"Nefs-i emmâre, tahrip ve şer cihetinde nihayetsiz cinayet işleyebilir. Fakat icat ve hayırda iktidarı pek azdır ve cüz’îdir." ifadesini açar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
Yirmi Üçüncü Söz'de Üstadımız'ın yaptığı bu tahlil, çok mükemmel bir tefekkür levhasıdır. Çünkü insan tahribatı, elinin yetişemediği yerlere de ulaştırabilir; ama hayır işlerinde ancak gücü nisbetinde yapabilir. Bu noktadan bakıldığında, şer ve tahrip itibariyle dağdan ve taundan daha dehşetli ve tahripkâr olabilir. Ama hayır ve müsbet işlerde bir arı veya karıncanın yaptığı işleri yapamaz.
İşte böyle bir insan, enaniyeti bırakıp hayrı ve güzelliği Allah'tan istese, nefsine değil de Allah'a itimat etse, o zaman nihayetsiz şerre olan kabiliyeti nihayetsiz hayra inkılap edecektir. Alakalı yerin hemen altında Üstadımız bunun izahını şöyle yapmaktadır:
"Elhasıl: Nefs-i emmâre, tahrip ve şer cihetinde nihayetsiz cinayet işleyebilir. Fakat icad ve hayırda iktidarı pek azdır ve cüz’îdir. Evet, bir haneyi bir günde harap eder, yüz günde yapamaz. Lâkin, eğer enâniyeti bıraksa, hayrı ve vücudu tevfik-i İlâhiyeden istese, şer ve tahripten ve nefse itimattan vazgeçse, istiğfar ederek tam abd olsa, o vakit يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّاٰتِهِمْ حَسَنَاتٍ sırrına mazhar olur. Ondaki nihayetsiz kabiliyet-i şer, nihayetsiz kabiliyet-i hayra inkılâb eder. Ahsen-i takvim kıymetini alır, âlâ-yı illiyyîne çıkar."(1)
(1) bk. Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Enaniyeti bırakmak tam olarak nasıl olmalıdır? Zaman içerisinde bu kuvvetlenerek, insanı durduğu yerden istemekle yetinmeye itecek bir inanca götürmez mi?
Enaniyet, Allah’ın insana ihsan ve ikram eseri olarak verdiği nimetleri sahiplenip kendine mal etmesi ve kendinden bilmesidir. Yani enaniyetli bir kişi, üzerinde parlayan kabiliyet ve nimetleri Allah’tan değil de kendinden biliyor. Mevhum ve itibari olan sahiplenme duygusunu hakiki bir şekle çevirerek, her şeye ene ile sahiplenmek istiyor. Benim gözüm, benim kulağım, benim sesim, benim gücüm, benim aklım diye diye işi hakiki benliğe götürüyor. Yani artık bu nimetleri kendinin kabul etmeye başlıyor. Tehlikeli olan da bu durumdur.
Bir kimse, üzerindeki nimet ve kabiliyetlerin Allah’ın bir inayet ve ikramı olduğunu bilse ve sahiplenme duygusunun itibari bir kıyaslama vasıtası olduğunun bilincinde olsa ve bu şekli ile kendine güvense, bir sakınca olmadığı gibi, Allah’ın verdiği nimetlerin farkında olmak anlamına da gelir.
Enaniyetin ıslah ve terbiye edilebilmesi için önce enenin mahiyetinin idrak edilmesi gerekiyor. Enenin mahiyeti anlaşılırsa o zaman ene marifette çalışan bir araca dönüşür.
Ene risalesi ve Mesnevi-i Nuriye gibi enfüsi dersler okunur ve hazmedilerek içselleştirilir ise enenin büyüyüp sahibini yutması engellenebilir.
“Hülâsa: Ene, haddizatında bir hava, bir buhar gibi iken, verilen ehemmiyete göre mâyi haline gelir. Sonra ülfetle kalınlaşır. Sonra gaflet ve isyan ile öyle kalınlaşır ki, sahibini yutar. Halkı, esbabı da kendisine kıyas ederek Hâlıkın evâmirine mübarezeye başlar. Küçük âlemde, yani insanda ene, büyük insanda, yani kâinatta tabiata benziyor. İkisi de tâğutlardandır.” Mesnevî-i Nuriye – Şemme
Tersinden düşünecek olursak ene buhar iken onu sıvı haline dönüştürecek kadar üzerinde durmayacağız. Ülfet, gaflet ve isyan gibi haller ile onu beslemeyeceğiz. Tahkiki iman, ibadet ve tefekkür gibi manevi ilaçlar ile enenin yüzünü şerden hayra çevireceğiz.