"Tarikat" ve "Tasavvuf" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Tasavvuf; farz ve vacipleri hakkıyla eda rttiktem sonra nafilelerle manevî makamatta kat-ı meratip ile Allah’a yakınlık kesbetmektir.
Tasavvuf; Kur’an ve sünnetten süzülmüş bir sızıntı ve bir hakikattir; İslam’ın özü ve ruhudur.
Tasavvuf; kitap ve sünnete tam ittiba ile ahlak-ı İlahîyye ile tahalluk; yani, Kur’an ahlakıyla ahlaklanmak, masivayı terk ederek rıza-i Bârî’yi tahsile müteveccih olmak ve bu âli makama ermek için süfli hisleri terk ederek yüksek ahlaka bürünmek ve Allah’ın iradesine tam teslim olmaktır.
Tasavvuf; İslam dinini yaşamak, şeriata riayetle hakikate vusuldür. İslam tasavvufunun kaynağını, Kur’an’da zikredilen zühd, takva, zikir, tefekkür ve verâ gibi insanın ruhunu terakki ettiren ve kalbini tasfiye eden güzel haller teşkil etmiştir. Bu temel kaynağı, Resul-i Ekrem Efendimiz (sav.) ve sahabe-i kiram efendilerimizin hayatları takip eder. İslam’daki tasavvuf, bazılarının zannettiği gibi, şeriattan ayrı bir şey de değildir.
İmam-ı Gazalî, tasavvufu; “Kalbi, Hakk’a bağlayıp masiva ile ilgiyi kesmektir” diye tarif eder.
Cüneyd-i Bağdadi’ye göre ise tasavvuf; “Hakk’ın seni sende öldürmesi ve kendisiyle ihyasıdır.” (Kuşeyrî, Risalesi, Terc. Uludağ Süleyman, İstanbul, 1978, s.392)
Tasavvuf, İslam’ın bir terbiye metodudur. Bu terbiyenin çeşitli yolları vardır. Bu yollara tarikat denir. Bir nehrin kolları gibi... Nakşi, Kadiri, Şazeli gibi farklı kolları vardır. Ama sadece bir tek tasavvuf vardır. Onun için Nakşilik, Kadirilik tasavvufu denilmez...
Tarikat; Arapçada “yol” manasına gelmektedir. Tasavvuf da ise; Allah’a yakın olmak ve O’nun rızasını kazanmak maksadıyla takip edilmesi gereken yol demektir. Tarikatlardan maksat, esma-i İlahînin zikrine devam ile maneviyat sahasında ruhen tekâmül ve terakki etmek, sünnet-i seniyyenin ihya ve ibkasına gayret göstermektir.
"Tarîkatlar, hakikatlerin yollarıdır. Tarîkatların içerisinde en meşhur ve en yüksek ve cadde-i kübra iddia olunan tarîk-ı Nakşbendî..."(1)
Elbette bazı yollar, bazı yollara göre kısa, selametli, umumi, yüksek ve parlak olabiliyor.
Tasavvuf bir memba ve özdür; kaynağı vahiy ve ilhamdır. Tarikat ise bu membaın, zaman ve mizac gözetilerek insanlara ilaç misali verilmesidir. Bundan dolayı bazı yollara "tarikatı Muhammediye" denilir.
"Tarîkatlar ruhunda ve tasavvuf menbaından çıkacak bir güneştir ki; şimdi Şeyh-i Geylanî timsaliyle mana gösterilmiş..."(2)
Ayrıca tarikat, tasavvuf yolundaki zatlara nispeten kullanılabilir. Bundan dolayı tasavvuf ayrı, tarikat ayrıdır.
Tasavvuf mükemmeldir, ama tarikatta yani zatlarda ve onların bazı adablarında kusurlar olabilir. Bu kusurlar naehillerin girmesiyle olur. İslam ile Müslümanlar gibi... Ayrıca ilim sahibine yani ehli ilme, âlim denildiği gibi, tasavvuf ehline ve sistemine de tarikat denir.
