"Ve bekàya en ziyade müştak ve muhtaç ve en çok lâyık ve müstehak ve devamı ve saadet-i ebediyeyi... Ona ihsanlar eden Zâtı perestiş derecesinde seven ve sevdiren..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Ve bekaya en ziyade müştak ve muhtaç ve en çok lâyık ve müstehak ve devamı ve saadet-i ebediyeyi hadsiz dualarla isteyen ve yalvaran ve bütün dünya lezzetleri ona verilse, onun bekaya karşı arzusunu tatmin etmeyen,.."
İnsan ebedî bir hayat için yaratılmıştır ve bekaya âşıktır. Hiçbir insan yoktur ki yokluğa, ademe taraftar olsun. Üstadımız; "Evet, kim kendi uyanık vicdanını dinlerse, 'Ebed, ebed!' sesini işitecektir. Bütün kâinat o vicdana verilse, ebede karşı olan ihtiyacının yerini dolduramaz. Demek o vicdan, o ebed için mahlûktur." (Sözler, Yirmi Dokuzuncu Söz, İkinci Maksad.) buyuruyor. Yani ebediyeti istemek, fani olan ömür ağacımızın sonsuz meyveler vermesini arzulamak insan olmanın muktezasıdır.
Onuncu Söz’de denildiği gibi; “Fenadan en ziyade müteellim ve bekaya en ziyade müştak” olan insan; canlılar içerisinde, fani olduğunu bilen, ölümü düşünen ve varlığının baki olmasını arzu eden tek varlıktır. İnsanın fıtratına bu arzunun konulması, saadet-i ebediyeye delâlet eder.
Fenâ; “fâni olmak, bu dünyada geçici bir süre için kalmak” demektir. İnsan ruhunda ebediyet arzusu vardır ve insan bu hayatın fâni oluşundan elem çekmektedir. Diğer bütün canlıların ölümden haberleri yokken, insanın bundan haberdar olması onun ebede namzet olduğunun ayrı bir delilidir.
Kabir ile başlayan ebedî hayat için hazırlık yapmanın ilk adımı, ölümü bilmektir. Hayvanların ebedî âlem için çalışmaları söz konusu değildir. Onlar, kendi yaratılışlarına konulan vazifeleri noksansız yapmakla, daima ibadet üzeredirler. Ölümü ve âhireti bilmekle yapacakları fazla bir şey yoktur. Bundan dolayı, onların ölümü bilmeleri kendileri için sadece azap olmaktan öte bir işe yaramaz. Hakîm olan Allah bu yüzden onlara ölümlerini bildirmemiştir.
Eğer ebedî hayat olmazsa insanın da ölümünü bilmesinin bir mânâsı kalmaz. Her işi, her sözü ve her hali âhiret hesabına - sevap yahut günah - meyveleri veren insanın, ölümünü bilmesi kendisi için büyük bir rahmettir.
Ayrılık acısından gelen feryat ve inlemeler, insanın fıtraten bekaya nasıl aşk derecesinde müptela olduğunu gösteriyor. İnsan sonsuzluğa âşık, ona ekmek ve su gibi muhtaç bir fıtrattadır. Bu yüzden, ölüm ve ayrılıklar insanın ruhuna ve kalbine elim bir azap ve kor ateş gibi düşüyor.
İnsandaki bu aşk-ı beka duygusu, sanki mükemmel bir akıl ve mana gibi ebedî âlemin vücuduna delil ve burhan oluyor. Yani bu duygunun izlerini takip eden birisi ebedî vatan olan cennet ve cehennemi bulabilir. Her şeyi hikmetle donatan ve hikmetini kat’î olarak ispat eden Allah, aşk-ı beka duygusunu verip onun mukabili olan ebed yurdunu vermemesi hikmetsizlik olacağı için, bu duygu şuurlu bir şekilde bekaya delil oluyor ve ebedî âlemlere işaret ve beşaret ediyor. Mide sual ise rızık cevap; göz sual ise güneş cevaptır. Öte yandan insan ruhunun ebediyet arzusu da bir sualdir, bunun cevabı ise ebedi hayattır. Üstad’ın buyurduğu gibi; “Vermek istemeseydi, istemek vermezdi.”
Evet, ölüm ebedî bir ayrılık ve hicran değil, sonsuz âleme ve dostlara kavuşmaktır.
Hazret-i Peygamber (asm)'in en kâmil bir fıtrata sahip olmasından dolayı, onun bekaya olan aşkı ve şiddeti bütün insanlarınkinden daha fazla idi. Öyle ise, Peygamber Efendimizdeki bu aşk-ı beka duygusu bir dua, Allah’ın cennet ve cehennemi buna mukabil yaratması ise bu duaya bir icabettir. Diğer insanların duası onun bu büyük duasına bir katık gibidir.
"Ve ona ihsanlar eden Zâtı perestiş derecesinde seven ve sevdiren ve sevilen..."
Nur Külliyatında sebepler âleminin, tesirden mahrum olduğu, İlâhî icraatlara ancak birer perde oldukları, iş görenin ancak Kudret-i Samedaniye olduğu defalarca nazara verilir. Samed ismi; “Her şey O’na muhtaç, O ise hiçbir şeye muhtaç değil” demektir. Mânalar yüklü olan bu kâinat da, hem var olmasında hem de varlığını devam ettirmesinde Allah’ın irade ve kudretine muhtaçtır.
Allah habibine karşı çok büyük ihsan ve ikramlarda bulunmuş; o da bu ihsan ve ikramlara mukabil mükemmel bir aşk ile Allah’ı hem sevmiş hem de getirdiği hidayet nuru ile diğer insanları sevdirmiş.
"Çok hârika bir mu'cize-i kudret-i Samedâniye ve bir acûbe-i hilkat,.."
İnsanın "Mu’cize-i Kudret-i Samedaniye" olması, hiçbir şeye muhtaç olmayan ve her şeyin kendisine muhtaç olduğu Allah'ın en büyük eseri, kusursuz ve en parlak ayna olmasıdır.
Yani insan yaratılış bakımından ve üzerinde izhar ettiği san’atlar açısından Allah’ın yarattığı her şeyden daha üstün daha harika ve daha parlak oluyor. Allah’ı eserleri içinde en güzel anlatan ve ayna olan insandır.
Samed; Allah’ın bir ismi olup; "her şeyin kendisine muhtaç olduğu halde, kendisi hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmayan”demektir.
Hiçbir şeye muhtaç olmamakta, kusursuzluk ve mutlak kemal mânası vardır. Yani hiçbir şeye ve hiçbir kimseye muhtaç olmayan; ancak mükemmel ve kusursuz bir Zat olabilir.
Elbette bu ismin tecelli edeceği ve kendisini göstereceği aynanın mahiyeti de bundan nasibini alacaktır. Yani Samed isminin aynası; ancak kusursuz ve mükemmel bir Zat'a münasip bir vaziyette olabilir. Bu sebepledir ki, kâinatta ve insanda san’at ve ayinedarlık noktasında, zerre kadar bir kusur ve noksanlık yoktur. Zira kusursuz bir Zat'ın aynası ve san’atı da ona göre kusursuz düşer.
İnsan mahiyetinin, Allah'ın bütün isim ve sıfatlarına kusursuz ve geniş bir şekilde ayine olması yani mahiyetinde her bir isim ve sıfatın mânasını tam göstermesi ile de Samediyetin tecellisini gösterir.
İnsan şu kâinatın küçük bir modeli ve numunesi hükmünde yaratılmıştır. Kâinatta ne varsa, onun küçük bir misali ve numunesi insanda da var. Hafızası levh-i mahfuzun, hayali âlem-i misalin, kemikleri taşların, etleri toprağın, vücudunda akan çeşitli sular ırmakların küçük bir numunesidir. İnsanı büyütseniz kâinat, kâinatı küçültseniz insan olur. Kâinat çok haşmetli, azametli ve umumî bir ayna, insan ise küçük ve hususî bir ayna olarak yaratılmıştır.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü