"Zaruriyât-ı diniye mahfazaları olan elfâz-ı kudsiye-i İlâhiyenin yerine hiçbir şey ikame edilemez ve yerlerini tutamaz ve vazifelerini göremez... Amma nazariyât-ı diniyenin mahfazaları olan elfazlar ise, değiştirilmeye lüzum kalmaz..." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Zaruret; iman ve ibadetin herkesçe bilinen esas kısımlarıdır ki; burada uzun uzadıya izaha ihtiyaç yok, sadece ihtar ve ikaz kâfidir, denilmiştir. İman ve ibadetin temel konuları herkesçe az çok bilindiği için cuma hutbesi, namaz, ezan gibi ibadetlerde bunların uzun uzadıya izah ve tercüme edilmesi gerekmez. İnsanlar, bu kudsî lafızlardan daha büyük bir haz duyarlar. Bu büyük haz ve tesiri bozmamak için zarurî noktalarda tercüme ve izaha izin verilmemiştir.

Mesela ezanın Türkçe okunmasını, milletimizin kabul etmemesi buna en güzel bir misaldir. Ezanın o kudsî lafızlarının yerini tercümeler tutamadığı için, bu bid’at halk nezdinde kabul görmemiş ve tarihe kara bir leke olarak geçmiştir.

En ahmak bir insan bile kalkıp, “ben ezanı anlamıyorum, bunu tercüme edin” demez ve dememiştir. İnsan ömründe birkaç kudsî lafzın mealini öğrenmekten aciz değildir ki; bu gibi zarurî şeair tercüme ile heba edilsin. Bu gibi iddia ve talepler; şovenist ve dinsizlerin İslam’ı tahrip etmek gayesidir, çocukça bahanelerinden başka bir şey değildir.

Nazariyat; dinin teferruat kısmıdır, yani iman ve ibadetin zarurî kısmının dışında kalan meseleleridir ki; bunlar tefsir ve te’villerle zaten diğer dillere tercüme ediliyor. İslam’ı talim etmek maksadıyla yazılmış veya tercüme edilmiş binlerce Türkçe kitap, hatta tefsirler vardır. Kimse Türkçe tefsir ve mealler okunmasın demiyor.

Netice olarak; zarurî olan ibadetlerin asıl dili Arapçadır, değiştirilmesi dalalettir. Nazarî konuları ise; her kavmin kendi diline tercüme etmesi hem haklarıdır, hem de caizdir.

Üstadımızın şu tespiti de bu konuda çok doyurucudur:

"Kelimât-ı tesbihiye ve zikriyenin, hususan ezanda ve namazda olanların ekseriyet-i mutlakası, alem ve isim hükmüne geçmişler. Alem gibi, mânâ-yı lügavîsinden ziyade, mânâ-yı örfî-i şer'îsine bakılır. Öyleyse değişmeleri şer'an mümkün değildir. Her mü'mine bilmesi lâzım olan mücmel mânâları, yani muhtasar bir meâli ise, en âmi bir adam dahi çabuk öğrenir. Bütün ömrünü İslâmiyetle geçiren ve kafasını binler mâlâyâniyatla dolduran adamlar, bir iki haftada, hayat-ı ebediyesinin anahtarı olan şu kelimât-ı mübarekenin meâl-i icmâlîsini öğrenmemesine nasıl mazur olabilirler, nasıl Müslüman olurlar, nasıl 'akıllı adam' denilirler? Ve öyle heriflerin tembelliklerinin hatırı için o nur menbalarının mahfazalarını bozmak kâr-ı akıl değildir."(1)

Zaten meal ve tercüme asla aslın yerini tutamaz, aslının incelik ve güzelliklerini aktaramaz. Mesela, "sübhanallah" kelimesi öyle muazzam bir temsil ve mâna yüklüdür ki, bunun başka bir dilde yüzde yüz bir karşılığı bulunmuyor.

Meselâ besmeleyi ele alalım. “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” dediğimiz zaman, bu tercüme olmuyor. Çünkü Rahman, Rahim ve Allah isimleri Arapçadır.

"Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla" diye tercüme etsek, Rahman ve Rahim kelimelerinin karşılığı bunlar değildir. Rahman, bütün rızka muhtaç olan canlılara rızk veren; Rahîm ise Cenab-ı Hakk’ın ahirette mü’minleri lütfuyla Cennete, kâfirleri de adaletiyle Cehenneme koymasıdır. Kaldı ki, bunlar Allah’ın isimlerindendir: isimler ise tercüme edilmezler. Mesela Abdullah’ı Allah’ın kulu diye tercüme edemezsin.

Elmalılı Hamdi Efendi, Besmeleyi “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” diye tercüme ettiğimizde Besmele’de geçen üç ismin sıralarının değişmiş olacağına dikkati çekiyor. Hakiki sırası Allah, Rahman, Rahim iken tercümesinde bu sıra Rahman, Rahim, Allah şekline dönüşüyor.

Tercümeler sadece sathî bir bilgi edinme kabilinden olabilir, bundan ötesine taşımak dine ihanet etmektir.

“Amma nazariyat-ı diniyenin mahfazaları olan elfazlar ise, değiştirilmeye lüzum kalmaz. Çünkü nasihat ile ve sair tedris ve talim ve vaaz ile o ihtiyaç mündefi olur.”(2)

Dinin nazarî denilen kısmı te’vile açık ve ictihad ile tespit edilmiş meseleleridir. Bu meseleleri de tedris ve talim yolu ile öğrenebiliriz. Tefsirler, medreseler, âlimler, hocalar bu ihtiyacı zaten karşılamaktadırlar.

(1) bk. Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas.
(2) bk. age.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...