On Dokuzuncu Söz'ün Beşinci Reşha'sının izahını yapar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
"BEŞİNCİ REŞHA"
"Hem o nur ile kâinattaki harekât, tenevvüat, tebeddülat, tagayyürat; manasızlıktan ve abesiyetten ve tesadüf oyuncaklığından çıkıp birer mektubat-ı Rabbaniye, birer sahife-i âyât-ı tekviniye, birer meraya-yı esma-i İlahiye ve âlem dahi bir kitab-ı hikmet-i Samedaniye mertebesine çıktılar."
"Hem insanı bütün hayvanatın mâdûnuna düşüren hadsiz zaaf ve aczi, fakr u ihtiyacatı ve bütün hayvanlardan daha bedbaht eden, vasıta-i nakl-i hüzün ve elem ve gam olan aklı, o nur ile nurlandığı vakit, insan; bütün hayvanat, bütün mahlukat üstüne çıkar. O nurlanmış acz, fakr, akıl ile niyaz ile nâzenin bir sultan ve fîzar ile nazdar bir halife-i zemin olur."
"Demek, o nur olmazsa kâinat da insan da hattA her şey dahi hiçe iner. Evet, elbette böyle bedî’ bir kâinatta, böyle bir zat lâzımdır. Yoksa kâinat ve eflâk olmamalıdır."(1)
Burada vurgulanmak istenen husus, imanın insanlığa getirdiği nur ve ışıktır. İman nuru insanlığın dünyasında hâkim olmaz ise, her şey karanlığa gömülür, her hadise anlaşılmaz bir muamma olarak kalır. İşte bütün peygamberler bu nur ile asırlarını aydınlatmış, insanlara yol göstermişlerdir. Bu mana en mükemmel olarak Peygamber Efendimizin (asm) döneminde vuku bulmuştur.
Mümin iman gözlüğü ile kâinata ve hâdisata baktığından her şeyde bir huzur ve saadet bulur. Kâfir ise kâinata ve olaylara küfür gözlüğü ile baktığı için, her şeyden elem çeker. İman, dünyada mümine küçük bir cennet hayatı, küfür ise kâfire küçük bir cehennem hayatı yaşatır.
"İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikatından kurtulabilir."(2)
İnanmayan insan küfür karanlığında kalmıştır. Ne kendini okuyabilir ne de kâinatı. Her organının, her hücresinin ve her duygusunun ayrı birer mu’cize olduklarını hiç düşünmez. Sadece onları dünyanın geçici menfaatlerinde ve zevklerinde kullanmakla yetinir. Düşünmeden yaşar veya yaşıyorum zanneder.
İman nuruyla kendini okuyan insan büyük bir şeref kazanmıştır. Bu bahtiyar insan kendi varlığı konusunda şöyle düşünür: Ben Allah’ın eseriyim. Hayatım onun Muhyi isminin tecellîsi, şeklim, sûretim onun Musavvir isminin tecellisi, her organımın ve her hücremin nice faydalar taşıması onun Âlim ve Hakîm isimlerinin tecellileridir.
Ve ben varlığımda tecellî eden her bir İlâhî isimle ayrı bir rahmete mazhar olmakta ve ayrı bir şeref kazanmaktayım. Bunların her biri için ayrı bir şükür borcum vardır.
Allah’a iman etmekle böyle bir üstünlüğe ulaşan kişi, “Rabbine nasıl şükür ve ibâdet edeceği, neleri konuşup neleri söylemekten kaçınacağı, neye bakıp neye bakmayacağı” gibi nice sorularının cevabını da imanın diğer iki rüknünde, yani kitaplara ve peygamberlere imanda bulur. İşlerini, hareketlerini, düşüncelerini ve ahlâkını Kur’âna göre tanzim etmeye ve bu konuda yegâne rehber olan Allah Resulüne (asm.) mutlak manada itaat etmeye başlar. Böylece iman şerefine, salih amel ve güzel ahlakı da ilave etmiş olur.
Böyle bir insan, her şeyi ve her hadiseyi Allah’ın yarattığını ve takdir etiğini bilmekle onlara karşı ne aşırı bir minnet duygusu taşır, ne de onlardan gelecek zararlardan fazlasıyla korkar.
Bir kul olarak kendine düşen görevleri hassasiyetle yerine getirdikten sonra, âlemlerin Rabbi olan Allah’a tevekkül etmekle, mahlukat âleminden gelecek zararlara ve tehlikelere gereğinden fazla önem vermez. Hava âlemini onun emrinde bilir, fırtınadan korkmaz. O unsurun cansız ve iradesiz olduğunu, kendi başına hiçbir icraat yapamayacağını çok iyi bilir.
İnsanın başına gelen bütün korkutucu ve zarar verici olaylar kendi başlarına buyruk değildirler. Üstadımızın buyurduğu gibi, “Her şeyin dizgini onun elinde, her şeyin hazînesi onun yanındadır.”
Onun izni olmaksızın ne ağaç meyve verebilir, ne de su insanı boğabilir.
"Demek iman tevhîdi, tevhîd teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saâdet-i dâreyni iktizâ eder."(3)
İşte iki dünya saadetinin reçetesi, hakikî imanın meyveleri olan bu "teslim ve tevekküldür." Bu reçeteyi kalp âlemine hâkim kılan bir mümin, dünyada da mesut yaşar, âhirette de.
Özet olarak, insanı insan yapan ve insanın hem dünyada hem de ahirette mesut ve bahtiyar olmasını temin eden yegâne nur iman nurudur ki, bu nurun en büyük vesilesi de Hazreti Peygamberdir (asm).
Dipnotlar:
(1) bk. Sözler, On Dokuzuncu Söz.
2) bk. age., Yimi Üçüncü Söz, Birinci Mebhas.
3) bk. age.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü