"Şeriat da yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü'l-emirlerimiz düşünsünler." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Şeriat da yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü’l-emirlerimiz düşünsünler."(1)
Şeriat, “Su menbaından su almak için girilen yol.” demektir. Ayrıca kanun ve kaide anlamına da gelir. Şeriat, hakikata giden yolun ismidir; “din”, “Allah’ın emri”, “İlâhî emir ve yasaklar” gibi mânâlara gelir.
Bir çekirdeğe ağaç olma kâbiliyeti yükleyen, onu meyve verebilecek şekilde programlayan Allah, bu gayenin tahakkukunu birtakım şartlara bağlamıştır. Bu şartlar dizisine şeriat-ı fıtriyye deniliyor. O çekirdek, toprağını bulacak, suyuna kavuşacak, güneşle sohbet edecektir ki ağaç olabilsin.
İnsanın mahiyeti de cennet hayatını netice verebilecek bir çekirdek gibidir. İşte şeriat, bu insan mahiyetinin rıza beldesi olan cennete lâyık olabilmesi için uyması gereken kanunlar manzumesidir.
Akıl, onun koyduğu sınırlar içinde düşündüğü takdirde, mârifetullaha eriyor. Dil, hayır söylediği ölçüde o ebed ülkesinde ulvî sohbetler yapmaya aday oluyor. Beden, Allah için yorulduğu nisbette o saadet beldesinin maddî nimetlerinden faydalanmaya hak kazanıyor.
Sevgi, korku, şefkat, merhamet gibi hislerden, göze, kulağa, ele, ayağa kadar her şey ancak Allah’ın emir dairesinde çalışmaları hâlinde terakki ediyor, ulvîleşiyor ve ulvî âlemlere yöneliyorlar.
İmam-ı Rabbani Hazretleri bu konuda şöyle buyurur:
“Dilin yalan söylememesi şeriattır. Kalpten yalan hâtırasını nefyetmek (sürmek, uzaklaştırmak) eğer tekellüf ve teemmül ile (zorlayarak, çalışarak) olursa tarikat, eğer bilâ tekellüf (zorlanmaksızın) müyesser olursa hakikattır.”(2)
Doğru sözlü olmak, Allah’ın razı olduğu güzel bir ahlâk, yâni hakikattır. Kul, bu hakikata ermek için, ilk olarak, şeriatın “Yalan söylemeyiniz!” emrine uyarak dilini bu günahtan uzak tutar. Daha sonra kalbine yalan söyleme arzusu gelmemesi için ruhunu tedavi etmeye başlar. Bu vadide bir gayretin, bir faaliyetin içine girer.
Sonunda kalp hiçbir zorlamaya, çalışmaya lüzum kalmaksızın yalan söylemekten nefret eder hâle gelir. Artık o kalbe, yalan yanaşamaz olur. Konuştu mu mutlaka ve büyük bir rahatlıkla doğruyu söyler. İşte bu adam doğru söylemenin hakikatına ermiştir.
Demek ki, “şeriat” denilince, sadece, İslâm’ın ceza hukukuna dair hükümlerini anlamak eksik olur. Yalan söylememek de şeriattır. Yalan söylemeyen, gıybet etmeyen, başkasının malına, canına, ırzına, namusuna kötü nazarla bakmayan, helâl kazanç peşinde olan bir insan da şeriat üzeredir ve hakikat yolundadır. Böyle birinin şeriata karşı çıkması, kendisiyle tenakuza düşmesi demektir.
Kur’anın devlet yönetimiyle ilgili hükümlerini uygulama konusunda yetki ve sorumluluk, ulûl-emirlerimize aittir. Sade vatandaş bu hükümlerin hak olduğuna imanmakla yükümlüdür. Uygulaması onun kuvvet ve iradesi dışındadır ve bu hususta bir sorumluluğu da düşünülemez.
Bediüzzaman “Kur'ân ve iman hizmetinin kendisini siyasetten men ettiğini" söyler ve bunu şöyle açıklar:
“Hakaik-i imaniye ve Kur’âniye birer elmas hükmünde olduğu halde, siyasetle âlûde olsaydım, elimdeki o elmaslar, iğfal olunabilen avam tarafından, “Acaba taraftar kazanmak için bir propaganda-i siyaset değil mi?” diye düşünürler. O elmaslara âdi şişeler nazarıyla bakabilirler. O halde, ben o siyasete temas etmekle, o elmaslara zulmederim ve kıymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer.”(3)
İşte böyle ciddi sebeplerden dolayı siyasetin içine girmeden vatan evladına faydalı olmaya çalışan Bediüzzaman, siyasilere de zaman zaman mektuplar göndererek Kur’an ve iman hesabına tebligatta bulunur. Bu siyaset üstü metodun sonucu olarak çeşitli partilere mensup kimseler, O’nun eserlerinden istifade ederler.
Üstad, “Şeriatta yüzde doksandokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir.Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü'l-emirlerimiz düşünsünler.” derken, bizlere kendi sorumluluk sahamız içindeki yüzde doksandokuzluk kısma büyük önem vermemizi ve bu sahada gayret göstermemizi tavsiye etmektedir.
Yüzde birlik kısımdan bir vatandaş olarak biz sorumlu değiliz. “Onu da ulül-emirlerimiz düşünsünler.” ifadesini, bu kısmı küçümsemek şeklinde değil, bunun yöneticilere taalluk eden bir görev olduğunu bizim onunla meşgul olup asli görevimizden uzak durmamamız gerektiğini bir ihtar olarak değerlendirmeliyiz.
"... Şeriat da yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü'l-emirlerimiz düşünsünler."(4)
Üstad Hazretlerinin bu ifadelerini anlamak için Kur’an-ı Kerim'i mealinden okumak bile yeterlidir. Zira Kur’an ayetlerinin yüzde doksan dokuzu iman, ibadet, ahlak, fazilet ve ahiretten bahsediyor; dünyevi ve siyasi konular ancak yüzde bire tekabül ediyor.
Yüzde doksan dokuzun terke ve zaafa uğradığı bir toplumda, bütün mesai ve enerjinin yüzde bire harcanması makul ve gerçekçi bir yaklaşım olmaz. Bu yüzden Üstad Hazretleri bütün mesai ve enerjisini terke ve zaafa uğramış olan ve yüzde doksan dokuza tekabül eden iman ve ibadete harcamıştır. Yüzde bir kısmını yapan zaten vazifeliler bulunuyor. Ayrıca onlarla dikkatini dağıtmamış.
İşte bu tasnifat ve değerlendirme halk tarafından anlaşılmadığından, namaz kılan ve şeriatın büyük bir bölümünü yapan kişilerden bazıları, yüzde birlik idarecilere taalluk eden şeriatı kast ederek "Ben şeriatı kabul etmiyorum, gelmesini istemiyorum." diyebiliyor. Aynı şekilde bazıları da yüzde doksan dokuzluk şeriatın emir ve yasaklarında tembellik eden insanların bulunduğu bu toplumda, yine yüzde birlik kısmı kast ederek "Bu ülkede şeriat yoktur, şeriat isteriz." diye ortalığı bulandırabiliyor.
Dipnotlar:
(1) bk. Divan-ı Harb-i Örfî, Yedinci Cinayet.
(2) bk. Mektubat-ı Rabbani'de Şeriat ve Tasavvuf, Erkam Yayın San. A.Ş. 41. Mektub.
(3) bk. Mektubat, On Altıncı Mektup.
(4) bk. Divan-ı Harb-i Örfî, Yedinci Cinayet.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar