"İman, Şems-i Ezeliden vicdan-ı beşere ihsan edilen bir nur ve bir şuadır ki, vicdanın içyüzünü tamamıyla ışıklandırır." cümlesini nasıl anlamalıyız?
Değerli Kardeşimiz;
İman bir nurdur, manevi bir ışıktır. İnsan bu nuru ve ışığı, iradesi ile kabul edip talep ederse, Allah bu nuru ve ışığı insanın kalbine akıtır. İnsanın iradesi bir elektrik şarteli gibidir, elektrik iradeye kadar, Allah tarafından getirilmiş, içeri akmak için şartelin insan tarafından indirilmesini bekliyor. İnsan şayet irade şartelini indirirse, iman elektriği insanın bütün mahiyetine yayılacak. Yok indirmez ise, kapıda kalıp bekleyecektir.
Demek insanın, Allah’a karşı bir itiraz hakkı yoktur. Zira Allah, her insanın irade şarteline kadar, iman ve hidayet tesisatını çekmiştir, bundan sonra içeri girip girmemesi insanın elindedir. O zaman insanın şikayet etmeye hakkı yoktur.
Nasıl maddi ışık girdiği yerleri ve menzilleri nurlandırıp aydınlatıyor ise, aynı şekilde iman da manevi bir ışık gibi, girdiği kalbi ve ona bağlı olan diğer his ve duyguları aydınlatıp nurlandırıyor. Maddi ışık olmadan nasıl nesneleri ve eşyayı göremiyor isek, manevi ışık olmadan da insanın his ve duyguları manevi şeyleri, yani imana dair hakikatleri göremiyor. O hakikatler yerinde sabit durmasına rağmen, iman nuru ve ışığı olmadan onları fark edemiyor.
Göz; eşyanın şekil ve suretini görürken, basiret ise; eşyanın hakikati olan sanatkarı ve ustayı görür. Basirete bu hakikatleri gösteren şey ise; iman ve hidayetin nur ve ışığıdır.
Vicdan; insanın bir hissi, hassas bir terazisidir, iman ise bu terazinin elektriği ve enerjisidir, iman olmaz ise terazi tartmaz ve ölçemez. İman ve hidayet ışığı olmayan bir kafirin, vicdanen tefessüh etmesi, yani vicdanının kokuşması bu sebepledir. Tıpkı elektriği olmayan buzdolabının içindeki gıdaların bozulup kokması gibi, iman ve hidayet elektriği ve ışığı olmayan bir insanın da maddi ve manevi azaları ve duyguları işlevsiz hale gelip, bozuluyor ve kokuşuyor.
Demek ki, iman bir nur olduğundan, nurun da özelliği küfür karanlıklarını yok etmesiyle, eşyanın hakikatinin görünmesi insandaki dehşet ve vahşetin huzur ve ünsiyete dönüşmesidir.
Başka bir ifade ile hem insanı hem de insanın misal-i ekberi olan kainatı ışıklandırmasıyla insanın kalb ve vicdanına huzur ve ünsiyet vermesidir.
Yirmi Üçüncü Söz'de anlatıldığı gibi, iman intisabıyla insan kendini, Sani-i Zülcelalinin antika bir sanatı olduğunu derk eder. Saniine marifet kesb ile muhabbet peyda eder. Bir ünsiyet hisseder. Kainattaki mahlukat Cenab-ı Hakk’ın memuru ve şirin bir kitabı olduğunu görür. Hadisatı kalem-i kudretin bir kasidesi olduğunu derk eder. Her bir mahlukun Cenab-ı Hakk’ı tesbihini iman kulağıyla işiterek kainatı bir musika-i İlahi suretinde görür.
Bütün bunlar imanın nurunun kalb ve vicdan gözünü nurlandırmasıyla husule gelir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar