"Rızık, hayat kadar kudret nazarında ehemmiyetlidir. Kudret çıkarıyor, kader giydiriyor, inayet besliyor. Hayat, muhassal-ı mazbuttur, görünür. Rızık, gayr-ı muhassal, tedrici münteşirdir, düşündürür. Açlıktan ölmek yoktur!" Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Rızık, hayat kadar, kudret nazarında ehemmiyetlidir. Kudret çıkarıyor, kader giydiriyor, inâyet besliyor. Hayat, muhassal-ı mazbuttur, görünür. Rızık, gayr-ı muhassal, tedricî münteşirdir, düşündürür."
"Açlıktan ölmek yoktur. Zira bedende şahm ve saire suretinde iddihar olunan gıda bitmeden evvel ölüyor. Demek, terk-i âdetten neş’et eden maraz öldürür; rızıksızlık değil." (Mektubat, Hakikat Çekirdekleri: 85.)
Kâinatta olup-biten bütün fiillerin ilmî kalıplarını ve planlarını kader takdir ve tayin eder, kudret de bu takdir ve tayin edilen hususları en ince teferruatına kadar tatbikat sahasına döker. İnayetin beslemesi ise hayat sahiplerine, kaderde tayin edilen ihsan ve ikramların listesidir. Yani Allah takdir ve tayin ederken, mahlûkatına nihayetsiz ikram ve ihsanlarda bulunuyor.
Allah’ın kudreti dehşetli bir faaliyet ile şu maddi âlemi nurani ve latif şeylere dönüştürüyor. Kâinattaki sayısız zerreleri hayattan nasiplendirmek ve onlara mazhar kılmak için mütemadiyen her şeyi hareket ile sevk ediyor. Öyle ki en ehemmiyetsiz, hatta kokuşmuş leşlerde bile sayısız hayatlar yaratıyor. Her tarafı hayat ile şenlendiriyor. Elbette hayatın esası ve devamı için, rızkı da hayat gibi kâinatın her tarafına yayıp açıyor. Ya da her hayat için rızkı ihzar ediyor, yani hayat için hazırlıyor. Rızık ile hayat arasında çok sıkı bir münasebet vardır.
"Kudret çıkarıyor, kader giydiriyor, inayet besliyor..."
Bir binanın ilk merhalesi plan ve proje kısmıdır. Binanın bütün teferruat ve tafsilatı öncelik olarak bu plan ve programda tayin ve tespit edilir. Binanın şeklinden ziyade, onun ilmî temeli esastır. İşte binanın bu kısım ve merhalesine İmam-ı Mübin diyoruz.
Kâinat aynı bu bina gibi önce Allah’ın ilm-i ezelisinde plan olarak takdir edildi, sonra da o kader planına göre bu kâinat ve içindeki mahlukat onun kudret ve iradesi ile vücuda çıkarıldı. Her şey o plana ve kalıba göre hareket ediyor.
Kitab-ı Mübin ise, bu kâinat sarayının plan ve program kısmına, yani İmam-ı Mübin’e haricî bir vücut verilmesidir. Burada Allah’ın kudret sıfatı hükmeder, iş görür, mazi ve müstakbelden ziyade şimdiki hale bakar, âlem-i gaybdan çok âlem-i şehadeti temsil eder. Binanın İmam-ı Mübin kısmını mühendis tayin eder, yani plan olarak çizer. Binanın hayata geçirilmesi işini ise işçi ve ustalar yapar. Burada mühendis Allah’ın ilim sıfatını, usta ise kudret sıfatını bizlere bildirir.
Netice olarak, İmam-ı Mübin kaderin bir ismi ve unvanıdır, eşyanın yol haritasını çizer. Bir ağacın çekirdeği ve kökleri İmam-ı Mübin’i temsil eder.
Kaderin giydirmesi tabiri; bütün eşyanın ve varlıkların Allah’ın ezelî ilminde var olması, plan ve programlarının takdir edilmesidir.
İnayeti ile beslemesi; Allah’ın mahlûkatına olan ikram ve lütuflarıdır. Kader, eşyanın yol haritasını ve kalıbını çizerken inayet ve ikramlar da bu çizginin içindedir. Mesela, kader insana gözü taktığı zaman, gözün göreceği nimetleri de beraberinde yaratıyor. Mide verdiği zaman mide için enva-i nimetleri de beraberinde ihsan ediyor.
"Hayat, muhassal-ı mazbuttur; görünür."
Hayat, kâinatın umumundan süzülüp gelen bir macun ve hulasadır. Hayat, bütün kâinat çarklarının işlemesinden hasıl olan bir neticedir.
Mesela, bir karıncanın hayata mazhar olabilmesi için, bütün kâinatın ve sebeplerin ona hizmet etmesi lazım. Tek bir sebep olmazsa hayat olmaz. Mesela Güneş olmazsa hayat olmaz. Öyle ise hayat denilen şey kâinattan muhassal, yani süzülüp gelen bir sanattır. Kâinat, hayat sayesinde âdeta mazbut bir şekle bürünüyor, görünür ve bilinir bir kitap şekline geliyor. Hayatı büyütsek kâinat olur; kâinatı küçültsek hayat olur. Öyle ise hayat kâinatın mazbut ve muhassal bir neticesidir.
"Rızık gayr-ı muhassal, tedricî münteşirdir; düşündürür."
Rızık, hayata nisbetle daha dağınık ve daha münteşirdir. Hayat gibi mazbut ve muhassal değildir. Yani rızık, hayat gibi dürülüp mücessem ve müşahhas bir şekle sokulmamıştır. Bu yüzden rızık üzerinde tevhidin okunması biraz daha dikkat ve gayret ister. Hayat gibi kendini gösterip tam mânası ile izhar ve ilan etmiyor. Nazlanıyor, dikkat, alâka tazarru ve dua istiyor. Rızkın sebeplere bağlanması ve kesif eller ile gönderilmesi, hayata nisbetle kendini biraz daha gizliyor ve düşünmeye sevk ediyor.
Üstad Hazretlerinin ifadesi ile hayat, âdeta sebepsiz ve bir anda vücuda gelirken, rızık çok sebeplerden ve kesif vasıtalardan süzülerek ve peyderpey ilerleyip geliyor. Bu da insanların okuyup düşünmesi açısından biraz daha dikkat ve gayret istiyor. Böyle olmasının sebebi ise, insanların rızık hususunda daha çok dua ve niyaz etmesi içindir.
Hayata ibda, yani bir anda vücut bulmak rızka ise inşa, yani tedricî tekâmül sureti ile vücut bulmak nazarı ile bakabiliriz.
"Açlıktan ölmek yoktur. Zira bedende şahm ve saire suretinde iddihar olunan gıda bitmeden evvel ölüyor. Demek, terk-i âdetten neş'et eden maraz öldürür; rızıksızlık değil."
İnsanın vücudu ve midesi esnek bir yapıya sahiptir. Mide alıştırılırsa bir iki lokma ile de doyabilir, bir keçiyi de yiyebilir. İnsan, midesini çok yemeye alıştırsa, artık o vücut az yemek ile yaşayamaz duruma gelir; açlığa tahammül edemez.
Midesini terbiye edip az yemeye alıştıran ve birkaç lokma ile doyan bir insan, kırk gün aç kalsa, dayanabilir ve açlıktan ölmez.
Midesini çok yemeye alıştıran, az yemekle doymayan bir insan ise uzun müddet aç kalsa dayanamaz ve ölür. Bu adam, rızıksızlıktan değil, çok yeme alışkanlığından dolayı ölmüş olur. Zira Allah, insan bedenine uzun müddet dayanacak şekilde erzak depolamıştır. Rızık bulamadığı zaman, bu depodan idare eder. Bu erzak bitmeden, nasıl olsa rızka ulaşır ve hakiki açlıktan ölmez. Ama biz irademizi kötüye kullanıp, midemizi çok yemeye alıştırır isek, o uzun müddet açlığa dayanma gücünü de kırmış oluyoruz. Allah’ın bize verdiği o fıtrî dayanma gücünü suiistimal edip kısaltıyoruz.
Netice olarak burada kötüye kullanılan âdet, çok yeme alışkanlığıdır.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Hayatın direkt sebepsiz yaratılmasına örnek verir misiniz ? Yani canlıyı meydana getirecek hücrelerin vs. "kün" emri ile bir araya gelmesi mi? Bişeyler muallakda kaldı, yardımcı olur musunuz ?
Hayatı, daha ziyade canlılık anlamında kullanmamız lazımdır. Anne karnındaki bebeğe belli bir tarihten sonra ruh girmektedir. İşte, ruhun girişi bir sebebe bağlı olarak meydana gelmiyor. Bu olay sebepsiz vuku bulmaktadır.
Mideyi alıştırırsan iki lokmada yeter demişsiniz .bu su içinde gecerlimidir.cünkü Ramazan'dan önce cok su tüketen arkadaşlar oruç tutarken zorlanıyorlar .ben suyu az içiyorum oruç tutarken zorlanmıyorum.suyuda az yemek gibi değerlendirebilir miyiz ?
Su içmenin riyazeti olmaz bedenin ihtiyacı kadar içilebilir. Şu var ki beden çok yemeye alışmışsa suyu da ona göre içer. Az yiyen vücut kitlesi makul seviyede olan ona göre içer.
Allah razı olsun anladım .