"Kâinatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra namazdır. Namaz kılmayan haindir; hainin hükmü merduttur." Ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
"Kâinatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra namazdır. Namaz kılmayan haindir; hainin hükmü merduttur.”(Tarihçe-i Hayat, Isparta Hayatı)
Allah’ın kâinatı yaratmasındaki asıl gaye; kendini, isimlerini ve sıfatlarını tanıtmak ve sevdirmektir. Bu durumda insanın kâinatta en mühim ve en birinci vazifesi, Allah’ı iman ile tanımak, ibadet ile kendini O’na sevdirmektir. Başka hiçbir vazife, hiçbir ihtiyaç, hiçbir düşünce, hiçbir ideoloji bunun üstüne çıkamaz, önüne geçemez. Bu yüzden, şu kâinat içinde insan için en yüksek hakikat iman, en mühim vazife de namazdır.
İnsanın iman ile Allah’ı tanımasından sonraki en mühim vazifesi, ibadet ile O’na kendini sevdirmesidir. Allah’ın imandan sonra en büyük bir ihsanı ve ikramı namazdır. Yüce Allah’ı tazim, tespih, zikir ve hamd etmenin en güzel yolu, ibadetlerin en mukaddesi, şükrün en camisi ve kurbiyete mazhar olmanın en güzel vasıtası namazdır. Bu yüzden, imandan sonra ikinci olarak hemen akla gelen namazdır. Kur’an’da en çok zikredilen ve emredilen ibadet namazdır.
Namaz sadece bir ibadet değil, insanı bütün kötülüklerden koruyan ve alıkoyan bir kale ve zırh gibidir.
"Sana vahyedilen Kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir." (Ankebût, 29/45)
Namaz kılmak, imandan sonra gelen en büyük hakikattir. Bundan dolayıdır ki, Kur’ân-ı Kerim'de yüze yakın yerde namazdan bahsedilmektedir. Hiçbir ibadete bu kadar ehemmiyet verilmemiştir. Çünkü namaz, müminin Rabbiyle olan en yakın münasebetidir. Namaz kılmayan insan bu münasebeti zayıflatmış, kendisini nefis ve şeytan gibi düşmanların arasına atmış olur ki, asıl büyük tehlike budur.
Buradaki "hain" ifadesi, vazifesini ifa etmeyen adamın durumuna işaret ediyor. İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi ibadettir. Şayet insan bu ibadet vazifesini ifa etmez ise, gönderiliş gayesine ve hedefine hainlik etmiş olur. İşte buradaki hainlik bu manayadır.
Merdut ifadesi ise, vazifesine dikkat etmeyen ve hain durumuna düşen bir adamın ciddiye alınacak bir tarafının olmadığına kinayedir. Yani sözüne itibar edilmez demektir. Toplumda bile cüz’i bir işe ihanet eden hain adamlar ciddiye alınmaz. Namaz gibi çok ehemmiyetli ve ulvi bir vazifeyi terk eden bir insanın ihaneti daha büyüktür.
Hani dinde zorlama yoktu, neden insanlar bu şekilde yargılanıyor?
"Dinde zorlama yoktur" hükmü, başka dinde ve inançta olan kimselere zorla İslam’ı kabul ettirme manasındadır. Yani bir Yahudi’yi ya da Hıristiyan’ı zorla Müslüman yapamazsın, demektir. Zira iman gönül ve kalp işidir. İnsanların kalbine baskı ile bir şeyi kabul ettiremezsin. Baskı ile onu ancak ikiyüzlü yaparsınız. Hakiki ve geçerli iman ancak severek ve gönülden isteyerek gerçekleşir.
Meselâ, bir Alman vatandaşını zorla Türk vatandaşı yapmak, sonra da onu Türk kanunlarına uymaya zorlamak haksızlık ve hukuksuzluk olur. Ama bu vatandaş kendi hür iradesi ile Türk vatandaşlığını kabul edip Türkiye’ye yerleşirse, o zaman Türk kanunlarına riayet etmek mecburiyetindedir. Vatandaşlığa zorlamak ayrı bir şey, vatandaş olduktan sonra kanunlara uymaya zorlamak ayrı bir şeydir. Hiç kimse, “Ben vatandaş, olurum ama kanunlara uymam” diyemez. Asıl tutarsızlık ve çelişki buradadır.
Bir kimse severek ve isteyerek Müslüman olduktan sonra Müslümanlığın icaplarını yani emir ve yasaklarını yerine getirmek mecburiyetindedir. Şayet bu emirleri yerine getirmez ise, bunun müeyyideleri vardır.
"Müslüman’ım ama faiz yerim, adam öldürürüm, namaz kılmam, kimse bana karışamaz" demek, tıpkı "Türk vatandaşıyım, ama Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını takmam, kimse da bana müeyyide uygulayamaz" demek gibidir ki, bu da hakikaten büyük bir ahmaklık olur.
Namaz her Müslüman’a farz kılınmıştır, bunu mazeretsiz terk etmenin belli müeyyideleri vardır. Bu müeyyideler fıkıh kitaplarında etraflıca izah edilmiştir.
Mâlikîler, Şâfiîler ve Hanefîler “inkâr” olmadıkça, namaz kılmayanın küfrüne hükmetmemişler, ancak namaz kılmayanın hemen tövbe etmesini teklif etmişlerdir. Tövbe etmediği takdirde, her üç mezhepte de tövbe edene kadar ta’zir cezâsı gündeme getirilmiştir. Ta’zîr cezâsı ise, hâkimin ve ulu’l-emrin takdirine göre verilebilen bir cezâ türüdür.
Diğer yandan, İslâm Tarihi boyunca irfan ve irşad müesseselerinin beyaz sayfaları, namaz konusunda teşviki, kolaylaştırmayı ve sevdirmeyi birinci plâna alan sayısız misalleriyle doludur.
Şu halde günümüzde de namaz hususunda tek çare yolu, aydınlatmak, irşad etmek, bilgilendirmek, kolaylaştırmak, sevdirmek, teşvik etmek ve müjdelemekten geçmektedir. Korkutmak, kabir azabıyla veya Cehennem ateşiyle tehdit etmek, zor kullanmak, küfürle itham etmek, kınamak, küçümsemek, dışlamak; Peygamber Efendimiz (asm)'in;
“Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz! Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız!”(Buhari, İlim 11; Müslim, Cihad 6)
Emrine aykırıdır. Cebir, gayet nazik ve nezih bir ibadet olan namaz için asla tasvip edilmez! Bilhassa namazın, kul ile Rabb’i arasındaki yakınlığı ve huzuru temin eden kuvvetli bir bağ olduğu düşünülürse; çok ehemmiyetli olan bu ibadetin, insanlara behemehal sevdirilmesi gerektiği daha iyi anlaşılmış olur. Namaz hususunda, vahye dayanmayan bir takdîrî cezâyı telaffuz etmenin bile, bilhassa günümüzde, büyük sancıları ve mahzurları beraberinde getireceği açıktır. İnsanları namazdan, daha da tehlikelisi dinden soğutmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Namaz kılmayan günümüz Müslümanlarına "hain" hükmü vermemiz doğru mu?
"Hain", kelime olarak emanete hıyanet eden, iyiliğe karşı kötülük ile mukabele eden demektir.
Bu cümlede kullanılan "hain" kelimesini iki şekilde anlamak mümkündür.
Birincisi, Allah’ın, insana vermiş olduğu sayısız nimetlerine karşı nankörlük etmektir ki, bu manada namaz kılmayan herkes hain sayılır. Çünkü namaz, bu nimetlere karşı insanın külli bir şükrüdür. İnsan namazı terk ettiği zaman şükrü de terk etmiş oluyor ki, bu da en büyük hainliktir.
"Ey nefis! Ubûdiyet, mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika değil, belki netice-i nimet-i sabıkadır. Evet, biz ücretimizi almışız; ona göre hizmetle ve ubûdiyetle muvazzafız."(Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal)
İkincisi, bir insan namazın farz ve İlahi bir emir olduğunu inkâr ederek namaz kılınmıyor ise, bu en büyük bir ihanet ve en büyük hainliktir. Bu manası ile Müslümanlara hain demek doğru olmaz. Çünkü fasık bir Müslüman, namazı inkâr ettiği için değil, tembellik ve gafletten dolayı terk etmektedir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
DİNDE ZORLAMA YOKTUR ÂYETİ
“Dinde ikrah (zorlama) yoktur.” — Bakara Suresi, 256 Bu ayetin nüzul sebebine bakıldığında, ayet-i kerimede Hıristiyanlara ve Yahudilere İslam Dini’ni kabul etmeleri konusunda bir baskı yapılamayacağı bildiriliyor. Bununla birlikte, müfessirlerimiz bu ayetin her çeşit baskı için de geçerli olduğunu önemle vurguluyorlar ve “Dinde zorlama yoktur.” ayet-i kerimesini, “zorlamanın her çeşidinin dinde yeri olmadığı” şeklinde yorumluyorlar. Bunlardan sadece ikisini takdim ediyorum: “İslamiyet’i kabul etmesi için kimseye cebredilmez ve din-i İslam hiçbir muamele hakkında ikrahı tecviz etmez. Gerek din hususunda, gerek başka hususlarda ikrah cihetine gidilmez.” — Ömer Nasuhi Bilmen, 267 “Aslı mana “ikrah, dinde yoktur” demek olur. Yani sade dine değil her neye olursa olsun cins-i ikrah din-i hak olan İslam’da mevcut değildir. Dinin mevzuu efal-i ızdırariye değil, ef ’al-i ihtiyariyedir.” — Elmalılı Hamdi Yazır, 860 Elmalılı, konunun devamında şu önemli noktaya da dikkat çeker: İkrah ile vaki olan amelde, dinin vadettiği sevap bulunmaz. Alimlerimiz bu ayeti tefsir ederken, bir kaideyi de önemle hatırlatarak bu ayet-i kerime ile zorlamanın her çeşidinin yasaklandığına vurgu yaparlar. Kaide şudur: “Nüzul sebebinin hususiyeti hükmün umumiyetine zarar vermez.” ••• Ruhu’l-Beyan tefsirinde şöyle buyrulur: Bu ayet kitap ehli olan Yahudi ve Hıristiyanlar hakkında nazil olmuştur. Çünkü cizye ancak bunlardan kabul edilip alınır. Bunlar zor kullanılarak İslam’a sokulmazlar. Onlar Arap müşrikleriyle aynı düzeyde tutulmazlar. Çünkü müşriklerden cizye kabul edilmez.” (Sayfa 444) Bu ayet ile Yahudi ve Hıristiyanlara inanç konusunda baskı yapılamayacağı beyan edilmiştir. Ancak, Arap yarımadasındaki müşrikler hakkında hüküm çok farklıdır. Bu müşrikler cizye vermekle harpten kurtulamazlar. Onlar için sadece iki yol söz konusudur; inanmak, yahut Müslümanlarla savaşmaya devam etmek. “Onlarla ya savaşırsınız, yahut onlar Müslüman olurlar.” — Fetih, 16
“Kâfir eğer zimmî olsa, dahilde olsa cizye verse, hariçte olsa musalaha etse İslamiyet’çe hakkı mahfuzdur.” Buna göre, hariçteki gayr-ı Müslimlerle bir anlaşma yapılmışsa, dahildekiler de cizye denilen vergilerini veriyorlarsa bütün hakları koruma altındadır. Bu gerçeği bildikleri haldi aksini savunanların temel hedefleri, İslamiyet’in kılıç zoruyla ve baskı uygulanarak yayıldığını zihinlere yerleştirmektir. Hıristiyan aleminde kendi hür iradeleriyle İslam’ı seçen bilim adamları böyle bir iddianın tutarsızlığının en büyük şahitleridirler.
İstifade etmeMiz dileğiyle.. Selam ve dua ile..