Tasavvuf bir sırrı insanîdir. Bu sıra tarikat yoluyla vakıf olan da beşeriyetin kemaline vasıl olur. Velayet makamı kazanır. Onun için bazen tarikat yolundaki yolculuğa "kendine yolculuk" diye tabir ederler.
"Sual: Tarîkat nedir?
"Elcevab: Tarîkatın gaye-i maksadı, marifet ve inkişaf-ı hakaik-i imaniye olarak, Mi'rac-ı Ahmedî'nin (asm) gölgesinde ve sayesi altında kalb ayağıyla bir seyrü sülûk-u ruhanî neticesinde, zevkî, halî ve bir derece şuhudî hakaik-i imaniye ve Kur'aniyeye mazhariyet; 'tarîkat', 'tasavvuf' namıyla ulvî bir sırr-ı insanî ve bir kemal-i beşerîdir."(3)
Tarik; takip edilen yol, meslek demektir. Diğer bir deyişle, bir maksada ulaşmak için icrâsı lâzım olan hususların tamamıdır. Tarikat, bir hakikat ehli tarafından açılmış olup imanın inkişafı, nefsin tezkiyesi, kalbin tasfiyesi, ruhun manevî hastalıklardan kurtulup terakki etmesi gibi gayelerle intisap edilip takip olunan yoldur. Tarikat, Resulullah’ın mi’racının gölgesinde kalb ayağıyla ruhanî bir seyr ü sülûktur.
Tarikat manevî bir mücadele ile manevî yolları kat’ etmektir. Bu noktadan bakıldığında, tarikat mi’racta müşahede edilen iman esaslarını kalp ayağı ile belli terbiye usulleri ile keşfetmekdir. Yani tarikatların nihai hedefi mi’racta görülen iman esaslarını kalbî bir şekilde görme mücadelesidir. Ama tarikat ne kadar keskin ve parlak da olsa Mi’rac'a yetişemez, onun gölgesinde ve altında kalır. Buradaki gölge ve altında tabirleri Mi’rac'ın Nebevî bir seyahat olmasından dolayı, diğer bütün seyahatler ona tâbi ve onun riyasetinde gider, demektir.
Seyrü sulûk tabiri, en geniş mânâsı ile manevî mertebeleri kat’ etmek mânasına geliyor. Bu tariften yola çıkarak manevî makamları kat’ eden ya da etmeye çalışan herkese seyrü sülûk ehli denebilir. Manevî mertebeleri kat’ etmek umumî bir mefhum iken, bu manevî mertebeleri nasıl ve hangi usullerle kat’ etmek meselesi hususî ve her meşrebe göre farklılık arz eden bir husustur. Tarikat ve tasavvufta seyrü sülûk riyazet ve tarikat disiplini ile yapılırken, Risale-i Nur mesleğinde bu seyrü sülûk tefekkür ve tahkikî iman tarzı ile yapılır, başka meslekte de başka türlü yapılır ve hakeza.
Müridin bu manevî seyir ve yolculuğu bir mürşid-i kâmilin riyaset ve terbiyesinde gerçekleştiği için, müridin karşılaştığı engel ve mânialar o mürşid-i kamil tarafından gideriliyordu. Bir Nur talebesi nasıl müşkülünü Risale-i Nur ile hallediyor ise o müridin müşkülünü de mürşidi hallediyordu.
İnsan mahiyetinin efendisi ve en ehemmiyetli duygusu olan kalbin Allah hesabına işlettirilmesinde tarikat ve tasavvuf mühim bir disiplin ve yüksek bir tarz olduğu için, İslam tarihinde milyonlarca evliya ve asfiyanın yetişmesinde kıymetli bir yere sahiptir.
Tasavvufta, velayet makamlarına ulaşmak ve nefsi terbiye etmek için tasavvuf büyüklerinin tayin ve tesbit etmiş olduğu bir takım usuller ve yollar vardır. Uzun ve meşakkatli bir zamandan sonra kalb tekemmül edip Allah'a teveccüh eder ve marifet kazanır. Bu terbiye şekli hem uzun hem de meşakkatli olduğu için, Allah manevî seyirde olan müride yardım ve teşvik olması için bir takım ezvak ve kerametler ikram ediyor. Yani o harikalar ve manevî lezzetler o yolculuğu hem hafifletiyor hem de cazip hale getiriyor. Bu seyrü sülukte mücahede ve meşakkat olduğu için, salik yanılıp kerameti asıl maksat ve gaye yerine koyabilir, ezvak ve kerameti kendi mücahedesinin bir neticesi olarak düşünebilir. Bu da bu manevî yolculuğun tuzaklarındandır. Zevkli ve hâlî ifadeleri bu manevî yolculuklardaki görünen harika haller ve makamlardır.
Tarîkat, hakîkate giden bir yol olmakla beraber, tek yol değildir. Tarikatlardaki metot farklılıkları bunu isbat eder. Bütün hak tarikatlar, esaslarını Kur’ân’dan almışlardır. Tarikatı kabul etmek istemeyen bazı kimselerin, “Hz. Peygamber devrinde tarikat mı vardı?” şeklindeki soruları bir cerbezeden ibarettir. Zira tarikatın bütün esasları, zaten Resulullah’ın tatbikatına dayanmaktadır. Tarikatın belli bir sistem içinde ortaya çıkması, hicrî üçüncü asra dayanır. Cüneyd-i Bağdadî, Bayezid-i Bistami gibi zatlar, tarikatın ilk önderlerindendir. Daha sonraki dönemlerde gelen Şah-ı Nakşibend, Abdülkadir-i Geylanî, İmam-ı Rabbani, Mevlâna Celaleddin-i Rûmi gibi zatlar ise, tarikatın en meşhur kahramanlarıdırlar.
Hak tarikatlar müteselsilen Habib-i Kibriya Efendimize (sav.) vâsıl olur. Şimdiye kadar ne kadar evliya ve mürşit gelmişse, terakki ve tekâmüllerinde bir feyiz membaı olan Resul-i Ekrem Efendimiz (sav.) koyduğu düsturlardan istifade etmişlerdir. Çünkü her türlü hareket ve amellerde en mükemmel rehber ancak O’dur (sav.).
İnsanların ekserisi, ilim tahsil ederek doğrudan doğruya Kur’an ve sünnete muhatap olmaları mümkün olmadığından, böyle kişiler, noksanlarını sünnet-i seniye dairesindeki bir tarikatla ve şeyhe intisap etmekle telafi edebilir, noksanlarını ikmal ederek kemalata vasıl olurlar. Zaten, hakiki bir mürşidin en önemli vazifesi, müridini Kur’an ve sünnet dairesinde yaşatmasıdır.
İslâmiyet, ana hatlarıyla iman, ibadet ve ahlâktan ibarettir. Kelâm ilmi imanı, fıkıh ilmi ibadeti, tasavvuf ilmi de ahlâkı ele alır. Tasavvuf, ruhî ve vicdanî bir mahsuldür. Şekilden mânâya geçmek, kabuktan öze ulaşmaktır. Nitekim akıl yönünden dine yönelenler daha çok Kelâm ilmiyle uğraşırken, kalbi yönü ağır basanlar ekseriyetle tasavvufla meşgul olmuşlardır. İnsanın aklı, kâinatın binler hazinelerini açan pırlanta gibi bir anahtardır, nuranî bir cevherdir. Akl-ı selim mertebesine ulaştığında, Rabbanî bir mürşit ve hakikat güneşine açılan bir pencere olur. Kalp dahi, insanın manevî hayatının merkezi olan Rabbanî bir latifedir. Binler âlemin manevî bir haritasıdır. Kâinatın hadsiz hakikatlerinin mazharı, medarı, çekirdeğidir. Gayb âlemlerine karşı bir penceredir.
İşte, aklın işletilmesiyle pek çok ilimler ve fenler otaya çıktığı gibi, kalbin işletilmesiyle de, tasavvuf ilmi ortaya çıkmıştır. Tasavvufta yer alan zikir, fikir, nefis terbiyesi gibi esaslar, Kur’ân’da çokça bahsedilen konulardır.
Dipnotlar:
(1) bk. Sözler, Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli.
(2) bk. Kastamonu, 85. Mektup.
(3) bk. Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Dokuzuncu Kısım.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü