Bir işi iki kişinin yardımlaşarak daha kolay yaptıklarını söyleyerek kâinatta iki yaratıcının olabileceğini savunanlara nasıl cevap verilebilir?
Değerli Kardeşimiz;
İnsan aciz ve fakir olduğu için, bir işte ne kadar çok yardımcısı olsa o iş ona o kadar kolay olur, bu hüküm insan açısından doğrudur. Mertebe ve derece ancak cüz’i ve sınırlı kudretlerde olur. Mesela, insandaki kudret kayıtlı ve sınırlı olduğu için, bir bardağı kaldırmak ile bir masayı kaldırmak arasında fark olur. İnsan için on kilo ile on beş kiloyu kaldırmak arasında fark oluyor. Zira bizim kudretimiz zâtımızdan değil. Biz Allah’ın ihsan ettiği bir güçle işlerimizi görüyoruz. Ve bizim her şeyimiz sınırlı olduğu gibi, kuvvetimiz de sınırlı.
Büyük küçük, geniş dar, ağır hafif, uzun kısa, gibi kavramlar ve kayıtlar sadece cüz’i ve nispi kudretler için geçerlidir. Allah’ın kudreti sonsuzdur. Sonsuz için az ile çok, büyükle küçük, çiçekle bahar, baharla cennet eşittir; hepsi aynı kolaylıkla icad edilir. Baharı yaratırken çiçeğe nispetle daha fazla güç harcama diye bir şey yoktur. İkisi de aynı sonsuz kudretle ve aynı kolaylıkla ile yaratılıyor.
"Bir baharı halk etmek, bir çiçek kadar Ona kolaydır. Cenneti halk etmek, bir bahar kadar Ona rahattır." (20. Mektup)
Yirmi Dokuzuncu Söz’de “İşte, kudret-i İlâhiye, zâtiyedir; öyle ise, acz tahallül edemez..” diye başlayan bir hakikat dersinde bu konu en güzel şekilde işlenmiştir.
Şualarda geçen şu kaideyi de hatırlayalım: “Bir şey zâtî olsa, onun zıddı o zâta ârız olamaz.”
Allah’ın kudreti zâtındandır; onun için bu kudretin zıddı olan acz o kudrete giremez. Bir baharı yaratmakla bir çiçeği yaratmak arasında az bir fark olsa kudrete acz girmiş olur, bu ise muhaldir.
Ve yine Allah’ın kudreti muhittir, yani her şeyi ihata etmiştir. O muhit kudret için azla çoğun hiçbir farkı yoktur. Mesela, hava bütün yeryüzünü ihata ettiği için bir kişinin nefes almasıyla bütün insanların nefes alması arasında hava için bir kolaylık veya güçlük düşünülmez. Güneş için de bir kişiyi aydınlatmakla milyonları aydınlatmak arasında fark olmaz. Allah’ın bu aciz ve cansız varlıkları, O’nun ihsanıyla böyle küllî işleri külfetsiz yaparlarsa, elbette bütün mevcudatın Halık’ı olan Allah bütün varlık âlemini bir tek zerre gibi kolaylıkla sevk ve idare edebilir.
Allah sonsuz kudret sahibi olduğu ve acizlikten münezzeh olduğu için, O’nun bir işi yaparken yardımcılara muhtaç olduğunu vehmetmek hezeyandır, ahmaklıktır. Sonsuz kudret sahibi bir Zat'a, bir şeyi yaratmak ile her şeyi yaratmak müsavidir. Sonsuz kudrette makam, derece, zorluk ve kolaylık gibi şeyler mantıken mümkün değildir. Öyle olmuş olsa, zaten sonsuzluk vasfını kaybeder.
İlmi sonsuz, kudreti nihayetsiz ve iradesi mutlak olan Allah’ın, değil bir kâinatı, trilyonlarca kâinat olsa, onları tedbir ve idare etmesi, tek bir çiçeği tedbir ve idare etmesi ile aynıdır. Çünkü sonsuzluk yanında rakamların, çokluk ve azlığın hiçbir ehemmiyeti yoktur. Sonsuz bir kudret karşısında her şey eşittir.
Üstad Hazretleri bu manaları akla yaklaştırmak için, altı tane temsili zikreder. Biz ikisini numune olarak takdim edelim:
"Birinci Temsil: Şeffafiyet sırrını gösterir.
"Temsilin tamamı şöyle:
“Meselâ: Şemsin feyz-i tecellisi olan timsali ve aksi, denizin yüzünde ve denizin her bir katresinde aynı hüviyeti gösterir. Eğer küre-i arz, perdesiz güneşe karşı muhtelif cam parçalarından mürekkeb olsa; şemsin aksi, her bir parçada ve bütün zemin yüzünde müzahametsiz, tecezzisiz, tenakussuz bir olur. Eğer farazâ şems, fâil-i muhtar olsa idi ve feyz-i ziyasını, timsal-i aksini iradesiyle verse idi; bütün zemin yüzüne verdiği feyzi, bir zerreye verdiği feyzden daha ağır olamazdı.”
Bilindiği gibi, Allah’ın bir ismi Nur’dur ve bütün esması nuranîdir. Üstad Hazretleri Güneş için “Nur isminin kesif bir zılali” ifadesini kullanıyor. İşte bu temsilde, Nur isminin koyu ve katı bir gölgesi hükmünde olan Güneş'in, bütün aynalarda birlikte tecelli etmesi nazara verilerek, İlâhî isimlerin eşyada çok kolay tecelli ettiği, bir tecellinin diğerine mani olmadığı bozulmamış bütün kalplere kabul ettiriliyor.
Güneş bir zerreye verdiği feyzi, bütün zemin yüzüne de aynı kolaylıkla verebilmektedir. Bu harika misali bütün İlâhî isimler için tatbik edebiliriz. Meselâ, “Rezzâk” ismi bir nurdur, her bir rızık ise o nurdan bir lem’a gibidir. Cenâb-ı Hak bu isminin tecellisiyle, bir sineği, bir böceği rızıklandırdığı gibi, aynı kolaylıkla zemin yüzündeki bütün canlıları ve her bir canlının da bütün hücrelerini rızıklandırmaktadır.
"Üçüncü Temsil: Muvazene sırrıdır."Allah’ın sonsuz kudretiyle, her şeyi son derece kolay yarattığına mahlûkat âleminden farazî bir misâl veriliyor:
“Meselâ: Hakikî ve hassas ve çok büyük bir mizan bulunsa; iki gözünde iki güneş veya iki yıldız veya iki dağ veya iki yumurta veya iki zerre herhangisi bulunursa bulunsun, sarf olunacak aynı kuvvet ile o hassas azim terazinin bir gözü göğe, biri zemine inebilir.”
Sarf olunacak aynı kuvvetle, güneş de göğe çıkarılabiliyor, zerre de. İkisi arasında bir kolaylık veya zorluk farkı olmuyor.
Bu misalin hakikate tatbiki şöyledir:
Muvazene kelimesi “imkân”ın tarifiyle alâkalıdır.
İmkân; “iki tarafı müsavi olan, yani yokluğu ile varlığı eşit olan” şeklinde tarif ediliyor. Allah’ın varlığı zâtındandır, olması vaciptir, olmaması muhaldir; ezelîdir ve ebedîdir. Mahlûkatın ise varlıkları mümkindir, varlıkları zâtlarından değildir, yoklukta kalmaları ile varlık sahasına geçmeleri müsavidir. Vacip olan Allah’ın iradesiyle bu mümkinler var edilirler. Yani, İlâhî irade ile varlık kefesi ağır basar ve yokluk ortadan kalkar.
Dünya gibi âhiret de mümkin sınıfına girer; onun da olması ile olmaması müsavidir. Cenâb-ı Hak, âhiretin varlığını irade ettiği için varlığı yokluğuna galip gelmiş ve âhiret yaratılmıştır.
Bir çiçekle bir bahar, bir insanla bütün insanlar, bir atomla bir sistem, bir cevizle bir güneş “mümkin” olmakta eşittirler. Hepsi vacib olmaktan aynı derecede uzaktırlar. Vacib olan Allah’ın irade ve kudretinin taallukunda da bu mümkinler arasında hiçbir fark yoktur. Dilediğinde her mümkini aynı kolaylıkla varlık sahasına çıkarabilir.
Allah’ın sonsuz kudreti ve azameti karşısında kâinat küçük bir zerre bile değildir.
Aynı rütbede ve aynı mahiyette olanlar birbirlerine hükmedemezler. Ama mahiyetleri farklı, makam ve rütbesi yüksek olanlar, kendi emri altında olanları çok kolay ve rahat bir şekilde tedbir edip yönetebilirler. Mesela rütbeleri aynı ve sınıfları bir olan erlerin, kendi aralarında birbirlerine intizam vermesi çok müşküldür. Ama bir ordu komutanı bir eri de on bin eri bir “arş!” emriyle harekete geçirir, hepsini çok rahat bir şekilde idare eder.
Aynen bunun gibi, Allah’ın kudreti mahlûkatın kuvvetleri cinsinden olmadığı, onların mahiyetine benzemediği için hepsini çok kolaylıkla idare eder. Büyük-küçük, ağır-hafif, az-çok farkı yoktur. O’nun sonsuz kudreti karşısında her şey eşittir; hiçbir şey kudretine mani olamaz ve ağır gelemez.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar