"İman, Şems-i Ezeliden vicdan-ı beşere ihsan edilen bir nur ve bir şuadır ki, vicdanın içyüzünü tamamıyla ışıklandırır." cümlesini nasıl anlamalıyız?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

İman bir nurdur, manevî bir ışıktır. İnsan bu nuru ve ışığı, iradesi ile kabul edip talep ederse, Allah da onu insanın kalbine akıtır. İnsanın iradesi bir elektrik düğmesi gibidir. Elektrik iradeye kadar, içeri akmak için şalterin insan tarafından indirilmesini bekliyor. İnsan şayet irade şalterini indirirse, iman elektriği insanın bütün mahiyetine yayılacak. Eğer indirmez ise, kapıda kalıp bekleyecektir.

Demek insanın, Allah’a karşı hiç bir itiraz hakkı yoktur. Zira Allah, her insanın irade şalterine kadar, iman ve hidayet tesisatını çekmiştir, bundan sonra içeri girip girmemesi insanın elindedir. O zaman insanın şikâyet etmeye hakkı yoktur.

Nasıl maddî ışık girdiği yerleri ve menzilleri nurlandırıp aydınlatıyor ise, aynı şekilde iman da manevî bir ışık gibi, girdiği kalbi ve ona bağlı olan diğer his ve latifeleri aydınlatıp nurlandırıyor. Maddî ışık olmadan nasıl eşyayı göremiyor isek, manevî ışık olmadan da insanın his ve duyguları manevî şeyleri, yani imana dair hakikatleri göremiyor. O hakikatler yerinde sabit durmasına rağmen, iman nuru ve ışığı olmadan onları fark edemiyor.

“İman hem nurdur, hem kuvvettir.” (23. Söz)

Nur kelimesi, “tenvir eden, nurlandıran, ışıklandıran” mânâsındadır. Nitekim bu dersin İkinci Nokta’sında insanın ve kâinat kitabının ancak iman nuruyla okunabildiği ifade edilir.

İnanmayan insan küfür karanlığında kalmıştır. Ne kendini okuyabilir, ne de kâinatı. Her organının, her hücresinin ve her duygusunun ayrı birer mu’cize olduklarını hiç düşünmez. Sadece onları dünyanın geçici menfaatlerinde ve zevklerinde kullanmakla iktifa eder. Düşünmeden yaşar veya yaşıyorum zanneder.

İman nuruyla kendini okuyan insan büyük bir şeref kazanmıştır. Bu bahtiyar insan kendi varlığı konusunda şöyle düşünür: "Ben Allah’ın eseriyim. Hayatım O’nun Muhyi isminin tecellisi, şeklim, sûretim O’nun Musavvir isminin tecellisi, her organımın ve her hücremin faydalarla dolu olması O’nun Alîm ve Hakîm isimlerinin tecellileri. Ve ben varlığımda tecelli eden her bir İlâhî isimle ayrı bir rahmete mazhar olmakta ve ayrı bir şeref kazanmaktayım. Bunların her biri için ayrı bir şükür borcum vardır."

Allah’a iman etmekle böyle bir üstünlüğe ulaşan kişi, “Rabbine nasıl şükür ve ibadet edeceği, neleri konuşup neleri söylemekten kaçınacağı, neye bakıp neye bakmayacağı” gibi nice suallerinin cevabını da imanın diğer iki rüknünde, yani kitaplara ve peygamberlere imanda bulur. İşlerini, hareketlerini, düşüncelerini ve ahlâkını Kur’an’a göre tanzim etmeye ve bu mevzuda yegâne rehber olan Allah Resulüne (asm.) mutlak mânada itaat etmeye başlar. Böylece iman şerefine, salih amel ve güzel ahlâkı da ilave etmiş olur.

İman nur olduğu gibi, ilim de nurdur, ibadet de nurdur, güzel ahlâkın her bir şubesi de ayrı bir nurdur.

Göz; eşyanın şekil ve suretini görürken, basiret ise; eşyanın hakikati olan sanatkârı ve ustayı görür. Basirete bu hakikatleri gösteren şey ise; iman ve hidayetin nur ve ışığıdır.

Vicdan; insanın bir hissi, hassas bir terazisidir, iman ise bu terazinin elektriği ve enerjisidir, iman olmaz ise terazi tartmaz ve ölçemez. İman ve hidayet ışığı olmayan bir kâfirin, vicdanen tefessüh etmesi, yani vicdanının kokuşması bu sebepledir. Tıpkı elektriği olmayan buzdolabının içindeki gıdaların bozulup kokması gibi, iman ve hidayet nuru ve ışığı olmayan bir insanın da maddî ve manevî azaları ve duyguları bozuluyor ve kokuşuyor.

Demek ki, iman bir nur olduğundan, küfür karanlıklarını yok ettiğinden, eşyanın hakikatinin görünmesi insandaki dehşet ve vahşetin huzur ve ünsiyete dönüşmesidir.

Başka bir ifade ile hem insanı hem de insanın misal-i ekberi olan kâinatı ışıklandırmasıyla insanın kalb ve vicdanına huzur ve ünsiyet vermesidir.

Yirmi Üçüncü Söz'de anlatıldığı gibi, iman intisabıyla insan kendini, Sani-i Zülcelalinin antika bir sanatı olduğunu derk eder. Saniine marifet kesb ile muhabbet peyda eder. Bir ünsiyet hisseder. Kâinattaki mahlûkat Cenab-ı Hakk’ın memuru ve şirin bir kitabı olduğunu görür. Hâdisatı kalem-i kudretin bir kasidesi olduğunu derk eder. Her bir mahlûkun Cenab-ı Hakk’ı tesbihini iman kulağıyla işiterek kâinatı bir musika-i İlahi suretinde görür.

Bütün bunlar iman nurunun kalb ve vicdan gözünü nurlandırmasıyla husule gelir.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 5.939
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

drerkan
Allah razı olsun.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...