"Hem سُبْحَانَ اللهِ diyen, hangi milletten olursa olsun, Cenâb-ı Hakkı takdis ettiğini anlar." Devamıyla izah eder misiniz, feyizlere medar olan nedir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Hem سُبْحَانَ اللّٰهِ diyen, hangi milletten olursa olsun, Cenâb-ı Hakk’ı takdis ettiğini anlar. İşte bu kadar kâfi gelmez mi? Eğer manasına kendi lisanıyla müteveccih olsa, akıl noktasında bir defa taallüm eder. Hâlbuki günde yüz defa tekrar eder. O yüz defa, aklın hisse-i taallümünden başka, lafızdan ve lafza sirayet eden ve imtizâc eden meal-i icmâlî, çok nurlara ve feyizlere medardır. Bahusus tekellüm-ü İlâhî haysiyetiyle aldığı kudsiyet ve o kudsiyetten gelen feyizler ve nurlar çok ehemmiyetlidir."

"Elhasıl: Zaruriyat-ı diniye mahfazaları olan elfaz-ı kudsiye-i İlahiyenin yerine hiçbir şey ikame edilemez ve yerlerini tutamaz ve vazifelerini göremez. Ve muvakkat ifade etseler de daimî, ulvi, kudsî ifade edemezler." (Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas.)

Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahü ekber, La İlahe İllallah, ezan ve kamet gibi kutsi lafızlar ve tesbihler, İslam’ın cihanşumül ve değişmez nişaneleridir. Müslümanlar bu temsiller sayesinde dünyanın her yerinde anlaşır, dil ve gönül birliği temin ederler. Mesela, dünyanın hangi yerine gidilirse gidilsin ezan aynıdır. Bütün Müslümanlar ezan nişanesiyle etrafında toplanırlar.

Bu temsiller diğer dillere çevrilemezler, tercüme edilemezler, şayet çevrilip tercüme edilirlerse hem nişane olma hususiyetlerini hem ilahi olma vasfını kaybederler. Hem Müslümanlar arasında gönül ve dil birliği bozulur hem de sevap ve feyiz azalır.

"Sübhanallahdiyen, hangi milletten olursa olsun, Cenâb-ı Hakk’ı takdis ettiğini anlar. Hâl böyle iken, bu mübarek kelimenin kısa manası için tercüme edilmesi büyük bir cinayettir. Zira alemler ilahi asliyetini kaybettiği için kalp, ruh ve diğer latifeler onların feyzinden mahrum kalırlar.

Üstad'ımız bu inceliğe şu şekilde işaret ediyor:

"Elfaz-ı Kur’aniye ve tesbihat-ı Nebeviyenin lafızları camid libas değil; cesedin hayatdar cildi gibidir, belki mürur-u zamanla cild olmuştur. Libas değiştirilir; fakat cild değişse, vücuda zarardır. Belki namazda ve ezandaki gibi elfaz-ı mübarekeler, mana-yı örfîlerine alem ve nam olmuşlar. Alem ve isim ise, değiştirilmez. Ben kendi nefsimde tecrübe ettiğim bir haleti çok defa tedkik ettim gördüm ki; o halet, hakikattır. O halet şudur ki:"

"Sure-i İhlas’ı arefe gününde yüzer defa tekrar edip okuyordum. Gördüm ki: Bendeki manevi duyguların bir kısmı birkaç defada gıdasını alır, vazgeçer, durur. Ve kuvve-i müfekkire gibi bir kısım dahi, bir zaman mana tarafına müteveccih olur, hissesini alır, o da durur. Ve kalb gibi bir kısım, manevi bir zevke medar bazı mefhumlar cihetinde hissesini alır, o da sükût eder. Ve hakeza… Git gide o tekrarda yalnız bir kısım letaif kalır ki; pek geç usanıyor, devam eder, daha manaya ve tedkikata hiç ihtiyaç bırakmıyor. Gaflet kuvve-i müfekkireye zarar verdiği gibi, ona zarar vermiyor. Lafız ve lafz-ı müşebbi’ olduğu bir meal-i icmalî ile ve isim ve alem bulundukları mana-yı örfî, onlara kâfi geliyor. Eğer manayı o vakit düşünse, zararlı bir usanç verir. Ve o devam eden latifeler, taallüme ve tefehhüme muhtaç değiller; belki tahattura, teveccühe ve teşvike ihtiyaç gösterirler. Ve o cild hükmündeki lafızları onlara kâfi geliyor ve mana vazifesini görüyorlar. Ve bilhâssa o Arabî lafızlar ile kelâmullah ve tekellüm-ü İlahî olduğunu tahattur etmekle, daimî bir feyze medardır." (bk. age., Sekizinci Mesele.)

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...