Yedinci Şua'nın Birinci Makamının On Üçüncü Mertebesini izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Sonra, âlem-i gayba yakından bakan ve akıl ve kalbde seyahat eden o yolcu, 'Acaba âlem-i gayb ne diyor?' diye merakla o kapıyı da şöyle bir fikirle çaldı. Yani, 'Madem bu cismânî âlem-i şehadette, bu kadar ziynetli ve san'atlı hadsiz masnularıyla kendini tanıttırmak ve bu kadar tatlı ve süslü ve nihayetsiz nimetleriyle kendini sevdirmek ve bu kadar mucizeli ve maharetli, hesapsız eserleriyle gizli kemâlâtını bildirmek, kavilden ve tekellümden daha zâhir bir tarzda fiilen isteyen ve hal diliyle bildiren bir Zât, perde-i gayb tarafında bulunduğu bilbedahe anlaşılıyor. Elbette ve her halde, fiilen ve halen olduğu gibi, kavlen ve tekellümen dahi konuşur, kendini tanıttırır, sevdirir. Öyleyse, âlem-i gayb cihetinde Onu, Onun tezahüratından bilmeliyiz.' dedi. Kalbi içeriye girdi, akıl gözüyle gördü ki:"
"Gayet kuvvetli bir tezahüratla, vahiylerin hakikati, âlem-i gaybın her tarafında, her zamanda hükmediyor. Kâinatın ve mahlûkatın şehadetlerinden çok kuvvetli bir şehadet-i vücud ve tevhid, Allâmü'l-Guyûbdan vahiy ve ilham hakikatleriyle geliyor. Kendini ve vücud ve vahdetini, yalnız masnularının şehadetlerine bırakmıyor. Kendisi, kendine lâyık bir kelâm-ı ezelî ile konuşuyor. Her yerde ilim ve kudretiyle hâzır ve nâzırın kelâmı dahi hadsizdir. Ve kelâmının mânâsı Onu bildirdiği gibi, tekellümü dahi Onu sıfatıyla bildiriyor."(1)
Allah kendi Zatı ve sıfatlarını, eserleri ve san’atları olan kevnî âlemlerle insanlara tanıttırdı ve bildirdi. Bu daha çok lisan-ı hâl ile bildirmek sınıfına girer. Bir de lisan-ı kal vardır ki, Allah bu noktada da kendini bize tarif eder ve kullarına bildirir. İşte bu tarz tanıtma, yani kal dili ile bildirmek şekli, vahiy ve ilham ile olmuştur. Bu mertebede ise bu kal dilinin mahiyeti izah ediliyor.
Tıpkı bir ressamın önce sergi açıp, resimleri ile kendini tanıttırdıktan sonra çıkıp bir de kendisi ve resimleri hakkında nutuk vermesi gibi... Temsilde hata olmasın Allah da kâinat sergisinde isim ve sıfatlarını sergilemek ile kalmayıp, peygamber ve vahiyle kendini tanıtmak ve tarif etmek için insanlara dinler vasıtası ile hitap etmiştir. Nasıl her bir mahlûk, O’nu bize tarif eden birer imza ise, her bir peygamber, mazhar oldukları vahiyler de O’nun en kat’î ve zahir bir imzası ve bir ispatı hükmündedir. Bu sebeple Allah, her asırda peygamberleri ve evliyaları vasıtası ile insanlarla konuşmuş ve kendini bize güzelce ve kat’î bir surette tarif etmiştir. Bu tarifnamelerin en büyüğü ve genişi ise Kur’an-ı Kerim'dir.
Nasıl ki, bir insanın hayatlı ve şuurlu olduğunu en kat’î olarak onun manidar konuşmalarından ve hitabetinden anlarız; aynı şekilde Allah’ın varlığını ve kemal sıfatları ile muttasıf olduğunu da O’nun kelamı vasıtasıyla konuşmasından ve nutkundan anlarız. İşte her bir vahiy ve ilham Allah’ın varlığına ve kemal sıfatlarla muttasıf olduğuna işaret eden kat’î levhalar hükmündedir.
(1) bk. Şualar, Yedinci Şua.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü