"Zaman" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Zaman nedir? Nasıl bir şeydir? Aynı anda o nehir içinde her şey akıyor, ama niçin her birine farklı tesirleri oluyor? Çocukları gençliğe tırmandırırken, olgunları ihtiyarlığa, ihtiyarları da ölüme sürüklüyor.
Zaman, başlangıcı ve sonu olan ve eşyanın bir tertip ve düzen ile meydana geldiği bir kanundur. Mesela bir çocuk zaman içinde büyür, gelişir ve olgunlaşır. Bu ise sıra ve tertip ile olur. Yani öncesi, şimdisi ve sonrası olan bir durumdur. Önce olmadan, şimdi olamaz, şimdi olmadan da sonra olmaz. Gelecekteki hal ise ancak yaşanarak anlaşılır.
"Zaman" mahlûkatın yaratılması ile başlayan ve içerisinde "hâdiseler silsilesinin birbirini takip etmesi", "mahlûkatın birbiri ardınca akıp gitmesidir." Umum mevcudatın halk ve icadı, tebeddül ve tagayyürü, fena ve zevali hep bu nehr-i azim içerisinde cereyan eder. Vâcib-ül Vücud'un mutlak irâdesi ile yokluktan varlığa çıkarılan umum mevcudat, bü nehir içerisinde mütemadiyen hareket, seyr ve cevelan ederler.
"Mazi, hâl ve istikbal" olmak üzere üçe taksim edilen zaman, bir emr-i nisbî ve izafîdir. Bu izafet mahlû-kata göredir. Yâni, "asır, sene, gün, dün, bugün, yarın..." ancak mahlûkat için söz konusudur.
Geçmişte vuku bulan hâdisleri biliyoruz ama yarın ve daha sonraki günlerde ne olacağını bilemiyoruz. Ama zamanın bu kayıtlarından kurtulmak ve üstüne çıkmak imkânı olsa idi, zaman şeridinin öncesini ve sonrasını görebilseydik, hâdiseleri vuku bulmadan bilebilirdik.
Risale-i Nur’da zamanla ilgili kıymetli değerlendirmeler görürüz. Mesela
“…belki günler adedince muntazam âlemleri zaman ipine asan ve onunla azamet-i kudretini gösteren…”
“Şu âlem-i fena, sermedî manzaraları teşkil eden levhaları zaman şeridine taktı.”
Bu iki cümlede zaman bir ip ve şerit olarak nazara verilir. Bu ip ve şeride aynı anda hayalimizin alamayacağı şeyler asılmakta ve takılmaktadır.
“Evet her şeyin bir hakikatı olduğu gibi, zaman dediğimiz, kâinatta cereyan eden bir nehr-i azîmin hakikatı dahi 'Levh-i Mahv-İsbat'taki kitabet-i kudretin sahifesi ve mürekkebi hükmündedir.”
Burada zaman, akıp giden büyük bir nehre benzetilmiştir.
“İşte zaman, (çünki) harekâtın bir rengi, bir levni yahut bir şeridi hükmünde olduğundan, harekâtta câri olan bir hüküm, zamanda dahi câridir.”
Bu cümlede ise zamanın hareketle irtibatı nazara verilmektedir. Zaman, hareketin bir rengi ve şeridi hükmündedir.
“Ruh zâten zaman ile mukayyed değildir.”
“Demek oluyor ki: Bir zaman-ı vâhid, iki şahsa nisbeten birisine bir gün, birisine de bir sene hükmüne geçer.”
Bu ifadelerde de zamanın izafiyetini görmekteyiz. Aynı zaman dilimi farklı durumlardaki kişilere nisbetle farklılaşmakta, birine bir gün iken diğerine bir sene hükmüne geçmektedir.
Üstad Hazretleri "Zamanın hakikati, levh-i mahv ve ispattır."diyor. Yani, zaman denilen şey, eşyanın gayb âleminden, yani Allah’ın ezelî ilim dairesinden şehadet ve varlık âlemine girme hâdisesinin unvanıdır.
An-ı Seyyale; gelip geçici olan en kısa olan zaman dilimi demektir. Seyyale, bir şeyin süratle geçmesine kinayedir. Yani zaman denilen şey su gibi süratle akıp gidiyor.
Bu tabirlerin hepsi, zaman kavramının darlığına ve kısalığına işaret içindir. İnsanlık, zamanın şimdiki en alt birimi olan saliseyi kullanıyor. Salisenin de elbette alt birimleri vardır. Onları da görebilseydik, zaman ve varlık dediğimiz şeyin ne kadar az ve dar bir sahada hapsolduğunu daha iyi anlayacaktık.
