"Madem ben garibim ve gurbetteyim ve gurbete gideceğim,.." cümlesini nasıl anlamalıyız, "gurbete gideceğim" ne demektir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Gurbetteyim" ifadesi;

1. Üstadımızın o zamanlar vatanından ve memleketinden alınıp başka bir yere (Barla’ya) sürgün edilmesi, gurbettir.

On Sekizinci Söz'de geçen bu ifade;

"Firkatli ve gurbetli bir esarette, fecir vaktinde ağlayan bir kalbin ağlayan ağlamalarıdır." ve Altıncı Mektub'da geçen,

"Vatanımdan ve akaribimden ayrı düşüp yalnız kaldığımdan tevellüd eden firkatli bir gurbeti hissettim." ifadeleri de hali ifade etmektedir.

2. Üstadımızın birçok arkadaşının ve akrabalarının vefat etmelerinden dolayı yalnız kalması da bir gurbettir.

Altıncı Mektup'da geçen şu ifadeler de bunu teyid etmektedir:

"İhtiyarlık sırrıyla, hemen ekseriyet-i mutlaka ile, akran ve ahbabım ve akaribimden yalnız ve garip kaldım. Onlar beni bırakıp âlem-i berzaha gittiklerinden neş'et eden hazin bir gurbeti hissettim."

3. Ayrıca ehl-i iman bu dünyayı bir misafirhane, ahireti ise vatan-ı aslî telakki ettiklerinden dolayı böyle bir düşüncenin her insanda bulunması icab etmektedir. Dolayısıyla ahireti bilen insanlara göre, bu dünya gurbet diyarı hükmündedir. Bu hükme "Gayretli kardeşlerim, hamiyetli arkadaşlarım ve dünya denilen diyar-ı gurbette medar-ı tesellilerim!.." cümlesi, güzel bir ayna hükmündedir.

"Gurbete gideceğim" den maksad ise;

1. Üstad'ın bundan sonra da çok gurbetler ve sürgünleri göreceğinin bir habercisi hükmündedir. Çünkü bu mektup Barla hayatında yazılmış olup, Üstad daha sonraları Denizli, Eskişehir, Afyon, Emirdağ ve Isparta gibi yerlere de sürülmüştür.

Şu ifadeler de bunun açık bir delildir:

"Cenâb-ı Hak, benim gibi kalemsiz, yarım ümmî, diyâr-ı gurbette, kimsesiz, ihtilâttan menedilmiş bir tarzda; kuvvetli, ciddî, samîmi, gayyûr, fedakâr ve kalemleri birer elmas kılınç olan kardeşleri bana muâvin ihsan etti."(1)

Çünkü, Üstad'ın bütün hayatı sürgün ve gurbetle geçmiştir.

2. Aşağıda da ifade edildiği gibi, Üstad Hazretlerinin dünyada farklı bir dünyada yaşaması gurbet olarak kabul edilmiş denebilir. Yani, fani olan dünyadan yüzünü çevirerek onunla alakasını kesmek demektir.

"'Acaba şu misafirhanedeki vazifem bitmiş midir? Ta ki sizleri ve Sözleri tevkil etsem ve bütün bütün alakamı kessem' fikri hatırıma geldi. Onun için sizden sormuştum ki, 'Acaba yazılan Sözler kâfi midir, noksanı var mı? Yani vazifem bitmiş midir? Ta ki rahat-ı kalble kendimi nurlu, zevkli, hakikî bir gurbete atıp, dünyayı unutup, Mevlânâ Celâleddin'in dediği gibi "Semâ'ın ne olduğunu bilir misin? O, mevcudata sırt çevirip fenâ bulmak; fenâ-yı mutlak içinde bekayı zevk etmektir." deyip, ulvi bir gurbeti arayabilir miyim?'"(2)

Altıncı Mektub Bediüzzaman Hazretlerinin Barla'ya sürgüne gönderildiği dönemde yazılmıştır. Kendisi artık yirmi sekiz yılı bulacak bir hapis hayatını nazara verip eski talebelerinden ve Barla'da hizmetinde bulunan Barla halkından ayrılacağını ima ederek Eskişehir, Afyon, Kastamonu, Denizli gibi yerlere gönderileceğini hissetmiş ve bunu "gurbete gideceğim" şeklinde ifade etmiş olabilir.

Üstad Hazretleri aşağıdaki ifadelerinde de ahirete yolculuğu derhatır edip, dostlarından müfarakat zamanının yakınlaştığını ima edip, bunu da "gurbete gideceğim" şeklindeki hülasa etmiştir.

Ehl-i iman bu dünyayı bir misafirhane, ahireti ise vatan-ı aslî telakki ettiklerinden dolayı böyle bir düşüncenin her insanda bulunması icab etmektedir. "GURBETE GİDECEĞİM"den maksad "küllü atin karib" (Her gelecek yakındır) sırrıyla, her nefis ölümü tadacağı gibi; ben de bu ölümü tadacağım şeklinde düşünüp, bu dünyaya gönlünü bağlamaz. Çünkü misafir olan, beraber getirmediği şeylere gönül bağlamaz.

Üstad Hazretleri bu mevzuyu Risale-i Nur eserlerinde gayet geniş olarak ele almaktadır. Burada bazılarını zikretmekle iktifa edeceğiz.

1. Yirmi Altıncı Lem'a, Onuncu Rica:

"Bir zaman, esaretten geldikten sonra, İstanbul'da bir iki sene yine gaflet galebe etti. Siyaset havası, nazarımı nefsimden kaldırıp âfâka dağıtmışken, bir gün İstanbul'un Eyüp Sultan kabristanının dereye bakan yüksek bir yerinde oturuyordum. İstanbul etrafındaki âfâka baktım. Birden, bakıyorum, benim hususî dünyam vefat ediyor, bazı cihette ruh çekiliyor gibi bir hâlet-i hayaliye bana geldi. Dedim 'Acaba bu kabristanın mezar taşlarındaki yazıları mıdır ki, bana böyle hayal veriyor?' diye nazarımı çektim. Uzağa değil, o kabristana baktım. Kalbime ihtar edildi ki:"

"Bu senin etrafındaki kabristanın, yüz İstanbul, içinde vardır. Çünkü yüz defa İstanbul buraya boşalmış. Bütün İstanbul'un halkını buraya boşaltan bir Hâkim-i Kadîrin hükmünden kurtulup müstesna kalamazsın; sen de gideceksin."

"Ben kabristandan çıkıp, bu dehşetli hayal ile Sultan Eyüp Camiinin mahfelindeki küçük bir odaya, çok defa girdiğim gibi, bu defa da girdim. Düşündüm ki, ben üç cihette misafirim. Bu menzilcikte misafir olduğum gibi, İstanbul'da da misafirim, dünyada da misafirim. Misafir, yolunu düşünmeli. Nasıl ki bu odadan çıkacağım, bir gün de İstanbul'dan da çıkacağım, diğer bir gün de dünyadan çıkacağım."

"İşte bu hâlette, gayet rikkatli ve firkatli, elemli bir hüzün ve gam, kalbime, başıma çöktü. Çünkü ben yalnız bir iki dostu kaybetmiyorum. İstanbul'da binler sevdiğim dostlarımdan müfarakat gibi, çok sevdiğim İstanbul'dan da ayrılacağım. Dünyada yüz binler dostlarımdan iftirak gibi, çok sevdiğim ve müptelâ olduğum o güzel dünyadan da ayrılacağım diye düşünürken, yine kabristanın o yüksek yerine gittim. Ara sıra sinemaya ibret için gittiğimden, bana, İstanbul içindeki insanlar, o dakikada, sinemada geçmiş zamanın gölgelerini hazır zamana getirmek cihetiyle, ölmüş olanları ayakta gezer suretinde gösterdikleri gibi, aynen ben de, o vakit gördüğüm insanları, ayakta gezen cenazeler vaziyetinde gördüm. Hayalim dedi ki:"

"Madem bu kabristanda olanlardan bir kısmı, sinemada, gezer gibi görülüyor; ileride katiyen bu kabristana girecekleri, girmiş gibi gör. Onlar da cenazelerdir, geziyorlar."

"Birden, Kur'ân-ı Hakîmin nuruyla ve Gavs-ı Âzam Şeyh Geylânî Hazretlerinin irşadıyla, o hazîn hâlet, sürurlu ve neşeli bir vaziyete inkılâp etti. Şöyle ki:"

"O hazîn hale karşı Kur'ân'dan gelen nur böyle ihtar etti ki: Senin, şimal-i şarkîde, Kosturma'daki gurbetinde bir iki esir zabit dostun vardı. Bu dostların herhalde İstanbul'a gideceklerini biliyordun. Sana birisi deseydi, 'Sen İstanbul'a mı gideceksin, yoksa burada mı kalacaksın?' Elbette, zerre miktar aklın varsa, İstanbul'a ferah ve sürurla gitmesini kabul edecektin. Çünkü bin birden, dokuz yüz doksan dokuz ahbabın İstanbul'dadırlar. Burada bir iki tane kalmış; onlar da oraya gidecekler. Senin için İstanbul'a gitmek hazîn bir firak, elîm bir iftirak değil. Hem de geldin, memnun olmadın mı?"

2. Mesnevi-i Nuriye, Zeylü'l-Habbe:

"Dünya hayatını güzelleştiren esbabdan biri, dünya aynasında temessülle parlayan hidayet nurları ve büyük insanların sevgili ve sevimli timsalleridir. Evet, müstakbel, mâzinin aynasıdır. Mâzi berzaha, yani öteki âleme intikal ve inkılâp ettiğinde, suretini ve şeklini ve dünyasını istikbal aynasına, tarihe, insanların zihinlerine vedia ediyor. Onlara olan mânevî ve hayalî muhabbetleriyle dünya muhabbeti tatlı olur. Meselâ, arkadaşlarının ve akrabasının timsallerini ve fotoğraflarını hâvi büyük bir aynayı yolunda bulan bir adam, şark cihetine giden adamların memleketlerine gidip onlara iltihak etmek için çalışmayıp da, o aynanın içindeki timsallerle uğraşır, muhabbet eder. İşte bu adam gafletten ayıldığı zaman, 'Eyvah, ne ediyorum? Bunlar şarap değil, seraptır. Bunlarla uğraşmak azb değil azaptır.' der, arkadaşlarına yetişmek üzere şark seferine tedarikâtta bulunmaya başlar."

Dipnotlar:

1) bk. Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup, Yedinci Risale.

2) bk. Mektubat, Altıncı Mektup.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 14.585
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...