، ِلاَنَّهُ لَمْ يُولَدْ، لاَنَّهُ لَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ
Hem
وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ: ِلاَنَّهُ لَمْ يُولَدْ، ِلاَنَّهُ لَمْ يَلِدْ، ِلاَنَّهُ صَمَدٌ،
ِلاَنَّهُ اَحَدٌ، ِلاَنَّهُ هُوَ اللّٰهُ (5)hem
هُوَ اللّٰهُ فَهُوَ اَحَدٌ، فَهُوَ صَمَدٌ، فَاِذاً لَمْ يَلِدْ، فَاِذاً لَمْ يُولَدْ،
فَاِذًا لَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ (6)Daha sen buna göre kıyas et. Mesela, الۤمۤ - ذٰلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ (7)
Şu dört cümlenin her birisinin iki manası var. Bir mana ile öteki cümlelere delildir; diğer mana ile onlara neticedir. On altı münasebet hatlarından bir nakş-ı nazmî-i i’câzî hasıl olur.
İşârâtü’l-İ’câz’da öyle bir tarzda beyan edilmiş ki, bir nakş-ı nazmî-i i’câzî teşkil eder. On Üçüncü Söz'de beyan edildiği gibi, güya ekser âyât-ı Kur’âniyenin her birisi, ekser âyâtın her birisine bakar bir gözü ve nâzır bir yüzü vardır ki, onlara münasebâtın hutut-u mâneviyesini uzatıyor, birer nakş-ı i’câzî nescediyor. İşte, İşârâtü’l-İ’câz baştan aşağıya kadar bu cezalet-i nazmiyeyi şerh etmiştir. (bk. age., Birinci Şua)
Dipnotlar:
1: “And olsun, Rabbinin azâbından en küçük bir esinti onlara hafifçe dokunacak olsa...” (Enbiyâ, 21/46).
2: “Onlara rızık olarak verdiğimizden bağışta bulunurlar.” (Bakara, 2/3).
3: “De ki: O Allah birdir.” (İhlâs, 112/1).
4: De ki: O Allah’tır. Çünkü o birdir. Çünkü o hiçbir şeye muhtaç değildir ve her şey ona muhtaçtır. Çünkü o doğurmamıştır. Çünkü o doğurulmamıştır. Çünkü ona denk olacak hiçbir şey yoktur.
5: Hiçbir şey onun dengi değildir. Çünkü o doğurulmamıştır. Çünkü o doğurmaktan münezzehtir. Çünkü o hiçbir şeye muhtaç değildir ve her şey ona muhtaçtır. Çünkü o birdir. Çünkü o Allah’tır.
6: O Allah’tır. Öyle ise o birdir. Öyle ise o Sameddir. Öyle ise o doğurmamıştır. Öyle ise o doğurulmamıştır. Öyle ise onun hiçbir dengi yoktur.
7: “Elif lâm mim. Şu kitap ki, onda asla şüphe yoktur. O, takvâ sahipleri için bir yol göstericidir.” (Bakara, 2/1).
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü