"Münkirler, yalnız cehalet ve echeliyet ve inkâr ve ispat olunmayan menfi meselelerde inat ve göz kapamak suretiyle karşılarına çıkabilirler." Menfi meseleler ne olabilir, izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
İnkâr edenler, İslam âlimlerinin ve iman hakikatlerinin karşısında duramazlar, tutunamazlar. Onların bir söz söyleyip ispat etmeye mecalleri yoktur. Çünkü onların inkâr davası ispatı mümkün olmayan menfi şeylerdir. Yani aslı ve esası olmayan bozuk ve hurafe inançlardır. Malum kâinatta en zor şey, hatta en imkânsız durum aslı olmayan bir şeyin ispat edilmesidir.
İspat edildi zannedilen nefiy ve inkârda, inkârcı meseleye hususi bir makamdan, tek bir cihetten bakıyor. Bunun için de görmediği veya anlamadığı şeyi “yoktur” deyip inkâr ediyor.
Mesela, bir adama “Dünyada ananas diye bir meyve var.” deniliyor, o da ananasın yetişmediği bir iklimde ananası arayıp bulamazsa, “yok” deyip inkâr ediyor. Hâlbuki ananasın yetiştiği yerlere baksa görecek. Ama adam kendi bulunduğu mekândan başka bir mekân tanımadığı, sair iklimleri bilmediği için, ona ananası kabul ettirmek mümkün değildir. Bu adamın inkârı kuru bir inattır, hükümsüzdür, ilmî değildir. Bu yüzden, bu adamla uğraşmaya değmez. Adamın "Bu iklimde ananas yoktur." demesi doğru olduğu için, Üstad Hazretleri bu inkâra, "ispat edilebilir zannedilen inkâr", demiştir. Çünkü onun iddiası belli bir saha ile sınırlıdır.
Ama ispat edilmesi mümkün olamayan inkârda ise, kişi hususi bir makamdan, tek bir penceden bakmıyor ve umumi olarak inkâr ediyor. Yani "Ananas dünyanın hiçbir yerinde yoktur." diye iddia ediyor. Hâlbuki bunu diyebilmesi ve olmadığını ispat edebilmesi için, o adamın bütün dünyayı arayıp taraması gerekir. Bu ise mümkün değildir. Muson ikliminin olduğu bir beldeye gitse ananası görecek. Bu ikinci adamın inkârı ispat edilebilir bir inkâr değildir.
Haşa, "Allah ve ahiret yoktur." diyen bir adamın, Allah’a ve ahiretin varlığına işaret eden sayısız delilleri tek tek çürütüp, sonra bütün kâinatı dolaşarak kendi inkârına delil ve ispatlar bulması gerekir ki, bu da muhaldir, mümkün değildir.
Aklı gözüne inmiş bir adam, sadece dünyaya ve kendi zaman dilimine bakarak "Cennet diye bir yer yok." dese ve inkâr etse, bu hususi olarak doğrudur. Çünkü cennet dünyada bir yerde değildir. Ama adamın doğru olmadığı husus, umumi inkârıdır. Cennet belki dünyada olmayabilir, ama kâinat ve âlemler çok azim ve geniştir, oraları görüp bilmeden cenneti inkâr etmek tam bir safsata ve hezeyan olur. Mutlak bir manada cenneti inkâr edebilmek için Allah’ın bütün mülkünü teftiş etmek gerekir. Yoksa gerisi cehalet ve hamakattır.
Bütün küfür sistemleri aslı olmayan yani menfi olan bu tarz dogmalardan ibarettir. "Menfi" kelimesi küfrün bu esassız ve mesnetsiz hâlidir.
Evet, inkâr edenler iki sınıftır. Birisi adem-i kabulcüler, diğeri kabul-u ademcilerdir. Her ikisinin de esası bozuk, ispatı mümkün değildir.
Küfrün birinci kısmı ve taifesi; İslam hakikatlerini düşünmeyen taassup ehli olanlardır. Bunlar, ölümü ve ötesini düşünmeden yaşamayı, zevk ve menfaatten başka her şeyi faydasız bulmayı hayatlarının değişmez prensibi kabul etmişlerdir. İşte bu kesimin küfrü “adem-i kabul” olarak isimlendiriliyor. Adem-i kabul, yani kabulsüzlük, iman hakikatlerini düşünmeden yaşamak ve inkâra sapmak. Bu inkâr kolaydır, inkârcıların kahir ekseriyeti bu sınıftandır.
Bunlar, iman ehliyle bir mücadeleye girişmeden, sadece kendi nefsani hayatlarını sürdürmekle meşgul olan ve iman hakikatlerine karşı lakayd kalan, batıl şeylere körü körüne inanan insanlardır. Bunlar, müminlerin el atmaları gereken büyük kesimdir.
İkinci grup ise, iman hakikatlarını kabul etmeyen, aksini ispatlamaya çalışan, küfrü dava edinip, İslam’a ve imana karşı savaş açan, insanları kendi batıl fikirlerine çekmeye gayret gösterenlerdir. İşte İslam’ın azılı düşmanları bu gruptaki insanlardır. Bunların itikat dünyaları ise, “kabul-ü adem” ile ifade edilir; yani yanlış bir yolu kabul etme, batılı dava etme… İşte bizim asıl düşmanımız, insanları cehenneme sürüklemeyi bir ideoloji, bir batıl inanç olarak benimseyen bu insanlardır.
Bu yolda gidenlerde düşünmemek değil, kalplere sapık inancı yerleştirmek söz konusu.
Adem-i kabulde, bir hakikatı ispat eden delilleri hiç düşünmemek ve onlarla alakadar olmamak söz konusu. Bu bilgisizlik o adamın inançsız kalmasına yetiyor.
"Elhasıl, itikad-ı küfriye, iki kısımdır:"
"Birisi: Hakaik-i İslâmiyeye bakmıyor. Kendine mahsus yanlış bir tasdik ve batıl bir itikat ve hata bir kabuldür ve zalim bir hükümdür. Bu kısım bahsimizden hariçtir. O bize karışmaz, biz de ona karışmayız."
"İkincisi: Hakaik-i imaniyeye karşı çıkar, muaraza eder. Bu dahi iki kısımdır:
"Birisi: Adem-i kabuldür. Yalnız, ispatı tasdik etmemektir. Bu ise bir cehildir; bir hükümsüzlüktür ve kolaydır. Bu da bahsimizden hariçtir."
"İkincisi: Kabul-ü ademdir. Kalben, ademini tasdik etmektir. Bu kısım ise bir hükümdür, bir itikaddır, bir iltizamdır. Hem iltizamı için nefyini ispat etmeğe mecburdur." (Şualar, Yedinci Şua, Mukaddime.)
Bu fikri savunan kâfirler, düşünmeden, araştırmadan, muhakeme etmeden, körü körüne, küfre teslim olmuşlardır. İslam dini ile fikir ve muhakemeye girişmiyorlar. Dünyanın en parlak delillerini ve mucizelerini de getirseniz, gözlerini kapatırlar. Bu sebeple bizim bu kâfirlerle, onların da bizimle işi olmaz.
"İkincisi: Hakaik-i imaniyeye karşı çıkar, muaraza eder. Bu dahi iki kısımdır:"
İkinci kısım kâfirler ise; İslam dinini batıl sayıp, menfi fikirler ileriye sürüyor, kendi küfriyatlarını hak sayıyorlar. Ve bu hususta fikrî bakımdan karşı çıkıp savaş ilan ediyorlar. Bunlar da kendi aralarında iki kısma ayrılmışlar.
"Birisi: Adem-i kabuldür. Yalnız, ispatı tasdik etmemektir. Bu ise bir cehildir; bir hükümsüzlüktür ve kolaydır. Bu da bahsimizden hariçtir..."
Kabul etmemek; bu kısımda olanlarda bir fikir ve muhakeme yoktur; inat ve cehalet esastır. Bunlar fikren ve muhakeme noktasından İslam’ın karşısında duramadıkları için, küfürlerini muhafaza niyeti ile inat edip iman etmiyorlar; ama düşmanlıklarını da devam ettiriyorlar. Burada inat ve cehalet hükmettiği için, fikir ve muhakeme noktasından yapacak bir şey yoktur. Bu sebeple Üstad Hazretleri; “bunlar da bahsimizin haricindedir” diyor.
"İkincisi: Kabul-ü ademdir. Kalben, ademini tasdik etmektir. Bu kısım ise bir hükümdür, bir itikaddır, bir iltizamdır. Hem iltizamı için nefyini ispat etmeğe mecburdur."
Kabulü adem ise; olmayan ve olması mümkün olmayan bir şeyi fikren ve muhakeme noktasından ispat etmeye kalkışmak ve öylece dava etmektir. Yani bunlar hem İslam’ı inkâr ediyorlar, hem de kendi batıl davalarını ispata kalkışıyorlar. İşte Üstad'ın muhatap aldığı ve fikirlerini çürüttüğü kesim bunlardır. Bunların küfürleri dava ve fikrî bir hareket olmasından dolayı, karşısına fikren ve muhakeme noktasından çıkmak gerekiyor ki; Risale-i Nurlar bunlardan en kuvvetli olanıdır. Bunlar küfürlerini hüküm ve itikada bindirdikleri için, ispat ile mükelleftirler. Zira müddei iddiasını ispatla mükelleftir. Mesela; ahiret yoktur diyebilmek için, bütün kâinatı gezip dolaşması gerekir ki, ondan sonra hüküm verebilsin. Yoksa bir yere bir noktaya bakıp yok demek, ispat noktasından makbul değildir.
İkisi arasındaki en büyük fark; birisi düşmanlık etmeden küfründe ısrar ediyor, diğeri ise düşmanlık ile beraber küfrünü devam ettiriyor.
İlave bilgi için tıklayınız:
- "Hususi olmayan ve has bir yere bakmayan bir nefiy ispat edilmez." cümlesini izah eder misiniz?
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü