"O kitabın bütün sûreleri, âyetleri ve kelimatları, hattâ harfleri ve babları ve fasılları ve sayfaları ve satırları, umumunun her vakit..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"O kitabın bütün sûreleri, âyetleri ve kelimatları, hattâ harfleri ve babları ve fasılları ve sayfaları ve satırları, umumunun her vakit mânidarâne mahv ve ispatları ve hakîmâne tağyir ve tahvilleri, icma ile bir Alîm-i Külli Şeyin ve bir Kadîr-i Külli Şeyin ve bir Musannıfın, her şeyde her şeyi gören ve her şeyin her şeyi ile münasebetini bilen, riayet eden bir Nakkaş-ı Zülcelâlin ve bir Kâtib-i Zülkemâlin vücudunu ve mevcudiyetini bilbedâhe ifade ettikleri gibi, bütün erkân ve envâıyla ve ecza ve cüz'iyatıyla ve sekeneleri ve müştemilâtiyle ve varidat ve masarıfatıyla ve onlarda maslahatkârâne tebdilleriyle ve hikmetperverâne tecditleriyle, bil'ittifak, hadsiz bir kudret ve nihayetsiz bir hikmetle iş gören âli bir Ustanın ve misilsiz bir Sâniin mevcudiyetini ve vahdetini bildiriyorlar. Ve kâinatın azametine münasip iki büyük ve geniş hakikatın şehadetleri, kâinatın bu büyük şehadetini ispat ediyorlar."(1)
Kâinat ve içindeki her bir mahlûk mükemmel bir san’at ve harika bir nakış ile yaratılmışlardır. Öyle ki, her bir nakış ve san’at içinde ciltlerle kitabı ihtiva ediyor.
Mesela, insanın yüz gram bir et parçası olan gözü içinde on beş yıl okuyup da tam mânası ile çözülemeyen ilimler mevcuttur. Bugün bir göz doktoru, göz sahasında mütehassıs olmak altı yıl tıp tahsili gördükten sonra, beş yılda ihtisas yapıyor. Demek o göz içinde sıkıştırılmış ciltlerle kitaplar var. Bu misali, diğer mahlûkat ve sair ilimler için de tatbik edebiliriz. Her bir mahlûk, insanın her bir âzası mükemmel bir san’at olarak yaratılmıştır.
Bugün ilim ve fen dediğimiz, yani insanların müşterek aklı ile keşfedilen ilimlerin hepsi, bu kâinat kitabından alınan birer damladır. Yukarıda verdiğimiz göz misali gibi, bütün ilim dalları kâinatın bir cüz’ünün incelenmesinden hâsıl olmuştur.
“Sâni-i Zülcelâlin âlem-i ekberdeki san'atı o derece mânidardır ki, o san'at bir kitap sûretinde tezahür edip, kâinatı bir kitab-ı kebir hükmüne getirdiğinden, akl-ı beşer, hakikî fenn-i hikmet kütüphanesini ondan aldı ve ona göre yazdı.”(20. Mektub)
Âlem-i ekber olan kâinattaki her şey o kadar mâna ve hikmetle dolu ki, kâinatı bir kitab-ı kebir hükmüne getirmiş. Âlem-i asğar olan insan ise kendisine ihsan edilen o yüksek istidadıyla bu âlemdeki büyük-küçük her varlığı tefekkür etmekte ve aklına görünen mânaları kaleme alarak fennî makaleler, kitaplar yazmaktadır. Kâinattaki her şey o kadar çok ve derin mânalar taşıyor ki, bir insanın aklı bu kitabın tamamını incelemeye kâfi gelmediğinden, her bir ilim dalı kâinat kitabının bir harfini, bir kelimesini yahut bir cümlesini esas alarak onun taşıdığı mânaları ve hikmetleri anlamaya çalışıyor. Astronomiden, anatomiye, hücrelerden genlere kadar her sahada araştırmalar yapılmış ve eserler ortaya konulmuştur. Üstadımız bu ilmî eserlerin tümüne “fenn-i hikmet kütüphanesi” diyor ve başına da “hakikî” kaydını koyuyor. Kâinat kitabı Allah’ın eseri, O’nun esmâ ve sıfatlarının ayinesi olarak kabul edildiği takdirde, onunla alâkalı bütün çalışmalar hakiki olur. On İkinci Söz’deki harika misali hatırlayalım; bu mânadan uzak araştırmalar Kur’ânın Allah kelamı olduğunu bilmeden ondaki harflerin nakışları üzerinde çalışmalar yapmaya benzer ki, böyle bir insan kâinat kitabı hakkında ne yazsa ve ne söylese hakikate nüfuz etmiş sayılmaz.
Mesela, botanik ilmi bitkileri inceliyor. Tıp ilmi, canlıların anatomisinden hâsıl olan bir ilim dalıdır. Kimya, elementlerin, fizik kâinattaki kanunların bir tahkiki ve izahıdır.
Kâinat bir kitap, toprak bir sûre, toprak içinde yetişen her bir çiçek birer ayet, çiçeğin yaprağı bir kelime, yaprak üstündeki nakış ve işlemeler ise o kelimenin harfleri. Kâinat kitabının müellifi olan Allah onun üstünde yazar- bozar, değiştirir, tebdil eder, uzaltır kısaltır, çevirir ve döndürür. Her bahar mevsiminde sayısız çiçek ve böcekleri ihya edip, kışın tekrar sahneden çekmesi buna güzel bir tablodur.
Evet, Allah her şeyi tedbirini görüyor ve idare ediyor. Bir iş bir işe mani olmuyor. En küçük atomdan tut ta en büyük yıldızlara kadar her şey O’nun kudret elinde balmumu gibi itaat içindedir. Bir günde sayısız canlıların erzakını hesap edip ona göre pişirmek ve hazırlamak ve onlara servis etmek hakikaten insanı hayret içinde bırakan sayısız mucize değil de nedir acaba?
Bütün bu harika idare ve tedbirler tek ve yekta olan Allah’ı isim ve sıfatları ile bize tanıttırıyor. Nasıl ki, harika bir kitap, müellifine işaret ediyorsa, şu harika ve mükemmel olan kâinat kitabı da büyüklüğü ve ihtişamı nisbetinde, ilmi sonsuz ve kudreti nihayetsiz Allah’ın varlığını ve birliğini kör gözlere bile gösteriyor.
(1) bk. Şualar, Yedinci Şua (Ayetü'l-Kübra).
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü