"Vazife-i hilafetin en ehemmiyetlisi olan neşr-i hakaik-i imaniye" Bu mana Hazret-i Üstad'ın bir istihracı mıdır? Risale-i Nur'un beşinci halife olmasını, halifelik vazifesi görmesi nasıldır?
Değerli Kardeşimiz;
Hilafet; din ve dünya işlerinde umumi reislik etmektir. Şer'î hükümlerin icrasında Peygamber Efendimiz (asm)'e halef olduğu için, hilafet vazifesini alana "halife" denmiştir.
Hem Hz. Peygamber (asm)'in hem de şer’î hükümlerin en birinci vazifesi ise, iman hakikatlerinin tebliği ve neşredilmesidir. Habib-i Kibriya Efendimiz (asm)'in ilk vazifesi ve en büyük gayesi imanın gönüllerde tesis edilmesi olmuştur. Mekke dönemi tamamı ile iman ve tevhid mücadelesi ile geçmiştir.
Bu yüzden, "vazife-i hilafetin en ehemmiyetli vazifesinin neşr-i hakaik-i imaniye olması" bir tevil ve bir içtihad değil, dinin ana bir hükmüdür. Yani bu ibare ve tespit Üstad'ın bir içtihadı ya da istihracı değil, İslam’ın esaslarından biridir.
"Ezcümle: Hazret-i Hasan Radıyallahu Anhın altı aylık hilâfetiyle beraber Risale-i Nur'un Cevşenü'l-Kebîrden ve Celcelûtiyeden aldığı bir kuvvet ve feyizle vazife-i hilâfetin en ehemmiyetlisi olan neşr-i hakaik-i imaniye noktasında Hazret-i Hasan Radıyallahu Anhın kısacık müddetini uzun bir zamana çevirerek tam beşinci halife nazarıyla bakabiliriz. Çünkü, adalet-i hakikiye ile bu asırda insanları mes'ud edebilir bir istidatta bulunan, Risale-i Nur'dur ve onun şahs-ı mânevîsi, Hazret-i Hasan Radıyallahu Anhın bir muavini, bir mütemmimi, bir mânevî veledi hükmündedir diye senin mektubunu tâdil ettim."(1)
Reşid hilafet ile normal hilafeti ayrı değerlendirmek gerekiyor. Dört halife ve Hazret-i Hasan (ra)’in yarım kalan halifelik dönemi reşid hilafet iken, diğer hilafetler normal hilafetlerdir. Risale-i Nurlar siyasî manada olmasa da neşr-i iman ve ahlak noktasında Asr-ı saadetteki reşid hilafeti bu asırda temsil ediyor diyebiliriz.
İnsanların bu dünyada mutlu ve mes’ud olması hakiki adaletin hüküm sürdüğü bir idare ile mümkündür. Rejimin işleyip çalışması için cemiyetin ve fertlerin o adalet ahlakına ve kemaline sahip olması gereklidir. İşte Risale-i Nur Kur'an’dan aldığı feyiz ile hakiki adaleti ve güzel ahlakı insanlığa ders veriyor, talim ettiriyor. Kur'an'dan aldığı manevî feyiz ve tiryakları bu asrın hastalıklarına tatbik ediyor.
Risale-i Nur ve onun şahs-ı manevisi dünyanın her yerine yayılmakla, karanlık içinde bunalan insanlığa bir ışık ve rehber oluyor.
Risale-i Nur, Hazret-i Hasan (ra) ile yarım kalan kâmil idare hükmünde olan hilafetin yeniden ihya ve inşasında mühim bir vazife yapıyor.
Risale-i Nur meslek ve meşrep olarak Hazret-i Hasan (ra)'ın tarzını benimsemiştir ve onun gibi fedakârane ve müşfikane hareket ediyor. Hz. Hasan İslam birliği ve dökülmemesi için hakkından nasıl feragat etti ise, aynı esas ve hassasiyet Nur mesleğinde de caridir.
Üstad Hazretleri ve talebeleri çok büyük zulüm ve haksızlıklara maruz kaldıkları halde, asayişi ve dâhilî emniyeti bozmamak için menfi hareketten hep uzak durmuş, devamlı müsbet hareket metodunu tatbik etmiş ve sabretmişlerdir. Yani bir nevi Hasanî meşreb ile hareket etmişlerdir. Risale-i Nur dairesine giren ve onun terbiyesi ile yetişen bir insan, adaletten ve müsbet hareketten ayrılmaz. Bu insanların sayısı çoğalırsa, dünyanın şekli değişir, huzur ve adalet hâkim olur.
Risale-i Nur'un hilafet vazifesi görmesi mevzuu, siyasî ve idarî manada değildir.
Osmanlının sonuna kadar padişahların ve devlet adamlarının iki veçhesi var idi:
1. Hilafet vechesi,
2. Saltanat vechesi.
Hilafet vechesiyle, bütün Müslümanların ve inananların dinî ve manevî ihtiyaçlarını deruhte ederlerdi. Saltanat veçhesiyle de etbaının dünyevî, idarî ve maddî ihtiyaçları tedarik edilirdi. Asırlarca bu mesele böylece cereyan etmiştir.
Osmanlının yıkılmasıyla hilafet kaldırılmış, Müslümanlar başsız kalmış, devlet sadece milletin dünyevî, idarî ve maddî ihtiyaçlarını temin etme vazifesi üstlenmiştir. Müslümanların din noktasındaki ihtiyaç ve meseleleri ihmal edilmiş ve boşlukta kalmış. Bir dönem, mütemadiyen din ile ve maneviyatla mücadele edilmiş ve bir nevi imha planları yapılmıştır.
İşte böyle zamanlarda kader-i ilahi, boşlukta kalan ve ihmal edilen hilafetin adını değil, hizmetinin yerini doldurmak için, milletin içerisinden bazı samimi fedakârları çıkarmış, onlara bu manevî vazifeyi ve hizmeti yüklemiştir.
İşte Risale-i Nur ve Bediüzzaman Said Nursi, bu manada kaderce tayin ve tavzif edilmiştir. Çünkü dinsiz bir millet olamaz ve yaşayamaz.
Demek ki hilafetin isminden ve hüviyetinden ziyade, yaptığı hizmetleri ve vazifeleri esastır.
Asırlarca Müslüman devletlerin omuzunda gelen bu hilafet hizmeti, ahir zamanda devletin omuzundan lihikmetin alınarak milletin feragat, fedakârlık ve hamiyetkâr omuzuna, ihsan-ı ilahi tarafından konulmuştur. Risale-i Nur bu hizmetin bu zamanda inşaallah en mühim bir vazifedarlarından ve hizmetkârlarındandır.
Yoksa idarî, siyasî, ismî ve resmî manada hilafet, Risale-i Nur'un vazifesi olmadığı gibi, bu zamanın da gündeminden çıkmıştır.
(1) bk. Emirdağ Lâhikası-I, 40. Mektup.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar