Yirmi İkinci Mektub'ta, ihtilafla alakalı verilen hadis ışığındaki izahları, tarafgirlik ve fikrî münakaşalara temas eden yerleri izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Birinci suale deriz ki: Hadisteki ihtilaf ise, müsbet ihtilaftır. Yani, her biri kendi mesleğinin tamir ve revacına sa'y eder. Başkasının tahrip ve iptaline değil, belki tekmil ve ıslahına çalışır. Amma menfi ihtilâf ise -ki garazkârane, adavetkârane birbirinin tahribine çalışmaktır- hadisin nazarında merduttur. Çünkü birbiriyle boğuşanlar müsbet hareket edemezler." (Mektubat, Yirmi İkinci Mektup, Birinci Mebhas)
Her Müslüman, İslam ve ehlisünnet dairesinde olmak kaydı ile kendi fıtratına münasip bir meslek, meşrep ve mezhep seçme hakkına sahiptir. İslam bu zenginliği Müslümanlara sunmuştur.
Bu manaya işaret eden şu hadis-i şerif rivayet edilmiştir:
“...Ümmetimin ihtilafında rahmet vardır.” (bk. Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1/64; Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 1/210-212)
Burada meslek ve meşreblerin farklılığı, Müslümanlar için büyük bir rahmet ve kolaylıktır. Malum, herkesin bir kalıba, bir mizaca girmesi mümkün değildir. Bu yüzden, İslam farklı mizaç ve fıtratta olan insanları bir kalıbın içine girmeye zorlamamış, bilakis herkese uygun yolları ve meslekleri içtihat yolu ile sunmuştur. Yoksa her meslek ve meşrep sahibi bir diğerini inkâr etsin, birbirine yabanî baksın ve niza çıkarsın diye sunulmamıştır.
Üstad, bu hakikati veciz bir şekilde ifade etmiştir:
"'Mesleğim haktır veya daha güzeldir.' demeye hakkın var. Fakat 'Yalnız hak benim mesleğimdir.' demeye hakkın yoktur.” (bk. age., Dördüncü Vecih)
Bu düsturla, Müslümanlar içinde farklı hak olan meslek ve meşreb sahiplerinin kardeşlik ve birlik mânasını bozacak adımlardan ve davranışlardan kaçınılması gerektiğine dikkat çekilmiştir. İnsan, fıtraten kendine uygun olan fikri ya da meslek ve meşrebi ciddi sever ve onun revacını ister. Bu da hakkıdır. Kimse sevme ya da revaç verme diyemez, derse fıtrata zıt olur.
Ama kişinin kendi meslek ve meşrebini sevmesi ve revaç vermesi, başka meslek ve meşrebleri inkâr etmesini ya da kötülemesini gerektirmez. Başkalarını kötülemeden de kendi meşrebini sever ve revaç verebilir.
Bir öğretmen veya hekim; “Benim mesleğim en güzeldir.” diyebilir, ama “Sadece benim mesleğim güzeldir.” diyemez.
Aynen bunun gibi herkes kendi mesleğinin en güzel olduğunu söyleyebilir, muhabbetiyle hareket edebilir. Ama “Sadece benim meşrebim güzeldir.” diyemez. Ehl-i sünnet çizgisinde hizmet eden bütün tarikat ve cemaatlere muhabbet etmek lazımdır. O zaman hiçbir problem olmaz ve niza çıkmaz.
Bu ifadeler Ehl-i sünnet ve'l-cemaate dâhil olan tüm tarikat, meşrep ve cemaatler için geçerlidir.
"İkinci suale deriz ki: Tarafgirlik eğer hak namına olsa, haklılara melce olabilir. Fakat şimdiki gibi garazkârâne, nefis hesabına olan tarafgirlik, haksızlara melcedir ki, onlara nokta-i istinad teşkil eder. Çünkü garazkârane tarafgirlik eden bir adama şeytan gelse, onun fikrine yardım edip taraftarlık gösterse, o adam o şeytana rahmet okuyacak. Eğer mukabil tarafa melek gibi bir adam gelse, ona -haşa- lanet okuyacak derecede bir haksızlık gösterecek." (bk. age., Beşinci Vecih)
Siyaset ve siyasetteki tarafgirlik damarı meleği şeytan, şeytanı melek suretinde gösterir. Siyasi tarafgirlik hakkaniyet ve adalet duygularını yerle bir eder. Kendi partisinde bulunan şeytan gibi bir adama, sırf kendi safında diye melek der, kendi fikrine muhalif bir partide bulunan melek gibi bir adama da şeytan der. Siyasi tarafgirliğin insaf ve hakkaniyet ölçüsü bu kadar kokuşur ve haktan uzaklaşır.
Üstad Hazretleri bu hakikati kendi hayatında gördüğü bir misal ile ifade ediyor ve tarafgirlik damarı ile yapılan siyasetin ne kadar çirkin ve uzak durulması gereken bir hastalık olduğunu beyan ediyor. Günümüzde de bunun misallerini çokça görmek mümkün.
Siyaset ve siyasetteki farklılıklar, hiçbir zaman hakkaniyeti ve adaleti törpülememelidir. Kendi siyasi görüşüne muhalif bir adam da olsa onun müspet cihetlerini ve doğru yönlerini inkâr etmemelidir. Yine kendi partisinden ve siyasi düşüncesinden olan birisinin de yanlış yönlerini ve hatalarını, sırf kendi safında diye müdafaa edip savunmamalıdır.
Bu ölçüler muhafaza edilebilirse, sırf vatana ve millete hizmet için siyasete girilebilir. Yoksa gerisi Üstad Hazretlerinin işaret ettiği gibi şeytana maskara olmaktan başka bir şey değildir.
Bu bakış açısını diğer hizipleşme ve meşrep taassupçuluğuna da tatbik edebiliriz.
"Üçüncü suale deriz ki: Hak namına, hakikat hesabına olan tesadüm-ü efkâr ise, maksatta ve esasta ittifakla beraber, vesâilde ihtilâf eder. Hakikatin her köşesini izhar edip hakka ve hakikate hizmet eder..." (bk. age., a.y.)
Fikirlerin çarpışmasından ve farklı düşünmesinden, hakikatler gün yüzüne çıkar. Şayet fikirler ve akıllar çarpışmayıp, yeknesak ve tekdüze bir vaziyet alsa, hakikatler mânalar âleminde gizli kalıp gün yüzüne çıkamazlardı. Bu sebeple insanların âkilleri müsbet bir şekilde fikrî bir çarpışma ve münazaranın içinde olması gerekiyor. Zira bir tek kişi aklı ile bütün hakikatleri tam mânası ile ihata edip insanlığın nazarına takdim edemez. Takdim etmek için farklı nazarlara hatta o nazarlarla çarpışmaya ve ihtilafa muhtaçtır. Fikrî müsademe böyle müsbet ve hakka hizmet ediyor ise güzeldir.
Lakin bir de fikrî münakaşanın menfi olanı vardır ki, Peygamber Efendimiz (asm) bu tarz fikrî ihtilaf ve münakaşaları men etmiştir. Üstad Hazretleri üçüncü sualin cevab kısmında bu hakikati izah ediyor.
Buraya kadar olan kısmı yukarıda izah ettiğimiz kısma işaret ediyor. İhtilaf ve çarpışma maksatta ve esasta değil, maksada ve esasa hizmet eden vesile ve usullerdedir, diyerek fikrî ihtilafın temel esasını tesbit ediyor. Mesela, İmam-ı Azam (ra)’ın fıkıhtaki içtihat usulü ile İmam-ı Şafi (ra)’in içtihat usulü farklıdır, ama her ikisi de İslam’ın esası olan iman ve ibadete hizmet etmişler. Maksatları aynı, ama maksada hizmet ettikleri vesileleri birbirinden farklı, hatta birbirine muhaliftir.
"Fakat tarafgirâne ve garazkârane, firavunlaşmış nefs-i emmâre hesabına hodfuruşluk, şöhretperverane bir tarzdaki tesadüm-ü efkârdan bârika-i hakikat değil, belki fitne ateşleri çıkıyor. Çünkü maksatta ittifak lazım gelirken, öylelerin efkârının küre-i arzda dahi nokta-i telakisi bulunmaz. Hak namına olmadığı için, nihayetsiz müfritane gider, kabil-i iltiyam olmayan inşikaklara sebebiyet verir. Hal-i âlem buna şahittir." (bk. age., a.y.)
İkinci kısım ihtilaf ve müsademe ise, menfi olanıdır. Yani burada çarpışanların maksadı İslam’a ve onun esasına hizmet etmek değil, kendi enaniyet ve hissiyatlarını tatmin etmektir. Böyle bir niyetle yapılan fikrî münakaşa ve ihtilaftan hakikatler değil, fitne ve fesat çıkar.
Lakin bir de fikrî tesadümün menfi olanı vardır ki, Peygamber Efendimiz (asm) bu tarz fikrî ihtilaf ve çarpışmaları men etmiştir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü