"Vahdet olmazsa, insan mahlûkatın en bedbahtı ve mevcudatın en süflîsi ve hayvanatın en biçaresi ve zîşuurun en hüzünlüsü ve azaplısı ve gamlısı olur." cümlesini izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
İnsan en yüksek makam olan a’lâ-yı illiyyine çıkabilecek bir istidatta yaratılmıştır. bu istidadını nefis hesabına kullandığı zaman da aşağıların aşağısı olan esfel-i safiline düşüyor ve hayvandan daha aşağı bir derekeye düşüyor. Bu üstün yaratılışı onun önüne iki yol açmıştır. Birinde iman ve salih amel ile manen çok yüksek dereceler kazanmak, diğerinde ise küfür ve isyan yolunu tutarak çok aşağılara düşmek.
“İnsan, ahsen-i takvimde yaratıldığı ve ona gayet câmi’ bir istidad verildiği için, esfel-i sâfilînden tâ âlâ-yı illiyyîne, ferşten tâ Arşa, zerreden tâ şemse kadar dizilmiş olan makamâta, merâtibe, derecâta, derekâta girebilir ve düşebilir bir meydan-ı imtihana atılmış, nihayetsiz sukut ve suûda giden iki yol onun önünde açılmış bir mu’cize-i Kudret ve netice-i hilkat ve acûbe-i san’at olarak şu dünyaya gönderilmiştir.” (23. Söz)
Bilindiği gibi, az sermayenin kârı da az olur, zararı da... Herhangi bir hayvan türünü bir an için akıllı farz etsek ve imtihana tâbi tutulduğunu düşünsek, bu imtihanı kazananların saadetleri de kaybedenlerin azapları da sınırlı olacaktır...
İnsanın her bir duygusu onun için hem bir İlâhî lütuf, hem de onu yükseltecek yahut alçaltacak bir imtihan sualidir.
En büyük sermayemiz akıl... Onu doğru kullananlar hidayet yolunu seçmekle Allah’ın razı olduğu ve sevdiği üstün kullar zümresine dâhil olmuşlardır. Yanlış kullananlar ise batıl itikadlara, yanlış felsefî cereyanlara, ahlâksızlığın her çeşidine sapmakla o yüksek insanlık mahiyetini hayvanlıktan çok aşağılara düşürmüşlerdir.
Görme, işitme ve diğer duygular da hem insan için büyük birer sermaye, hem de onu yükselten yahut alçaltan birer imtihan vesilesidir.
Hafıza ayrı bir nimet. Onu yanlış yahut faydasız şeylerle doldurmak insanı alçalttığı gibi, faydalı bilgilerle, ibretli hatıralarla doldurmak da insanı yükseklere çıkarır.
Sevgi daha başka bir sermayemiz. Bunun yanlış kullanılmasından nice hatalar, günahlar, isyanlar doğduğu gibi, yerinde kullanılmasıyla da nice Hak dostları yetişmiş, insanlık âlemine hüsn-ü misal olmuşlardır.
İnsanın istidadının câmi’ olması, kalbinden aklına, hafızasından vicdanına, merakından korkusuna kadar bütün latifelerini, duygularını, his dünyasını ifade eder.
İnsanın bu zengin istidadını yükseltmede yahut alçaltmada en ehemmiyetli rolü “irade sıfatı” üstlenmiştir. Meleklerde de irade vardır, ancak onların iradeleri sadece hayrı kabul etme ve tatbik etmede iş görür. Meselâ, Cebrail aleyhisselâm meleklere vazifelerini iradesiyle tebliğ eder, onlar da yine iradeleriyle bunu kabul eder ve tatbik ederler. Aksini yapmaları mümkün değildir.
İşte insan, kendisine ihsan edilen bu çift yönlü irade sıfatıyla, yine kendisine ihsan edilen bütün maddî ve manevî sermayesini doğru kullanmayı tercih ettiği takdirde âlâ-yı illiyîne çıkar, aksi halde esfel-i safilîne düşer.
İnsanın istîdadı yüksek ve câmi’ olduğu için, bunun sayılamayacak kadar çok kullanılma sahaları vardır. Onun içindir ki insanlar arasındaki mertebe farkları diğer canlılarla mukayese edilemeyecek kadar büyüktür. Bunu Üstad Hazretleri “zerreden şemse kadar” şeklinde ifade ediyor. Bilindiği gibi zerre atom demektir, Milyonlarca atom bir araya gelse bir çakıl taşı kadar olamazlarken, zerre kadar insanlar yanında güneş kadar büyük insanların da olması, insan nev’indeki bu mertebe farklılığının çok güzel bir ifadesidir.
Bütün hayır ve güzellikler iman ve tevhidde, bütün şer ve çirkinlikler de küfür ve şirkte toplanmıştır. İman ve tevhide sarılanlar, hayır ve güzelliklere, küfür ve şirke sarılanlar da şer ve çirkinliklere bulanır. "Vahdet olmaz ise, insan mahlûkatın en bahtsızı olur" ifadesi bu inceliklere işaret ediyor.
“Hayat-ı dünyevîyece en müteellim ve en bedbaht.” (10. Söz)
Arzın halifesi olan bu nazlı misafir, bir yönüyle diğer canlılardan çok daha elemli. Kendisine akıl verildiği için dünün elemini çekiyor, yarının endişesini taşıyor. Sadece kendi derdiyle dertlenmekle kalmıyor, bütün sevdiklerinin hatta bütün bir insanlık âleminin dertlerini yükleniyor. O, sadece bu dünya için yaratılmadığından bu dertlere muhatap olmuş. Zira bütün bunlar onun için ayrı birer terakki vesilesi:
Fakirin imdadına koşmakla sevap kazanıyor, hastaları ziyaret etmekle sevap kazanıyor; sıkıntılı insanların dertlerini paylaşmakla sevap kazanıyor.
O böyle binler çeşit sevaplar kazanırken, diğer canlılar bütün bu dertlerden azade, sakin ve çilesiz bir hayat sürüyorlar, ama makamlarında da bir yükselme olmuyor.
İnsanın kalbinde ve kafasında iman ve vahdet nuru yerine, küfür ve şirk hükmetse, o zaman insanın bütün latifeleri iflas eder, âlemi müthiş bir üzüntü ve eleme gark, kalbinde derin yaralar açar ve onu en bedbaht bir varlık eder. Küfür karanlıklı bir gözlük gibi bütün eşyayı insanın aleyhine döndürüp her şeyi azap aletine çeviriyor. Mesela, küfür gözlüğü ile kabri yokluk kuyusu, ölümü bütün sevdiklerini idam eden bir darağacı gibi görüyor.
Böyle insanlar ölümü hatırlamamak için, kendilerini oyun ve eğlenceye verir, akıllarını uyuturlar. Ağlayan çocuğun önce oyuncaklarla avutulup sonra uyutulması gibi, neci olduğunu, bu dünyaya niçin geldiğini ve ölümle nereye gittiğini düşünmek isteyen aklı susturmanın ve uyutmanın yolu da sefahettir, kumardır, içkidir, uyuşturucudur. Lakin bu gibi şeyler ruh ve kalbin yarasını daha da derinleştirir ve insanı mahlûkatın en behbahtı yapar. Hayvanların böyle bir derdi bulunmuyor, önüne gelen otu yiyip suyunu da içti mi hayat onun için en mükemmel oluyor. Yani insan iman ve ibadeti terk ettiği zaman hayvandan daha aşağı düşüp zelil ve rezil oluyor.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü