"Nasılki, tohum olacak kıymettar bir meyve-i zişuur, ağacın altındaki ziruhlara baksa, güzelliğine güvense, kendini onların ellerine atsa veya..." Temsili hakikate tatbik eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Bu dersin başında, insan kalbindeki muhabbet kabiliyetinin “ya halka, ya Hâlık’a raci” olacağı beyan edilmişti.

Bir başka Nur dersinde ifade edildiği gibi, insan bu dünyaya kesrette boğulmaya değil, vahdete ermeye, Vahid ve Ehad olan Rabbini bilmeye ve onun marifetinde terakki etmeye gelmiştir.

“... Kesrette boğulmaya değil, vahdet dairesinde teneffüs edeceksiniz. Firaka değil, visale müteveccihsiniz.”(1)

Üstad Hazretleri burada, kâinat ağacının meyvesi olan insana, “kesrette boğulmama” dersini, yine bir ağaç misaliyle veriyor.

Ağacın başındaki bir meyve “ağacın altındaki ziruhlara baksa, güzelliğine güvense, kendini onların ellerine atsa veya gaflet edip düşse” büyük bir zarara uğrayacak, kendisinden yepyeni bir ağacın çıkması imkânını zayi etmiş olacaktır.

“Ağacın altı” ifadesi şu manaya da işaret olabilir. Ağacın en mükemmel cüz’ü alan meyve, ne kendisi gibi meyvelerle, ne de onun çok madununda olan toprakla, suyla, bağ ve bahçeyle tatmin olamaz. Onun yüzü başka bir âleme bakmaktadır.

Kâinatın meyvesi olan insan da bu dünyaya ahiret âlemi için tedarikte bulunmaya ve Üstadımızın ifadesiyle “cennete layık bir kıymet” almaya gelmiştir. Bunun yolu ise kendisini ubudiyet toprağına gömmesi ve istidadını yerinde kullanmasıdır. Kul olduğunu, başıboş olmadığını, bedeninde yaratılan ve ruhuna takılan bütün maddi ve manevi cihazların onun kendi malı olmadığını, bütün bu emanetleri hakiki sahibinin rızası istikametinde kullanmakla mükellef olduğunu ve ancak böylece kendisindeki istidat çekirdeğinden bir “tuba-i cennet” çıkabileceğini bilen bir insan, kendini ubudiyet toprağına atar. Yani, bu dünyada bir kul olarak yaşar. Kendini kendine malik bilmez. Böylece, “bir hakikat-i külliye-i daimeye, bir ömr-ü baki içinde mazhar” olma lütfuna erer.

Aksi halde, “kesrete dalıp kâinat içinde boğulup dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine” aldanır ve sonsuz bir zarara uğrar.

Bu zarara düşmemesi için o da Hazret-i İbrahim aleyhiselâm gibi, لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ yani “uful edenleri, batıp gidenleri sevmem” demeli ve kendisine ne kabirde ne mahşerde ne ahirette hiçbir faydası dokunmayacak olan mahlukatı kalben terkederek “Mahbûb-u Bâkî’ye yüzünü çevir”melidir.

1) bk. Mektubat, Yirminci Mektup, Birinci Makam.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...