Yirmi Altıncı Söz'ün, Zeyl'inin, Hatime'sini açar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
Hatimede nazara verilen bu dört hatve yani acz, fakr, şefkat ve tefekkür yolu, Risale-i Nur'un da aynı zamanda bir tarikatı ve seyrü sülûk tarzıdır. Bunun için Külliyat'ın hemen hemen birçok yerlerinde bu dört hakikat sıkça nazara verilerek Nur talebelerinin yolu ve mesleği hatırlatılmıştır.
Bu yol; tasavvufta zikri hafi ve zikri cehri olarak genel manada izah edilen yollara ve tarikatlara göre daha kısadır. Çünkü dört adımdır ve dört hatvedir.
Zira; acz elini nefisten çekse Cenab-ı Hakk'a teveccüh eder. Yani insanın acziyeti nefsinden bir çıkar, bir imdat veya bir medet beklemez ise doğrudan soğruya Kadir-i Zülcelale yönelir ve ondan bekler. Halbuki eski meslekler de ve seyrü sülûklerde en keskin yol olan aşk, nefsinden elini çeker, fakat mecazi mahbuba veya maşuka yapışır. Bunun da zevalini gördükten sonra ancak hakiki mahbuba intikal edebilir.
Bu intikaller bazen müşkülatla seyreder. Salik, kuvvetli bir sebebe rast gelir, esna-i tarikten dönebilir.
Ayrıca bu dört tarik diğer mutat yollara göre daha selametlidir. Çünkü nefsin şatahat yani gurur, enaniyet ve temayüz etmek gibi davaları bulunmaz. Zira acz, fakr ve kusurdan başka kendinde bir şey görmez ve göremez ki o davalara ve riyakarlıklara tenezzül etsin. Fakat mutat tariklerde ve yollarda nefsin ve hevesin şatahatlı ve balapervazane davaları bulunabilir. Tasavvufta ve tarikattaki vartaların sebebi bu noktaya dayanır.
Hem bu tarik daha umumi ve daha geniştir. Çünkü bu dört hatve herkesin gidebileceği ve hedefine varabileceği en geniş ve umumi bir cadde-i kübradır. Mutat tariklerin herbirisi ona ait ve ona müstait fıtratlara uygun olup, umumi ve geniş cadde-i kübra olamamışlardır.
Mutat yolda gidenler varlıktan sıyrılıp, nefsin keyfi hallerinden uzaklaşıp helale bile tahdit getirip, nefsin makam ve arzularını reddederek bir nevi alemle mücadele ederek terakki etme mecburiyetindedirler. Yani atın suyunu, arpasını keserek mecalsiz hale getirip öylece binip muvaffak olmaya çalışırlar. Bu ise zaman, mesai ve eleman israfına sebebiyet verir. Bu tarz bir terbiye bu asrın ilcaatına ve ihtiyacatına cevap veremz. Fakat Risale-i Nur'un kurandan aldığı yolda ve tarikte ise atı hasta edip öldürmek değil, ata iyi binecek er yetiştirmek tercih edilmiştir. Yani makam sahiplerini makamlarında, servet sahiplerini imkanları içerisinde terbiye etmektir.
Teamül üzere gidenler "la mevcude illahu" veya "la meşhude illa hu" deyip Allah’tan maada / gayri bütün mükevvenat, huzuru taammı kazanmak için ya inkâr ederler veya unuturlar. Üstadımızın tavsiye ettiği dört hatvede ise; âlemi unutmak veya inkâr etmek değil, bütün mükevvenatı ve âlemi bir varlık kabul ederek orada hikmetin ve rahmetin izini, özünü ve yüzünü görerek âdeta Hz. Musa (as)'ın asası gibi, her yerde marifet nuru çıkartmaya müstait olanlar, o teamüldeki yollarda giymeye muhtaç değillerdir.
Netice itibariyle, mevcudatı kendi nefsinde ve bizzat mahiyetinde hiç olduğunu kabul ederek, Allah hesabına ve onun mana-yı harfi ile bakmak bu yolun icabatındandır...
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Üstad 4. Mektupta, kendi tarikini; "acz, fakr, şükür ve şevk" olarak açıklıyor. Burayla bağlantısını nasıl kurabiliriz?
Risale-i Nur'un mesleğinin ve tarikının adı; Aczmendi tariki veya "Acz, fakr, şefkat ve tefekkür" yoludur. Üstadımız bu tarik ile her birisini ayetlerle izah ederek ortaya koyduğu dört adımla hakikate ve neticeye ulaştırmayı hedeflemiştir.
Bu yoldan giden birisinin zatında taşıması gereken dört mühim hususiyet olmalıdır. Bunlar:
Acz-i Mutlak, Fakr-ı Mutlak, Şükr-ü Mutlak ve Şevk-i Mutlaktır. Üstadımız bu konuda;
"Tarik-i Nakşi hakkında denilen 'Der tarik-i Nakşibendî lâzım âmed çâr terk / Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk.' olan fıkra-i rânâ birden hatıra geldi. O hatıra ile beraber, birden şu fıkra tulû etti: 'Der tarik-i aczmendî lazım âmed çâr çiz / Fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz.' "(4. Mektub)
Burada geçen “mutlak acz, fakr, şükür ve şevk” olan dört esas, bu tarikın meyveleridir. Yani burada şevk ve şükrün zikredilmesi, bu hizmetin icra edilmesinde acz ve fakrımızı hissetmenin ve anlamanın yanında iki mühim neticedir.
Şükür, insanın sahip olduğu ne varsa hepsini Allah’tan bilmesi, Allah’tan ne gelirse razı olması ve Allah ne takdir ederse kanaat etmesidir. Kayıtsız şartsız şükrünü Allah rızası için yapmasıdır.
Şevk ise, aşkla istekle hizmet etmek. İnsanın, Allah’ın dinine sınırsız bir istekle, büyük bir aşkla ve şevkle hizmet etmesidir. Hiç kimseden alkış beklemez, Allah’ın dinine hizmet etmede her zaman arzu ve istek içinde bulunur.
Evet acz keskin bir şekilde ubudiyet yoluyla mahbubiyet makamına çıkarır. Fakr dahi Rahman ismine insanı bağlar. Tefekkür de bütün mahlukatı ve eşyayı İlahi bir sanat ve eser olarak görmek ve Allah hesabına okumak anlamına geliyor ki Hakim ismiyle insanları irtibatlandırır.
Acıyarak sevme, içten ve karşılıksız merhamet, karşılık beklemeden yardım etmek manalarını taşıyan şefkat ise; Allah’ın rahmet ve hikmetinin bir cilvesi ve bir tezahürüdür. Bütün mahlûkattaki anne ve babaların yavrularına olan şefkatini tefekkür eden biri, Allah’ın sonsuz şefkatini idrak eder ve O’na müteveccih olur. Aynı zamanda hayatında şefkati kendine bir prensip yapar, insanlara karşı merhametli olup en sonunda Rahim ismine ayna olur.
Bütün bu gelişmeler ve kemale ulaşmalar elbette çok külli ve geniş meyveler verecektir. Bu meyvelerin en güzelleri insanın mükemmelleşmesine ve neticede Allah’ın rızasını kazanmasına vesile olanlarıdır ki, bunlarda acz, fakr, şükür ve şevktir. Şahsi kemalatımız açısından acz ve fakrımızı mükemmel anlamaya vesile olan bu yol, İman ve Kur’an hizmeti açısından adeta herşeye şükretmeye ve insanların imanına tarifsiz bir şevk ile koşmaya vesile olmaktadır.