Üçüncü Hakikat'in haşiyesinde küfür yolunun zor, muhâl ve akıldan uzak ve müşkilatlı olduğuna dikkat çekiliyor. Bunu nasıl anlamalıyız?
Değerli Kardeşimiz;
Lem’alar’da küfür için şu ikili tasnif yapılır:
“Küfür ve dalalet iki kısımdır. Bir kısmı amelî ve fer'î olmakla beraber, iman hükümlerini nefyetmek ve inkâr etmektir ki, bu tarz dalalet kolaydır. Hakkı kabul etmemektir, bir terktir, bir ademdir, bir adem-i kabuldür. İşte bu kısımdır ki, risalelerde kolay gösterilmiş."
"İkinci kısım ise, amelî ve fer'î olmayıp, belki itikadî ve fikrî bir hükümdür. Yalnız imanın nefyini değil, belki imanın zıddına gidip bir yol açmaktır. Bu ise, bâtılı kabuldür, hakkın aksini isbattır. …"
"İşte sair risalelerde imtina derecesinde suubetli ve müşkilâtlı gösterilen küfür ve dalalet bu kısımdır ki, zerre mikdar şuuru bulunan, bu yola sâlik olmamak lâzımdır.”(1)
Adem-i kabul; kabul etmemek, dinî meselelere alâka duymamak, düşünmeden yaşamak, inanç konusu açıldığında da fazla bir yoruma gitmeden sadece inanmadığını ifade etmekle yetinmek, bunu şahsî bir görüş olarak benimseyip başkalarının inançlarına da karışmamaktır. Üstadımız bu tip inançsızlık için “... adem-i kabul ve inkâr ve adem-i tasdik ise cehl-i mutlaktır, hükümsüzlüktür.” der.(2)
Dünyanın geçici zevklerinin ve makamlarının peşinde koşan, sefahet ve işret ile sarhoş olan bu kesimin inkârları kolaydır. Nitekim Avrupa ülkelerinde iman ve İslam’dan söz etseniz çoğu kimse “Ben metafizik konulara ilgi duymuyorum.” diyerek bu konuda konuşmak istemez, kendi işine devam eder, sizin inancınıza da karışmaz.
“Kabul-ü adem”, “imanın zıddına bir yol açmak” olarak tarif edilir. Burada “inkârını yahut yanlış inancını ispata zorlama, başkalarını da bu yola çekmek için gayret gösterme” söz konusudur. Bu yol hem zordur, hem de bu yola gidenler azınlıktadırlar. Maddeye ezeliyet verip her şeyi madde ile açıklamaya çalışan materyalistler ve her şeyin zaman içinde evrim geçirerek kendi kendine tekâmül ettiklerini iddia eden evrimci biyologlar bu ikinci gruba girerler.
Üstad'ın bir cümlesini konumuza uygulayarak iki yol arasındaki mühim farkı ortaya koymaya çalışalım:
“Bir harf kâtipsiz olmaz.”(3)
Kâğıt üzerinde yazılmış bir kelime ve yanı başında bir kalem ve mürekkep okkası olsun.
Adem-i kabulcüler, yazıya da onu kimin yazdığına da ehemmiyet vermeyen, bunları hiç düşünmeyerek sadece dünyevî zevk ve menfaat peşinde koşan fikir mahrumu kimselerdir.
Kabul-ü ademciler ise, kâtibi kabul etmeyip “yazının kendi kendine meydana geldiğini” veya “o yazıyı kalemin yazdığını” yahut “mürekkebin uzun süre bekleyerek evrim geçirmesiyle kelime olduğunu” iddia ederler. Bu bâtıl ve safsata fikirlerini ispata zorlanır, başkalarını da kendi sapık fikirlerine davet ederler.
Bu yol çok zordur, akıl hâricidir.
Bu hâdisenin en kolay ve mâkul izahı, “Bu yazının bir kâtibi vardır, kalem onun emrindedir ve kaleme mürekkep koyan da odur.”
Kur’an-ı Kerim'de, imansızlar için şöyle buyurulur:
“...Onlar hayvanlar gibidirler. Belki tuttukları yol itibarıyla onlardan da aşağıdırlar.” (Furkan, 24/44)
Burada hayvanlara benzetilme, düşünmeden yaşama yönüyledir. Onlardan aşağı olmaları da küfür ve isyanları cihetiyledir. Hayvanlar âleminde isyan yoktur, hepsi kendine mahsus bir tesbih ve ibadet üzeredirler.
Dipnotlar:
(1) bk. Lem’alar, On Üçüncü Lem’a, Sekizinci İşaret.
(2) bk. Şualar, Yedinci Şua.
(3) bk. Sözler, Onuncu Söz, Mukaddime.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü