"Mesela iki arkadaş var; hiç görmedikleri bir memleketin ahvaline dair istatistikli bir nevi coğrafya yazmak istiyorlar..." Buradaki temsili açıp, hakikatini de izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"ÜÇÜNCÜ TEMSİL: Mesela iki arkadaş var; hiç görmedikleri bir memleketin ahvaline dair istatistikli bir nevi coğrafya yazmak istiyorlar."
"Birisi, o memleketin padişahına intisap edip, telgraf ve telefon dairesine girer. On paralık bir telle kendi telefon makinesini devletin teline rapteder. Her yerle görüşür, muhabere eder, malumat alır. Gayet muntazam ve mükemmel coğrafya istatistiğine ait sanatkârane bir eser yapar.
"Öteki arkadaş ise ya elli sene mütemadiyen gezecek ve müşkülatla her yeri görüp her hadiseyi işitecek veyahut milyonlarla lirayı sarf edip, devletin tel ve telefon temdidatı kadar ve padişah gibi telgraf sahibi olacak. Ta evvelki arkadaşı gibi o mükemmel eseri yapsın..." (Mektubat, Yirminci Mektup Onucu Kelimesine Zeyl.)
Burada "İntisab Sırrı"nın kolayca anlaşılması için üçüncü bir temsil verilmektedir.
İkinci temsilde, intisapla kazanılan kuvvet nazara verildiği hâlde, bu temsilde intisabın kazandırdığı ilim esas alınmıştır.
Coğrafya konusunda araştırma yapan birisi padişaha intisab ettiği takdirde onun tesis ettiği telefon şebekesiyle (yahut onun kurduğu internet ağı ile) istediği bütün malumatı çok kolay elde edebildiği hâlde, yalnız başına hareket ettiğinde o malumata ulaşabilmesi için araştırma yaptığı sahanın tamamını gezip dolaşması gerekecektir.
Misalin hakikate tatbiki:
Bu üçüncü temsilde bir şeyin, mesela bir çiçeğin yahut bir canlının, vazife görebilmesi için “her şeyi görür bir gözü ve her yere bakar bir yüzü ve her işe geçer bir sözü hükmünde bir cilve-i Rabbaniyeye mazhar” olması gerektiği ifade ediliyor. Yani o şeyin, vazifesini ancak ona hizmet eden bütün varlıkların yardımıyla görebildiği, bunun da o varlıklardaki bütün esma tecellileriyle tahakkuk edebileceği ifade ediliyor.
Mesela, bir çiçek yahut onu meydana getiren zerrelerden her biri, havadan, sudan, güneşe kadar çok şeye muhtaç olduklarından bunları kendi başına yerine getirmesi, temin etmesi muhaldir. O hâlde o çiçek her şeyi yaratan, tedbir ve idare eden Allah’ın ihsanıyla bu yardımlara kavuşur.
"O Şems-i Ezelînin tecellisine mazhariyetle, kavanin-i hikmetine ve desatir-i ilmiyesine ve nevamis-i kudretine irtibat peyda eder." (bk. age., a.y)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Allah razı olsun .çok mükemmel cevap .
Biraz daha açar mısınız?
Hiç bilinmeyen bir memleket hakkında malumat alıp çok kapsamlı bir rapor hazırlamanın iki yöntemi bulunuyor:
Birinci yöntem, devletin bilişim ve haberleşme ağına dahil olup o memleket hakkında her yerden bilgi toplamak ve sonra bunu rapora yansıtmaktır. Devletin bilişim ve haberleşme ağına dahil olmanın bedeli ise cüzi bir aidat parası ödemektir. 60 TL ödeyerek internet aboneliği başlatmak gibi.
Devlet bu bilişim ve haberleşme ağını oluşturmak için milyarlarca dolar para, emek ve güç sarf etmiştir. Böylece ortaya muazzam bir network (iletişim ağı) çıkmıştır. Böyle bir iletişim ağını bir şahsın kendi güç ve imkanları ile kurması asla mümkün değildir. Bu yüzden cüzi bir aidat parası vererek devletin bu iletişim alt yapısından faydalanabilir. Ki birey için en ucuz en kolay en makul olan yol budur.
İkinci yöntem, devleti ve onun alt yapısını tanımayıp "Kendi işimi kendim görürüm." mantığı ile hareket edip, kendi imkanları ile o raporu hazırlamaktır. Ki bu çok zor çok zahmetli ve çok pahalı bir yöntemdir. Bir bireyin şahsi çaba ve imkanları ile devlet ile aşık atması devlet meydan okuması ahmakça bir girişimdir.
Birinci yöntemle rapor hazırlayan kişi hem ucuz hem hızlı hem de mükemmel bir rapor hazırlayıp ortaya koyarken, ikinci yöntemle rapor hazırlayan adamın şahsi imkan ve çabaları ile o raporu hazırlaması âdeta imkansız gibidir. Çünkü o memleketi tek tek gezip her şeyden ve her yerden ayrı ayrı bilgi alması birey açısından hem masraflı hem uzun bir zaman isteyen hem de azami bir emek gerektiren bir durumdur.
Burada devlet Allah’ı, alt yapı ise Allah’ın isim ve sıfatlarını temsil ediyor; aidat ise kişimin imanını temsil ediyor. Yani kişi imanı ile Allah’a bağlanır her şeyin tedbir ve dizginin Allah tarafından yapıldığını bilirse, bütün kainatın Allah tarafından yaratılması ve çekip çevrilmesi o kişinin hayatında çözülmüş olur.
Ama Allah’ı tanımaz, kainatta her şey kendi kendine oluyor ya da sebepler tarafından icat ediliyor dersen, o zaman ikinci misaldeki adamın durumuna düşmüş olursun. Mesela "Balı arı yapıyor." dersen arının hem güneşe hem aya hem gök yüzüne hem bulutlara hem bitkilere hem toprağa hükmedecek bir güce bir iradeye bir ilme sahip olmasını kabul etmiş olman gerekiyor. Yani bir tek Allah’ı kabul etmediğin takdirde kainatta sayısız İlahları kabul etmen gerekecek. Kainatta her bir sebebe ilahmış gibi bakman gerekecek. Çünkü bir şeyi yaratmak için bir şeye gerçekten sahip olabilmek için kainattaki her şeye hükmetmen gerekiyor. Tıpkı ikinci yöntemdeki adamın bir devleti kabul etmeyip kendi şahsi imkanları ile devletin yükünü kaldırmak istemesi gibi.
Tevhit inancında kolaylık ve aklilik hükmediyorken, şirk ve inkarda zorluk ve akıl dışılık hükmediyor.