"Levh-i Mahv-İsbat ise, sabit ve daim olan Levh-i Mahfuz-u A'zam'ın daire-i mümkinatta, yani mevt ve hayata, vücud ve fenaya daima mazhar olan eşyada mütebeddil bir defteri ve yazar bozar bir tahtasıdır ki, hakikat-ı zaman odur."(10. Mektup)
Eşyanın Allah'ın ilmindeki hâlinde zaman söz konusu değildir; ezel ile ebed beraberdir. Ama bunların şu vücud sayfasında yazılmaları belli bir tertip ve sıra iledir; böylece "zaman" ortaya çıkmaktadır.
Zamanın hakikati bu üç şeyden müteşekkildir. Üstat buna "Kudret-i İlahi’nin yazar bozar tahtası ve defteri" diyor. Zamanın içindeki geçmiş, gelecek ve şimdiki halleri de manasını Levh-i Mahv-İspattan alıyorlar.
Eşyanın Allah’ın ezelî ve muhit ilimden çıkıp, varlık âleminde görünüp, sonra ölüm ve zeval ile tekrar sahneden çekilip, arkasından gelecek olanlara yer açmasına zaman deniliyor.
Ezel ise, evveli ve sonu olmayan, zamandan ve mekândan münezzeh olan ve bütün sıfatları mutlak olan (yani hiçbir kayıt ile bağlı olmayan) Allah’ın bir sıfatıdır. Zamanın içindeki kayıt ve kaideler burada cari değildir. Yani Allah ezelî ilmi ile her şeyi ihata ettiği için, O’nun nazarında geçmiş, şimdiki an ve gelecek kavramları yoktur. O olmuş ve olacak her şeyi birlikte bilir ve görür.
Üstad Hazretlerinin ayna misali ile bu hakikati şöyle izah etmektedir:
"Hem ezel, mazi silsilesinin bir ucu değil ki, eşyanın vücudunda esas tutulup ona göre bir mecburiyet tasavvur edilsin. Belki ezel, mazi ve hal ve istikbali birden tutar, yüksekten bakar bir âyine-misaldir. Öyle ise, daire-i mümkinat içinde uzanıp giden zamanın mazi tarafında bir uç tahayyül edip, ona 'ezel' deyip, o ezel ilmine, eşyanın tertiple girmesini ve kendisini onun haricinde tevehhüm etmesi, ona göre muhakeme etmek hakikat değildir."(26. Söz)
Evet, ilmi muhit olan Allah her şeyi, olmadan önce de bilir, görür ve hükmünü ona göre takdir eder. Ezeliyetin mânâsı iyi idrak edilmediği için, ezeliyet zamanın içinde sanılmıştır. Bunlara göre ezel, zamanın üç halinden maziyi temsil eder. Ezeli, zamanın içinde tasavvur ederek, zamanın mazi tarafına ezel demişler. Böyle olunca, insanın başına gelecek olaylar daha vuku bulmadığı için, “Allah bizim geleceğimizi bilemez” diyerek dalalete düşmüşlerdir.
İnsan kendini Allah’ın ezelî ilminin haricinde addetmekle, güya cebirden kurtulmuş olacak. Hâlbuki tam tersi, ezel, zamanın içinde değil, zaman ezeliyetin içindedir. Böyle olunca, zamanın her şeyi, yani geçmiş, şimdiki hal ve gelecek Allah’ın ezelî ilmindedir. Zaman ezeliyetin içinde küçük bir nokta gibidir.
Allah ezelî ve muhit ilmiyle kullarının hangi yola gideceklerini, ne ameller işleyeceklerini ve ne şekilde öleceklerini bildiği için, onda bir değişiklik ve bozulma olmaz. Allah her şeyi en son şekli ile bilir ve bildiği şekli ile kader levhasına yazar. Bu levhada bir yanılma ve sapma olmaz. Ancak, Allah’ın bütün bunları ezelde bilmesi insan üzerinde bir cebir ve baskı oluşturmaz. Zira Allah’ın bilmesi, insanın iradesini ne yönde kullanacağına bağlıdır. Yani insan hür iradesi ile neyi seçerse, Allah onu öylece bilir. Bu durum kelam ilminde, “İlim maluma tabidir” şeklinde özetlenmiştir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü