"Tarîkat ve hakikat, vesilelikten çıkmamak gerektir. Eğer maksud-u bizzât hükmüne geçseler; o vakit şeriatın muhkematı ve ameliyatı ve Sünnet-i Seniyeye ittiba’, resmî hükmünde kalır; kalb öteki tarafa müteveccih olur." ifadesini izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Bir hadis-i kudsîde, kulun Allah’a, en fazla farzlarla, ondan sonra nafilelerle yaklaştığı haber verilir.
Tarikatların temeli, nafile ibadetlerin artırılmasıyla Allah’a yakınlaşmada mertebeler kat’ etmektir. Buna göre tarikat bizzat maksad değildir; Allah’a yaklaşmanın, O’nun rızasına ermenin bir vasıtasıdır. Bu noktada birinci sırayı farzlar aldığına göre, bir tarikat ehli, farzlarda ihmal gösterdiği takdirde, tarikatının virdlerini ne kadar hassasiyetle yerine getirirse getirsin, kaybı kazancından fazla olur.
Üstad'ın bu tespiti dikkatle incelendiğinde, hem tarikatın hem de hakikat mesleğinin birer vesile, birer vasıta oldukları, bunlarla ulaşılacak esas hedefin ise Kur’an’ın emirlerini hayata mal etmek ve sünnete uyma konusunda daha fazla hassasiyet kazanmak olduğu ortaya çıkar. İnsan daha fazla zikretmek, daha fazla nafile ibadet yapmakla büyük sevaplara nail olabilir. Ancak, bunlardan elde edeceği asıl netice, Allah’ın emir ve yasaklarında daha fazla hassasiyet göstermek, namazlarını huzur ve huşu’ ile kılmak, zekâtını hakkıyla vermek, bununla da iktifa etmeyip sadakasını artırmak, kısacası şeriata daha fazla ittiba etmektir.
Tarikat buna hizmet ettiği ve buna vesile olduğu müddetçe insan için büyük bir feyiz ve sevap kapısı olur. Şeriata uyma hususunda, Üstad'ın tabiriyle, ‘resmî’ davranıp, asıl hassasiyetini tarikatın zikrinde gösteren insan, tarikatın hakikatine erememiş ve hakikatten inhiraf ediyor, demektir.
Kâinatın, insanın ve bu âlemdeki hâdiselerin hakikatini anlamaya, hikmetlerini öğrenmeğe çalışan insanlar da bu tefekkürlerinin ve gayretlerinin azim sevabını alırlar. Ancak, bu gayretler, bu tefekkürlerde asıl maksad değillerdir. Bunlar, kişiyi şeriata daha fazla uymaya sevk ediyorsa, hakikat mesleği, gayesine ulaşıyor demektir. Demek oluyor ki, tarikat gibi hakikat da şeriata hizmet edecek ve insanı, “hâl ve etvar ve ahlâkıyla Kur’anı okuma” makamına çıkaracaktır.
Üstad Hazretleri, “Maksud-u bizzât olan ilimlere ulûm-u âliyeyi okumaksızın îsal edici bir yol buldum.”(1) der.
Şeriat konusunda da şu tespitte bulunur:
“Şeriatta yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nisbetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü-l emrler düşünsünler.”(2)
Bu ifadeye göre, bizzat maksud olan ilimler, imânâ, ibadete, ahlâka, fazilete dair ilimlerdir. Diğer ilimler bunlara vesile oldukları nisbette kıymet kazanırlar. Nur Külliyatı'ndan âzamî derecede istifade edebilen bir insan bu ilimlere sahip olabilir.
Yirmi Dokuzuncu Mektub’ta “şeriatın imanî ve amelî cenahlarıyla makamat-ı âliyede uçmak” ifadesine yer verilir. Buna göre gerek tarikat, gerekse hakikat mesleğinde gidenler için, manevî makamlarda yükselmenin yolu şeriata tam bağlılıktan geçer.
Şeriat; imanî ve amelî olmak üzere iki kola ayrılıyor. Yani hem kuvvetli bir imana sahip olunacak, hem de ameller bu imana uygun şekilde tanzim edilecektir.
Dipnotlar:
(1) bk. Mesnevî-i Nuriye, Onuncu Risale.
(2) bk. Divan-ı Harb-i Örfî, İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Risale-i Nurdaki dusturlarin en birinci muhatapları talebelerdir. Bu ifadeler nurculuğa nasıl bakıyor sizce? Yani elbette Nurculuk bir tarikat değildir ama bu zamanda sahili selamete çıkaran en ehemmiyetli bir tariktir. Bu paragrafta tarikat kelimesinin içinde nurculuğu da düşünebilir miyiz sizce?
Tarık ifadesini yol, usul anlamında anlamak gerekiyor. Yani Nur talebeleri hizmet ederken bu yolla bu usul ile hizmet eder demek daha yerinde olur. Tarikat kelimesi tasavvufa ait olduğu için Nurculuğa bu anlamda tarikat demek yanlış olur. Ama gidilen yol anlamında tarikat demekte bir mahzur olmaz.