"Tarikat zamanı değil, bid’alar mâni oluyor." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Bu zamanın şartlarında tarikatı yaşamak ve kaidelerini uygulamak çok zor hâle gelmiştir. Bu zor şartlardan biri de bid’atların yayılması ve tesirli olmasıdır.
Tarikatta gidebilmek için evvelâ farzlar ifa edilmesi, günah ve bid’atlerden uzak bir zeminin ve muhitin olması iktiza ediyor. İnsanların ekserisi günah bataklığına batmışken, her tarafta bid’atler ve her türlü ahlaksızlık artmışken, insanları evliya yapmak pek de kolay ve mantıklı görünmüyor.
İmam-ı Rabbani Hazretleri demiş ki:
"Tarik-i Nakşîde iki kanatla sülûk edilir. Yani, hakaik-i imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve ferâiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa o yolda gidilmez." (bk. Mektubat, Beşinci Mektup)
Yani tarikatın kâmil bir şekilde uygulanabilmesi için, en evvel insanların imanının kuvvetli olması, farzları ifa etmesi, günahlardan ve bid’at fikirlerinden uzak kalması lazımdır ki, tarikat tatbik edilebilsin.
Bid’atın hâkim olduğu bir cemiyette tarikatlardan dem vurmak, temelsiz bir yere bina yapmak gibidir. Üstadımız aynı mektupta devamla şöyle diyor:
"Şimdiye kadar ben yalnız iman hakikatini düşünüp 'Tarikat zamanı değil, bid’alar mâni oluyor.' dedim. Fakat şimdi, sünnet-i Peygamberî dairesinde, bütün on iki büyük tarikatın hulasası olan ve tariklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine, her tarikat ehli kendi tarikatı dairesi gibi görüp girmek lazım ve elzem olduğunu bu zaman gösterdi." (bk. age.)
Buradan da anlaşılıyor ki, bir ehl-i tarikat imanını muhafaza etmek noktasında Risale-i Nurlardan istifade etmelidir.
İmam-ı Rabbanî Hazretleri, ömrünün son dönemlerinde, mesaisini iman hizmeti üzerine teksif etmiştir. Yoksa tasavvufu kendisinin terk etmesi diye bir şey söz konusu değildir. İman hizmetine yönelmesinin sebebi de, yukarıda ifade edilen sebeplerdir.
Tasavvuf, farz ve vacipleri hakkıyla yerine getirdikten sonra, nafile ibadetlerle manen terakki edip, Allah’a yakınlık kesbetmek ve O’nun rızasını kazanmak maksadıyla takip edilmesi gereken yol demektir.
Tasavvuf, Kitab ve Sünnete tam ittiba ile ahlak-ı İlahîyye ile tahalluk; yani, Kur’an ahlakıyla ahlâklanmak, masivayı terk ederek rıza-i Bârî’yi tahsile müteveccih olmak ve bu âli makama ermek için süflî hisleri terk ederek yüksek ahlâka bürünmek ve Allah’ın iradesine tam teslim olmaktır.
Tarikatlar asırlardır büyük hizmetler etmiş, nice insanın irşadına ve ıslahına vesile olmuş, tarihte derin izler bırakarak onun şerefli levhalarında hak ettikleri yüksek mevkii ihraz etmişlerdir. Hak tarikatlar İslam âleminin hemen hemen her tarafında mühim vazifeler yapmışlardır. Bunları inkâr etmek mümkün değildir ve insafsızlıktır.
“Neden ve niçinlerle” genç dimağların karıştırıldığı, şüphe ve tereddütlerin artırıldığı bu zamanda, bilhassa yüksek tahsil gençliğinin meselelerini, onlara zikir yaptırma ve tesbih çektirme yoluyla çözmek imkânsız gibidir. İman konusunda bocalayan, sefahete düşmüş, günahlarla ruhu kirlenmiş bir genci, bir mürşide bağlamak ve onun emirlerine kayıtsız şartsız uyar hale getirmek çok zor olduğu için, bu zamanın irşad tarzı, insanlara “hem aklı ikna, hem de kalbi tatmin edecek” marifet dersleri vermektir. Risale-i Nur bu vazifeyi en mükemmel şekilde yapmaktadır.
Risale-i Nur'un hedefi, sarsılma tehlikesine maruz taklidî imanları tahkikî hale getirmek, sadece akılda bırakmayıp kalbe, sırra da mal ederek şeytanın el uzatamayacağı derinliklere yerleştirmektir.
Risale-i Nur mesleği, tarikat berzahına girmeden hakikatleri doğrudan kalblere yerleştirmesi yönüyle sahabe mesleğine benzemektedir.
Bu zamanda insanların ekserisi dinsiz felsefe sebebi ile iman ve salih amel noktasında büyük yara almışlar ve müthiş bir tehlike ile karşı karşıya kalmışlardır. Haliyle imanı ve ameli yara almış bu insanların tarikat yolu ile velayet makamlarına çıkması mümkün ve kabil olmuyor.
Öyle ise bu yaralı insanlara evvela, iman hakikatleri anlatılıp kalplerine yerleştirmek, şüphelerini izale etmek gerekir. İmanı tehlikede olan birisini kurtarmak, imanı olan birisini veli yapmaktan hem daha ehemmiyetli hem de daha sevaplıdır. "Zira imansız cennete gidilmez, ama tasavvuf dersi almadan da insanlar cennete girebilir."
İmansız birinin imanına vesile olup, onu ebedi ateşten kurtarmak, imanlı birinin makamını genişletmekten daha kıymetli ve daha sevaplıdır.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü