Üstad, Mîran aşiret reisi Mustafa Paşa'ya "Sözünde durmazsan, seni onunla öldüreceğim." diyor. Rüya sonucu; adam öldürmeye teşebbüs uygun mu, cezayı devletin vermesi gerekmiyor mu?
Değerli Kardeşimiz;
Malum olduğu gibi devletin hakimlerinin verdiği karardan başka, hiç kimse bir kişinin ölümüne fetva veremez. Bu kaide genel bir hukuk kuralıdır. Ayrıca ehli sünnete göre rüyayla ve özellikle şeriate zıt durumlarda amel edilmez. Lakin Abdülkadir Geylani gibi gibi bir şeriat kahramanının Bediüzzaman gibi bir ilim kahramanına verdiği bu emir, normal işleyişten farklı değerlendirilmelidir. Üstad da bunu bir emir olarak görmüş ve hiç çekinmeden tebliğe gitmiş, gerekeni tebliğ edip yapılmaması durumunda ne yapacağını da mertçe söylemiştir.
Bu olayın evvelinde Şeyh Abdülkadir Geylani hazretlerinin Üstadın rüyasına gelip Miran aşireti reisi Kel Mustafa'ya tebliğ için gitmesini, zulümden dönmesini, namaza başlamasını ve aksi takdirde öldürmesini emretmesi meselesi şöyle anlatılmaktadır:
"Tillo’da iken, bir gece Şeyh Abdülkadir-i Geylânî (k.s.) Hazretlerini rüyasında görür. Geylânî Hazretleri (k.s.) kendisine hitaben, “Molla Said! Mîran aşireti reisi Mustafa Paşaya gidiniz ve kendisini tarik-i hidayete dâvet ediniz. Yaptığı zulümden vazgeçerek namaza ve emr-i mârufa müdavim olmasını tavsiye ediniz. Aksi takdirde öldürünüz.”
Dinimizde marufu emretmek, münkeri men etmek farzdır. Üstad'ın görmüş olduğu bu rüya, bu emre uygun düştüğü için, Üstad harekete geçmiştir. Yoksa sırf rüyanın emri ile hareket etmiş değildir. Rüyanın mahiyeti; İslam’ın emri ile münasip düşmüştür demek, daha doğru olur.
Üstad'ın bu şahsa zor kullanması, belki kendi şahsi bir içtihadı olabilir. Yani o zalim kişi belki böyle bir tazir ve korkutmaktan ıslah olacağı Üstad'a manen bildirilmiş olabilir. Zaten ortada herhangi bir had cezası tatbik edilmemiştir. Buradan Üstad'ın devlet yetkisi ile hareket ettiği manası çıkmaz. Şayet böyle bir şey olsa idi, o zaman üzerinde ayrıca düşünülebilirdi.
"İslâm Hukukunda had cezaları, bir takım suçlar karşılığında bizzat Allah ve Allah Resûlü (asm) tarafından tesbit edilmiş cezâlardır. Ta’zîr cezâları ise, vahiy tarafından netlikle belirtilmeyen; hâkimin takdirine ve âlimlerin içtihadına bırakılmış olan cezâlardır."
"Namaz kılmayanlarla ilgili, Allah ve Allah Resûlü’nün (asm) telaffuz buyurduğu herhangi bir had cezâsı söz konusu değildir. Şüphesiz, âyet ve hadislerde namaza çok büyük emir ve teşvik vardır. Dünya saadetinin de, âhiret saadetinin de zembereğinin namaz olduğu söylenmiştir. Namaz kılmamanın sonucunun da tehlikeli olacağı konusunda ciddî uyarılar mevcuttur. Nitekim, Büreyde’nin (ra) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerifte Allah Resûlü (asm) namaz kılmamakla ilgili şöyle buyurmuştur:“Kâfirlerle aramızı ayıran fark, kılmayı taahhüt ettiğimiz namazdır. Kim namazı terk ederse, kâfir olur.”(Nesâî, Salât, 8)
"Bu hadîs-i şerîfte yer alan 'kâfir olur' hükmü ile; doğrudan namaz kılmayanın mı kast edildiği, namazı önemsemeyenin mi kastedildiği, namazı inkâr ederek terk edenin mi anlatılmak istendiği konusu âlimler arasında tartışılmıştır."
Hâfız, 'Namazı önemsememek küfür sebebi olur.' derken; Nihâye’de, namazı 'inkâr' ederek terk edenin kâfir olacağı hükmü yer almıştır. Bu hadisin zâhirine bakan İmam Ahmed bin Hanbel, namaz kılmayanın küfre girdiği görüşündedir. Mâlikîler, Şâfiîler ve Hanefîler ise, 'inkâr' olmadıkça, namaz kılmayanın küfrüne hükmetmemişler, ancak namaz kılmayanın hemen tevbe etmesini teklif etmişlerdir. Tevbe etmediği takdirde, her üç mezhepte de tevbe edene kadar ta’zir cezâsı gündeme getirilmiştir. Ta’zîr cezâsı ise, yukarıda beyan ettiğimiz gibi, hâkimin ve ulu’l-emrin takdirine göre verilebilen bir cezâ türüdür."(www.sorularlaislamiyet.com)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü