"Nur-u Muhammediye" ile "Zat-ı Ahmediye" arasında fark nedir? Nur-u Muhammedî çekirdektir; kâinat, insan o nurdan halkedilmiş, deniliyor. O zaman aslımız Muhammedî mi? Çekirdek Muhammed ise; o zaman o çekirdekten nasıl Ebu Cehiller, Firavunlar çıkmış?
Bir de Risale-i Nur'da neden "Risalet-i Ahmediye" ve "Mu’cize-i Ahmediye" tabirleri bilhassa seçilerek kullanılmış? Bunun yerine "Risalet-i Muhammediye" ve "Mu’cize-i Muhammediye" tabirleri tercih edilmemiştir. Bundaki hikmet nedir?
Değerli Kardeşimiz;
1. Üstad Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyurur:
"Resaili'n- Nur'un mesaili, ilim ile fikir ile niyet ile ve kasdî bir ihtiyarla değil, ekseriyet-i mutlaka ile sünuhat, zuhurat, ihtarat ile oluyor."
"Risale-i Nur, vahiy değil ve olamaz. Hem umumiyetle dahi ilham değil. Belki ekseriyetle, Kur'an'ın feyziyle ve medediyle kalbe gelen sünuhat ve istihracât-ı Kur'aniyedir." (1)
Dolayısıyla "Risalet-i Ahmediye" ve "Mu’cize-i Ahmediye" ifadeleri kasden yazılmış tabirler olmadığı kanaatindeyiz. Kaldı ki, kasden yazılmış olsa bile Ahyed, Ahmed gibi isimler, Peygamber Efendimiz (asm)'in isimleri olduğu için herhangi bir mahzurunun olmayacağı kanaatindeyiz. Risale-i Nur'da bu bahis şu şekilde geçmektedir.
"Hem kütüb-ü enbiyada, Resul-i Ekrem AleyhissalâtüVesselâmın Muhammed, Ahmed, Muhtar mânâsında Süryânî ve İbrânî isimleri var. İşte, Hazret-i Şuayb'ın suhufunda ismi, 'Muhammed' mânâsında Müşeffah'tır. Hem Tevrat'ta, yine 'Muhammed' mânâsında Münhamennâ, hem 'Nebiyyü'l-Haram' mânâsında Himyâtâ, Zebur'da el-Muhtar ismiyle müsemmâdır. Yine Tevrat'ta el-Hâtemü'l-Hâtem, hem Tevrat'da ve Zebur'da Mukîmü's-Sünne, hem suhuf-u İbrahim ve Tevrat'ta Mazmaz'dır. Hem Tevrat'ta Ahyed'dir." (2)
2. Bu âlem yaratılmazdan önce her şey yokluk karanlığında idi.
“Allah’ın ilk yarattığı şey benim nurumdur.”
hâdis-i şerifinin haber verdiği gibi, Cenâb-ı Hak ilk mahlûk olarak Nur-u Muhammedî (a.s.m.)'yi yarattı.
Bilindiği gibi canlıların bütün karakterleri genetik şifrelerinde yazılmıştır. Bu yazı, kader kalemiyle işlenmiş bir İlâhî programdır. Bir tohumdaki şifrede ağacın şeklini, gövdesinin sertliğini, yaprağının yeşilliğini, meyvesinin tadını bulamayız. DNA’da bütün bu hususiyetler baz sıralaması şeklinde yazılıdır, ama o program ne serttir, ne yumuşaktır; ne yeşildir, ne de kırmızıdır. Bu noktayı dikkate almadan, bütün mahlûkatın nur-u Muhammedîden yaratılışını düşünen adam, yıldızlarla, ormanlarla, denizlerle bu nur arasında bir benzerlik kurmaya kalkışır ve aldanır.
“Nasıl esmada bir ism-i azam var, o esmanın nukuşunda dahi bir nakş-ı azam var ki, o da insandır.” (3)
İsm-i Azam, bütün isimleri içine aldığı gibi, nakş-ı a’zam olan insan da bütün varlık âleminde tecelli eden isimlere mazhardır. “Bir şey mutlak zikredilince kemâline masruftur.” kaidesince, insan denilince de insanlık âleminin en ileri ferdi ve risalet semasının güneşi olan Hz. Muhammed (asm) akla gelir.
Bütün İlâhî isimler ilk defa nur-u Muhammedîde tecelli etmişlerdir. Meselâ, onda Muhyi isminin tecellisi vardır ve o nur hayat sahibidir. Sonraki safhalarda yaratılacak olan bütün hayatlar, ilk defa O'nda tecelli eden bu ismin ayrı tezahürleridir. O nurlu hayat, bütün hayatların başlangıç noktası ve çekirdeğidir. Ama bütün hayat çeşitleriyle Resulullah Efendimiz (asm.)'in o pak ve münezzeh ruhu arasında bir alâka kurmaya kalkışmanın da yanlışlığı ortadadır. Diğer isimler için de benzer şeyler söylenebilir.
“Mukteza-yı hikmet, şu şecere-i hilkatin de bir çekirdekten yapılmasıdır. Hem öyle bir çekirdek ki; âlem-i cismanîden başka, sair âlemlerin nümûnesini ve esasatını câmi’ olsun.”(4)
Vahdetü’l-Vücud meşrebinin sahibi Muhyiddin İbn-i Arabî, ebede kadar yaratılacak bütün varlıkların mahiyetlerinin (kendi ifadesiyle âyan-ı sabitelerinin), Allah’ın ilminde mevcut olduğunu kaydettikten sonra, bütün mahiyetleri icmalen taşıyan bu ilk taayyün mertebesini “Hakikat-ı Muhammediye”, “âlem-i vahdet”, “vücud-u icmâli”, “Nur-u Muhammedî” gibi isimlerle dile getirir. Buna göre, Nur-u Muhammedî, bütün mahiyetlerin müşterek ismidir ve eşyanın yaratılmasıyla bu mahiyetler ilim dairesinden kudret dairesine geçmişlerdir.
3. Güneş her tarafı aydınlatır. Ama yapısında ve fıtratında bozukluk olan maddeler güneşin ısı ve ışığından kokar ve çürür. Yapısı sağlam olan unsurlar ise, o nurdan istifade edip hayatlarını en güzel bir şekilde idame ederler. İşte Nur-u Muhammedî (asm)'ın nurunun ilk olarak yaratılmış olmasını bu noktadan değerlendirmek icab eder. Ruhunda bozukluk olan insanlar, o nurdan istifade edemeyip kokuşmuşlar ve yarasa misali o nurdan gözlerini kapamışlar rahatsız olmuşlardır. Bunları da ancak cehennem temizleyecektir.
Dipnotlar:
(1) bk. Şualar, Birinci Şua.
(2) bk. Mektubat, On Dokuzuncu Mektup.
(3) bk. Sözler, Otuz Üçüncü Söz, Otuz Birinci Pencere.
(4) bk. Sözler, Otuz Birinci Söz.
Daha geniş bilgi için tıklayınız:
Nur-u Muhammedî ifadesini açıklar mısınız?
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü