Risale-i Nur'da Rabıta Yapmak Var mıdır?
Değerli Kardeşimiz;
Rabıta ne demektir?
Rabıta, “bağ, münasebet ilgi, alâka, bağlılık, mensub olmak...” gibi anlamlara gelir.
Kendi şahsiyetinden sıyrılıp, söz gelimi şeyhin veya Resulullah (asv)’ın şahsiyetiyle bütünleşme, bir bağ kurma şeklinde uygulanır. Malum olduğu üzere, seven sevdiğini hayal eder. Onu kendine yakın hisseder. Hatta rüyalarında bile onunla olur. Onunla aynîleşmek ister.
Usta-çırak, hoca-öğrenci münasebetleri de rabıtayla alakalıdır. Çırak ustasının hareketlerini, öğrenci hocasının söylediklerini hatırlamaya, sanki tekrar o ana dönmeye gayret eder.
İşte, bir müridin mürşidini hatırlaması da böyle bir rabıtadır. Bu rabıta, mürşidin suretine değil, o vücudda sergilenen İslamî özellikleredir. Daha doğrusu, öyle olmalıdır.(1) Böyle bir rabıta, mürşitteki kemâl vasıflarının müride yansımasına sebebiyet verecektir. Buna, “fena-fişşeyh” denir. Fakat mürid orada kalmamalı, “fena-firrasul” ve “fena-fillah” makamlarına yükselmeye gayret etmelidir. Yani, şeyhinde fâni olan bir mürid, ondaki güzel özellikleri kazanıp, ondan peygamberde fâni olmaya yönelmeli, daha sonra da, Allah’ta fâni olmalıdır.(2) Bu fena (fani olma) hâlleri zevkî birer mesele olmakla birlikte, herkes için şu manada uygulanabilir:
Bir insan kendi reyini, fikrini bırakıp hocasının, üstadının yahut şeyhinin iradesini kendi iradesine tercih ederse, bu zatlarda fani olmuş olur. Aynı şekilde, bütün işlerini, hallerini ve sözlerini Allah Resulünün sünnet çizgisine göre ayarlarsa Peygamberimizde fani olmuş olur.
Allah’ın emir ve yasaklar manzumesini çok iyi kavrayıp, hayatının bütün safhalarının buna göre yönlendirdiği takdirde de fena-fillah makamından bir pay elde etmiş olur.
Risale-i Nur’da rabıtaya gelince:
"… Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir. Ehl-i tasavvufun mâbeyninde fenâ fi'ş-şeyh, fenâ fi'r-resul ıstılahatı var. Ben sufî değilim. Fakat onların bu düsturu, bizim meslekte fenâ fi'l-ihvân suretinde güzel bir düsturdur. Kardeşler arasında buna tefânî denilir."
"Yani, birbirinde fâni olmaktır. Yani, kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır."(3)
İşte Risale-i Nur’daki rabıtanın esası budur. Kendi dava arkadaşlarımızın meziyyetlerinin sanki bizimkiymiş gibi sevinmek. Bunu yapabilmek hakikaten büyük bir bahtiyarlıktır. Çünkü bu zamanda gurur, kibir, kıskançlığın kol gezdiği bir anda bizler eğer bu düsturu tatbik edebilirsek Müslümanlar arasındaki uhuvvet rabıtaları daha da perçinleşecek ve birbirine girmiş kargir taşlar gibi birbirimize kenetlenmiş olacağız.
"Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlât, şeyh ile mürid mâbeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssü'l-esası, samimî ihlâstır..." (4)
Dipnotlar:
(1). bk. Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat, s. 135-138.
(2). Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat, s. 384-385.
(3) bk. Lem'alar, Yirmi, Birinci Lem'a, Dördüncü Düstur.
(4) bk. age.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü