Mufassal Tarihçedeki "Öteki galib cereyan ise, ne vakit Kur’an’a ve Risale-i Nur’a ve bize ve İslamlara yardım etse..." ifadesinden Üstad'ın SSCB'ye karşı Hitler'i bir süre desteklediği doğru mu?
"Amma öteki galip cereyan [Almanya] ise, ne vakit Kur’ân’a ve Risale-i Nur’a ve bize ve İslamlara yardım etse ve Kur’ân’ın hakikatına hizmete bilfiil teşebbüs eylese, siz de o vakit Kur’ân ve Risale-i Nur hesabına onun hareketine merakla bakabilirsiniz. Yoksa şimdiden tarafgirane bakmak ile tahribatındaki zulümlere hissedar olmak ihtimali var.’ (…)” Cilasun “Bu konuya ilişkin Badıllı, Tahirî Mutlu’dan duyduklarını şöyle anlatmaktadır: ‘…Bir müddet sonra, Almanların çok acayip zulümlere başladığını ve masum çoluk çocuk demeden bombalarla imha ettiğini işitince, dua defterinden onların ismini sildi ve sırt çevirdi. Hatta Tahirî ağabey Alman mağlubiyetinin Üstad’ın duasını kesmesinden sonra başladığını söylüyordu" (Bediüzzaman Efsanesi ve Saidi Nursi Gerçeği Patika Yayınları 2015)
Değerli Kardeşimiz;
Muazzez Üstadımızın dünya siyasetine ve hassaten İkinci Cihan harbiyle alakalı düşünce ve kanaatlerini anlamak, Külliyat'ta buna mümasil telifatları hakkıyla idrak etmek için bazı mühim meseleleri ve hakikatleri bilmek iktiza eder.
Evvela Bediüzzaman Hazretleri ve Risalei-Nur'un hakikatleri ile ilgili meseleleri ve konuları tenkit eden, itiraz eden ve gündeme getirip kafaları meşgul etmek isteyen insanların; sözlerinden, suallerinden ve tenkitlerinden evvel; menşelerine, hayat tarzlarına ve terbiye edildikleri yerlere ve mihraklara bakmak icap eder.
Yani ağızdan çıkan kelamdan ziyade, o kelamın ve sözün terbiye edildiği ve kullanılabilir hale getirildiği mutfağına ve zihniyetine bakmaz isek; mesai kaybına ve zaman israfına sebebiyet vermiş oluruz.
Dava, inananların ve inanmayanların davası olması sebebiyle; hata yapmamak ve isabetli cevap verebilmek için bu gibi muhaliflerin dinine, mezhebine, meşrebine, menşeine, soyuna, eğitimine, yaşadığı ve yetiştiği coğrafyaya ve hasseten de mensup olduğu fikre ve zihniyete bakmaz isek, cevabın isabetinde sekmeler meydana gelir.
Fakat bu çeşit naehillerin tenkidi ile çok insanların fikren zarar verip hata yapmaması için; kamuoyunun ve muhatapların anlayış ve idrakine muvafık cevap vermek icap eder.
Cevabımız da şudur ki ;
1) Bediüzzaman Hazretleri her türlü meseleyi ve hadisatı, dinin mizanı ve şeriatın ölçüsüne göre tartıp muvazene ettiğinden, ayrıca sahib-i zaman ve sahib-i selahiyyet olması sebebiyle -din ile ilgili konularda- hata yapması ve yanlış beyanı söz konusu olamaz. Çünkü hadiste ifade edilen her yüz senede bir müceddidin gelmesi ve o müceddidin dini hükümleri ve hizmetleri alışılmışlığın ötesinde izah ve şerh etmesi hasebiyle, Cenab-ı Hakk'ın muhafazası altındadırlar. Eğer burada yanlış anlaşılma var ise muhatabın yanlış yaklaşımından ve eksik telakkisinden zuhur etmiştir.
2) Bediüzzaman Hazretleri dünya siyasetine, “Hayat” meselesi olarak bakmaktadır. Bu mesele iman hizmetinin yanında hem teferruat olarak kalmakta, hem de bizzat bizi ilgilendirmemektedir. Zira Osmalının sonu ve iki cihan harbinin neticesinde milyonlarca masumun ve mazlumun ölmesi ve onların haklarının heder olması öyle bir manevi mesuliyettir ki; ehli imanın bu olaylara tarafgirane bakması onları manevi mesuliyete sokar. Zira zulme rıza zulümdür. Üstadımız bu mücadelelere ve muharebelere zalimlerin satranç oyunları gözüyle bakmaktadır.
3) Siyasilerin, diplomatların, komutanların ve konuyla ilgili ehil insanların; avam ve ehli iman gibi lakayt kalması da düşünülemez. Bu zevat mahiyeti itibariyle dünyayı saran ve ülkemizi de ilgilendiren hadisatla mecburen ilgilenecekler ve müdahil olacaklardır. İşte Üstadımız iki cihan harbiyle ilgili; Kastamonu Lahikasında, Sünühat risalesinde ve Nur'un diğer kısımlarında ifadeleri, telifatları ve değerlendirmeleri; herkesin tatmin olacağı, istifade edeceği ve cevap alacağı niteliktedir. Bu merkezdeki meselelere Üstadımızın bakış açısı şöylece nazara verilebilir;
a. İki şerden birini tercih etme durumu karşısında "ehvenüşşer" ihtiyar edilir. Yani büyük bir felaket ve hadisata karşı cüzi bazı şerler ve fedakârlıklar kabul edilerek, o tehlikeden kurtulmak adalet-i izafiyedir. Bunu sahabe döneminde, Allah’ın talimatıyla Efendimiz (a.s.m) Medine'deki Ehl-i kitapla ittifak ederek Mekke müşriklerine karşı müdafaa vaziyeti oluşturmuş. Tarihte ise bu muamelenin emsali çoktur.
b. Birinci Cihan Harbinde Osmanlı devleti Almanlarla ittifak ederek harbe girmiştir. O zaman bütün İslam alemi İngilizlere karşı Almanların yanında olmuş ve desteklemiştir. Çünkü düşmanın düşmanı, bizim dostumuzdur. Zira burada hedef ve amaç önemlidir. İngilizler bu meseleyi şöyle bir sualle gündeme getirmişlerdir;
“Başka kâfirlere (Almanlar) dost olduğunuz gibi bana da dost ve taraftar olunuz. Neden çekiniyorsunuz?”
desisesiyle Almanları da bizden koparıp Osmanlıyı daha fazla yalnızlaştırmak istemişlerdir. Üstadımız ise bu desiseye karşı şöyle cevap vermiştir:
"Muavenet eli(ni) kabul etmek ayrıdır. Adavet eli(ni) öpmek de ayrıdır. Bir kâfirin her bir sıfatı kâfir olmak ve küfründen neş’et etmek lâzım olmadığından, İslâmın eski ve mütecaviz bir düşmanını def’ için, bir kâfir muavenet eli(ni) uzatsa, kabul etmek İslâmiyete hizmettir."
"Senin ise, ey kâfir-i mel’un (İngiliz), senin küfründen neşet eden teskin kabul etmez husumet elini öpmek değil, temas etmek de İslâmiyete adavet etmek demektir."(1)
Bu özelliğinden dolayı Üstadımız Almanlara “bahtiyar Almanlar” tabirini kullanmıştır.
c. İkinci Cihan Harbinde ise; Müslümanlar bu harbe iştirak etmemiştir. Özellikle Almanlar ile karşısında Ruslar ve İngilizler ittifakıyla harp vuku bulmuştur.
Bediüzzaman İngiliz dessaslığına ve Bolşevik komünistliğine ve özellikle anarşistliğine karşı, İkinci Dünya Savaşının başlangıcında Almanları desteklemiş ve muvaffak olmasını istemiştir. İkinci Cihan Harbinin ilk yıllarında Almanlar galibiyet göstermişlerdir. Hangi taraf galip olursa olsun Anadoluyu ve alem-i İslamı göz ardı edemezler. İki galipten biri bir şekilde İslam âlemini yanına alması dünya siyaseti için bir mecburiyetti. İşte Üstadımız Birinci Cihan Harbinden gelen bir dostlukla, İkinci Cihan Harbinde İslam âleminin en tehlikeli hasmı olan İngilizlere ve Bolşeviklere karşı bidayette Almanların muvaffakiyetini istemiş ve dua etmiştir.
d. Harbin üçüncü yılından itibaren hem Almanların mezalimi hem de muhalif tarafın masumları ve mazlumları mahvetmesi Bediüzzaman Hazretlerini tedirgin etmiştir. Amacın insanlığın faydasına olmayacağını anlamış, her iki taraf da menhus emellerini ve iğrenç oyunlarını sahneye koyduğunu görmüş, bu sebeple hem kendisi ve hem de Nur camiasını bu dehşetli olay ve hadisatta taraf tutmayı, ilgilenmeyi yasaklamış ve camiayı onların zulümlerine ve küfürlerine manevi iştiraktan dolayı mesuliyetten kurtarmıştır. Burada Üstadımızın Almanlara taraftar olmasından daha tabii ne olabilir. Neticede hataları ve zulümleri görünce tamamen hüsnü zanla bakmayı bırakmış ve kalben yaptığı duayı bırakmıştır. Bunun altında başka düşünce ve maksat aramak, zihniyet bozukluğu ve muhakeme eksikliğinin alametidir.
e. Bediüzzaman Hazretleri İkinci Cihan Harbiyle ilgili olarak; zalimlerin ve ecnebilerin, menhus maksat ve gayeleri için insanlığı ateşe atmaları ve nefsani menfaatleri için zalimane hile ve oyunları karşısında; binlerce masumların ve mazlumların ölmeleri, yaralanmaları ve ızdırap çekmeleri karşılığında ise; ilahi adalet ve şefkatin harekete geçeceğini, o mazlumların haklarının ve hukuklarının ahirette zayi olmayacağını; şeriatın mizanına göre, yaş ve sınıf tasnifi yaparak, insanın kalbini ve vicdanını rahatlatacak cevap vermiştir ve o cevap çok manidardır.
f. Kastamonu Lahikasında bu konu ile ilgili Üstadımızın nazara verdiği paragrafı buraya dercediyoruz:.
“İşte böyle hiçbir kanun-u adalete ve insaniyete ve hiçbir düstur-u hakikate ve hukuka muvafık gelmeyen boğuşmalardan, elbette âlem-i İslâm ve Kur'ân teberrî eder. Yardımcılıklarına tenezzül edip tezellül etmez. Çünkü onlarda öyle dehşetli bir firavunluk, bir hodgâmlık hükmediyor; değil Kur'ân'a, İslama yardım, belki kendine tâbi ve âlet etmekle elini uzatır. Öyle zalimlerin kılıçlarına dayanmak, hakkaniyet-i Kur'aniye elbette tenezzül etmez. Ve milyonlarla masumların kanıyla yoğrulmuş bir kuvvet yerine, Halık-ı Kâinatın kudret ve rahmetine dayanmak, ehl-i Kur'ân'a farz ve vaciptir. Gerçi zındıka ve dinsizlik o boğuşanların birisine dayanıp ehl-i diyaneti ezer."
"O zındıkanın tazyikinden kurtulmak, onun aksi cereyanına taraftar olmak bir çaredir. Fakat şimdiye kadar o taraftarlık bir menfaat vermeyerek çok zararları dokunmuş. Hem zındıka, nifak hasiyetiyle her tarafa döner. Senin dostunu kendine dost edip sana düşman eder. Senin taraftarlık cihetiyle kazandığın günahlar, fadasiz boynunda kalır. Risale-i Nur şakirtlerinin vazifeleri iman olduğundan, hayat meseleleri onları çok alakadar etmez ve merakla baktırmaz. İşte bu hakikate binaen, değil on üç ay, belki on üç sene dahi bakmasam hakkım var. Sizler baktınız, günahlardan başka ne kazandınız? Ben bakmadım, ne kaybettim?”(2)
g. Mesele bu kadar aşikâr, bariz ve net iken; Bediüzzaman gibi bir mütefekkir ve Kur'an ile sünnetten ciddi istifade etmiş bir zatın düşünce ve kanaatlerini bilmeden, tetkikat yapmadan, Abdulkadir Badıllı Ağabeyin Osmanlıca Kastamonu Lahikasında sayfalarca zikrettiği mevzunun sadece bir kısmını alıp, siyak ve sibakına bakmadan, Üstadı -haşa- bir Alman sempatizanı ve elemanı gibi nazara vermek cahilane bir yaklaşımdır. Eğer cehalet yoksa, bunu bu şekilde nazara vermek kripto olan ihanet ehlinin yaklaşımıdır.
Ayrıca bazı ağabeylerin şahit oldukları ve yayınlanmış eserlerde olmayan bu gibi özel meseleleri cımbızlayarak bu konuya dahil etmek de aynı yanlışa ve hataya veya ihanete bir malzeme bulmak demektir. Yani göze bir çöp yaklaştırmakla bir dağı kapatmak gibi bir vicdansızlıktır. Keşke o çöpün de çöp kadar kıymeti olsa. Evet, Güneş balçıkla sıvanmadığı gibi, güneş gibi bir esere sahip olan Bediüzzaman da böyle basit ve altı hikmetlerle dolu ifadeleriyle lekelenmez.
Dipnotlar:
1) bk. Hutuvat-ı Sitte, İkinci Hatvesi.
2) bk. Kastamonu Lahikası, 129. Mektup.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü