"Küre-i Arz rengârenk muhtelif ve küçük küçük cam parçalarından farz olunursa, her biri başka hâsiyetle levnine ve cirmine ve şekline nisbet ile şemsden bir feyiz alacaktır." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Meselâ, küre-i arz rengârenk muhtelif ve küçük küçük cam parçalarından farz olunursa, herbiri başka hasiyetle levnine ve cirmine ve şekline nispetle şemsden bir feyiz alacaktır. Şu hayalî feyiz ise, ne güneşin zâtı ve ne de ayn-ı ziyasıdır. Hem de ziyanın temâsili ve elvân-ı seb’asının tesâviri ve güneşin tecellîsi olan şu gûna-gûn ve rengârenk çiçeklerin elvânı faraza lisana gelseler, herbiri 'Güneş benim gibidir.' veyahut 'Güneş benim.' diyeceklerdir."(1)

Bir çam parçasında tecelli eden akis, güneşin aynı olmadığı gibi, onun ışığı da güneşin ışığının aynı değildir. O cam parçasının kendi kabiliyetine ve rengine göre güneşten aldığı ışık esas alınarak güneşin o muhteşem ziyasını anlamak mümkün olmadığı gibi, aynadaki akisleri ölçü alarak güneşin zatını bilmek de mümkün değildir. Bu akisler Güneş'ten haber verirler, ama Güneş değildirler.

On Altıncı Söz’deki harika temsilde Üstat Hazretleri Güneş'in hararetini kudrete, ziyasını ilme benzetmişti. Örnek olarak kudret üzerinde konuşalım. İnsanın kudreti Allah’ın kudretinden haber verir, ama o kudrete hiçbir cihetle benzemez. Mahlûkların zatları Allah’ın zatına benzemediği gibi, sıfatları da O’nun kudsî sıfatlarına benzemezler.

Misâldeki cam parçalarının “Güneş benim gibidir.” demeleri, mahlûkatın sıfatlarını ölçü alarak Allah’ın sıfatlarını mahiyetiyle bilmenin mümkün olmadığına işaret ediyor. “Güneş benim.” demeleri ise Hallacı Mansur’un “ene’l-hak” demesine işaret ediyor.

آنْ خَيَالَاتِى كِه دَامِ اَوْلِيَاسْتْ * عَكْسِ مَهْرُويَانِ بُوسْتَانِ خُدَاسْتْ

“Evliyaya tuzak olan hayaller, ilâhî bahçelerin ay yüzlü güzellerinin akisleridir.”

Yeryüzü birbirinden farklı küçük cam parçalarıyla kaplanmış olsa, bunların her biri kendi rengine ve büyüklüğüne göre güneşten bir feyz alır, onun ışığıyla aydınlanır.

“Fakat ehl-i vahdetü’ş-şühûdun meşrebi fark ve sahvdır.”

Sahv; uyanıklık halidir. Cezbe ve istiğrak halinden çok farklıdır.

Mahv, Allah’ın varlığı yanında eşyanın varlığını yok saymaktır.

Sekir; ezelî varlığın başı döndürmesi ve onun içinde hapis olmaktır. Böyle bir halde olan bir veli, şeriatın mizanlarını ve eşyanın hakikatini o manevî sarhoşluk yüzünden tartamıyor ve mazur oluyor.

Fark; vacibi vacib, mümkünü mümkün bilmek, Hâlık ile mahlûku birbirine karıştırmamak demektir.

Fark ve hafv; vahdet-i şuhud yoludur. Allah’ın varlığı için eşyanın varlığını yok sayıp inkâr etmiyor. Sadece dikkate alınmaması ve unutulması gerektiğini vurguluyor.

“Ehl-i vahdetü’l-vücûdun meşrebi mahv ve sekirdir.”

Bu meşrepte, özellikle istiğrak halinde, kişi manevî bir sarhoşluğa maruz kalır, fark makamının gereğini yerine getiremez. Dilinden vacib ile mümkini birbirine karıştıran ifadeler dökülür. Sahv yani uyanıklık haline döndüğünde bunları söylemez olur.

“Sâfi meşrep ise, meşreb-i ehl-i fark ve sahvdır.”

Safi meşreb, fark ve sahv meşrebidir. Vacible mümkini karıştırmaz, vacibi vacib, mümkini mümkin bilmektir. Eşyayı uyanık bir halde ve olduğu gibi değerlendirmektir.

تَفَكَّرُوا فٖىٓ اٰلَآءِ اللّٰهِ وَ لَا تَفَكَّرُوا فٖى ذَاتِهٖ فَاِنَّكُمْ لَنْ تَقْدِرُوا

حَقٖيقَتُ الْمَرْءِ لَيْسَ الْمَرْءُ يُدْرِكُهَا فَكَيْفَ كَيْفِيَّةُ الْجَبَّارِ ذِى الْقِدَمِ

هُوَ الَّذٖىٓ اَبْدَعَ الْاَشْيَاءَ وَ اَنْشَأَهَا فَكَيْفَ يُدْرِكُهُ مُسْتَحْدَثُ النَّسَمِ

- Allah’ın nimetlerini tefekkür edin; O’nun zatını tefekkür etmeyin. Çünkü buna güç yetiremezsiniz.

- İnsan kendi hakikatini kavrayamadığı halde, Kadim zat-ı Cebbar’ın keyfiyetini nasıl kavrasın?

- Bütün eşyayı yoktan var eden odur. Sonradan yaratılan onu nasıl kavrasın?

İnsan aklı Allah’ın zatı hakkında ne düşünse bunlar tamamen o insanın kendi aklının eseri olurlar. Putpererstler kendi elleriyle put yapıp sonra ona taptıkları gibi, burada da insan, kendi aklıyla bir ilah ortaya koymaktadır.

İnsan Allah’ın zatını düşünmeye güç yetiremez, zira Allah’ın bütün sıfatları sonsuz ve mutlaktır, insanın aklı ise sınırlı ve kayıtlıdır.

İnsan aklı kendi mahiyetini bilme konusunda da kayıtlıdır. Akıl kendi mahiyetini bilemezken, yaratıcısının mahiyetini ve keyfiyetini nasıl bilebilir? Bu, bir yazının hattatı anlamaya zorlanması yahut bir binanın mimarı kavramaya çalışması gibidir, hatta onlardan çok daha ileri bir haddi tecavüzdür.

(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Nokta.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 1.508
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...