Risale-i Nur'da çok yerlerde insanın nihayetsiz acz, fakr, kusur ve hacatından bahsediliyor. Kusurda nihayet olmadığını anlıyorum. Aczde, fakrda ve ihtiyaçlarda sınırın olmadığını nasıl anlamalıyız?
- İnsan fakir, ama her şeye mi muhtaç?
- Yoksa bu "nihayetsiz, hadsiz, sınırsız" gibi kelimeler sadece çokluğu mu ifade ediyor?
Değerli Kardeşimiz;
Fakr: İhtiyaç sahibi manasında kullanılmıştır. İnsan zerreden güneşe kadar her şeye muhtaç olarak yaratılmıştır. İnsanın hayatını devam ettirebilmesi için kâinatın bütün çarklarının işlemesi gerekir.
Acz; güç yetirememek, elinden gelmemek, söz dinletememek gibi manalara geliyor. İnsanın aczi ve fakrı için Üstad Bediüzzaman Hazretleri, “acz-i mutlak” ve “fakr-ı mutlak” tabirlerini kullanır. Mutlak, yani kendisine bir sınır çizilemeyen acz ve fakr.
İnsan saç yapmaktan âcizdir, ama ona ihtiyacı da var; saçın fakiridir. Göz, kulak, burun, dudak da yapamıyor; ama bunların da fakiridir. Ne kalp yapmak elinden geliyor, ne ciğer ve ne böbrek; hepsine de ihtiyacı vardır.
Dış dünyaya geçelim:
Dudağının önünde nöbet bekleyen havadan, toprağa, suya, Güneşe, Ay'a kadar nice mahlûkatı yapmaktan âcizdir ve bunların her birinin de fakiridir.
Aczin son hududu, iradesizliktir. Bir şey isteyebilmekten bile mahrum olma halidir. İşte insan nutfe hâlinde iken aczin bu en ileri mertebesinde idi. İhtiyaç nedir, istemek nedir bilmezdi. Ağız nedir, akıl nedir bilmezdi. Güneş nedir, hava nedir bilmezdi. Nutfe olduğunu, rahimde bulunduğunu, annesinin ötesinde uçsuz bucaksız bir kâinat olduğunu bilmezdi.
O âlemden faydalanabilmesi için çok cihazlarla teçhiz edilmesi gerektiğini bilmezdi. Bilse bile bunların yapılması onun için imkânsız idi. İşte insanoğlu bu menzilde mutlak bir fakr içinde ve yine mutlak bir acz içinde kıvranırken Allah’ın rahmeti ve inâyeti imdadına yetişti.
Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir:
- Bu kâinatın en mükemmel meyvesi olan insan, niçin en âciz ve en fakir olarak yaratılmış?
Bunun hikmetini Üstadımızın şu ifadelerde buluyoruz:
“Fâtır-ı Hakîm, insanın mahiyet-i maneviyesinde nihayetsiz azîm bir acz ve hadsiz cesim bir fakr dercetmiştir. Ta ki kudreti nihayetsiz bir Kadîr-i Rahîm ve ğınası nihayetsiz bir Ğaniyy-i Kerîm bir zatın hadsiz tecelliyatına, câmi’, geniş bir ayna olsun.”(1)
Allah fakiri doyurur, güçsüze yardım eder. Herkese ihtiyacı olan şeyleri hikmeti kadar lütfeder. Kediye kanat gerekmez, öyleyse o, kanadın fakiri değildir. Yaradılışına bu ihtiyaç konulmamıştır. Ağaç da yürümek istemez. Onun da böyle bir ihtiyacı yoktur. Taşlar da büyümek istemezler. Bütün bu mahlukatın akla da ihtiyaçları yoktur. Bu noktada insanlardan zengindirler.
Cenâb-ı Hak, taşın imdadına Rezzak ismiyle yetişmiyor. Zira taşın rızka ihtiyacı yok. Ama kuşa rızık ihsan ediyor, çünkü muhtaç olan kuştur. Ve görünüşte taş, kuştan daha zengindir. Fakat Allah katında o fakirlik daha makbul olmuş ve Rezzak isminin tecellisiyle şeref ve rütbe noktasında, kuş, taşı çok gerilerde bırakmıştır. Diğer isimler de bu misale göre düşünüldüğünde, Allah’ın bütün isimlerinin tecellisine muhtaç olan insanoğlunun, mahlukat içinde en fakir, en âciz, ama en şerefli olduğu açıkça anlaşılır.
Bu manayı zevk edebilen ârif insanlar “fakr” ile fahretmişler.
Soruda geçmemekle birlikte kusurdan da kısaca söz edelim:
Kusur, insanın “noksanlık” cihetidir. Bunu günahla karıştırmamak gerekir. Her günah kusurdur, ama her kusur günah değildi. Mesela, yorulmak ve unutmak insan için birer kusurdurlar, ama günah değillerdir. İnsanın iradesinin cüz’i olması, yani bir anda ancak bir şey irade edebilmesi de kusura misal olarak verilebilir.
1) bk. Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar