"Madde rikkat peyda ettikçe, hayat şiddet peyda eder." cümlesini açıklar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
Kâinatta hayat ile madde, öz ile kabuk, mana ile lafız, ruh ile ceset, kesif ile latif hakikati ve zıtlığı hâkimdir. Birisi diğerinin zararına ve aleyhine gelişir ve terakki eder. Bunlar ters orantılıdır; birisi inkişaf ederken, diğeri kaybolmaya yüz tutar.
Hadîs-i şerîfte âhiretin tarlası olarak tavsif edilen bu dünya, o bâki âlem için çalışmakta ve oraya münasip mahsuller vermektedir. Bu derste, dünya hayatının kesif, âhiret âleminin ise latif olduğu ifade edilmekte ve bu dünyada hayatın latif meyveler vermesiyle dünya da bir yönüyle latifleşmektedir.
Meselâ, Yirmi Dokuzuncu Söz’de denildiği gibi; “Su, kendi zararına olarak incimad eder.” Yani, su buz halini alınca artık ona su denilmiyor, buz deniliyor. Bu ise suyun bir bakıma zararına olmuş oluyor. Dünya da âhiret hesabına vazifeler görmekle o âleme mahsuller gönderiyor, kendisi ise kıyamete ve ölüme doğru yol alıyor. Dünyada hayat ve hayatın bu latif neticeleri olmasa, cansız eşya için ölüm de söz konusu olmayacaktı. Bu yönüyle, yani hayatı netice vermesiyle, sanki dünya kendi zararına çalışmış gibi oluyor.
Buz da eriyip mayi halini alınca artık ona buz denilmiyor, varlığı ortadan kalkmış gibi oluyor.
“Lüb, kışrın zararına kuvvetleşir.” Yani bir çekirdeğin özü kuvvetlendikçe kabuğu parçalanıp dağılmaya doğru yol alır. Bu ise kabuğun zararına olmuş olur.
“Lafz, mana zararına kalınlaşır.” Kaba ifadelerle, gelişi güzel sergilenen sözlerde mâna çok zayıf düşer.
“Ruh, cesed hesabına zaîfleşir.” Büyük hayvanlarda, hislerin küçük hayvanlar kadar keskin olmayışı gösteriyor ki, sanki ruh cesedin büyük olması ile zayıflamış gibi olur.
“Cesed, ruh hesabına inceleşir.” Küçük hayvanlarda hislerin daha keskin olmasıyla sanki cesed ruh hesabına incelmiş gibi olur.
Son misal riyazeti de hatıra getirmekle birlikte, asıl maksat o değildir. Az yemenin manevî terakkide büyük faydaları olmakla birlikte tek ölçü değildir. Normal yiyerek çok ibadet eden insanlarda bu kazanç bir başka şekilde elde edilmektedir. Bununla beraber, çok yemek her halükârda zararlıdır.
“Kudret-i Fâtıra, gayet hayret verici bir faaliyetle kesif, camid, sönmüş, ölmüş eczalarda nur-u hayatı serpmesi, bir remz-i kudrettir ki; âlem-i latif hesabına şu âlem-i kesifi nur-u hayat ile eritiyor, yandırıyor, ışıklandırıyor, hakikatını kuvvetleştiriyor.”(1)
Nur Külliyatı’nda “Hakiki hakaik-i eşya esmâ-i İlâhîyedir.” buyurulur. Cansız bir eşyada Hâlık, Mâlik gibi birkaç isim tecelli eder. Rahmân, Rahim, Semi’, Basîr, Kerîm, Rezzâk, Şâfi, Hâdi gibi nice isimler cansızlarda tecelli etmezler. İşte cansız eşyaya hayat ihsan edilmesiyle, elementlerden hücreler, hücrelerden organlar ve bedenler yaratmasıyla o eşyanın hakikati kuvvetlenmiş olur.
Âlem-i latif, âhiret âlemidir. Bir ağaç meyve verdikçe ve ağaç ötesi bir âleme meyvelerini gönderdikçe, kendisi de ihtiyarlamaya doğru yol alır.
Elementlerin kendilerine mahsus tesbihleri olmakla birlikte, bunlardan bir hücre ve o hücrelerden canlı varlıklar yaratıldığında tesbihat çok daha ileri derecelere çıkar ve küllîleşir.
Hayat makinasının çalışmasıyla o cansız ve kesif elementler latifleşirler, ışıklanırlar, hakikatleri kuvvetlenir. Eşyanın hakikati esmâ-i İlâhîye olması noktasından, hayat ile daha çok isme, daha ileri derecede ayna olma şerefine erilir. Bu ise elementlerin hakikatinin kuvvetlenmesi demektir.
Bu iki zıtlardan biri, kuvvet kazandıkça, diğeri zayıflar. Böylece kuvvet kazanan şeyin kayıt ve vasıfları hâkim olur. Diğeri tamamen kaybolmasa bile, kaybolmuş gibi eserlerini gösteremez. Madde kuvvet kazandıkça, mâna zayıflar. Ruh inceldikçe, ceset kalınlaşır. Nuraniyet gittikçe, yerine zulmet gelir. Letafet azalınca, yerine kesafet gelir.
Madde rikkat peyda ettikçe, yani incelip zayıfladıkça, hayat şiddet peyda eder, yani kuvvet ve parlaklık kazanır. Madde kesif iken, hayat nuranîdir. Madde çok kayıtlar ile kayıtlı iken, hayat maddenin bu kayıtlarından azadedir.
Peygamber Efendimiz (asm)'da mana, nuraniyet, ruh, letafet, hayat, tamamen hükmettiği için, madde onda âdeta kaybolmuş; her bir âza ve cihazı nuraniyet ve letafet kazanmıştır. Bu yüzden, Resulullah Efendimiz (asm) her bir azası ile de görüyor ve işitiyordu.
Allah, imtihan muktezası olarak ruh ile bedeni dünya hayatı müddetince beraber bulunduruyor. Ruh, bu imtihandan dolayı birçok fıtrî vasıflarını kullanamaz. Ama bazı büyük zatlar ve evliya, birtakım terbiyelerle nuraniyet kesbederler. Böylece beden, ruh hafifliğinde maddî kayıtlardan kurtularak ulvi âlemlerde gezebilir. Peygamber Efendimiz (asm)'in miracına bu gözle bakılabilir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Hayat-Beden Münasebeti (Video).
1) bk. Sözler, Yirmi Dokuzuncu Söz, İkinci Maksat.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar