"Zatında gayet kemaldeki ahlak-ı hamidesi ve vazifesinde nihayet hüsnündeki secaya-yı galiyesi ve kemal-i emniyyeti ve kuvvet-i imanını ve gayet itmi’nanını ve nihayet vüsukunu gösteren fevkalade takvası,.." Açıklar mısınız?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Şüphesiz sen, pek büyük bir ahlâk üzerindesin." (Kalem, 68/4)

ayetinde de belirtildiği üzere, Peygamber Efendimiz (asm) çok güzel ahlaklı, şefkatli, ince düşünceli bir fıtratta yaratılmıştır. Tüm müminlerin maddî ve manevî her türlü sıkıntısı ile ilgilenir, imanlarını takviye etmeleri için sürekli olarak ikaz eder ve tavsiyelerde bulunurdu. Habib-i Kibriya Efendimizin (asm.) o engin şefkati bir ayette şöyle ifade edilir:

"Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz onun gücüne giden, size pek düşkün, müminlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir." (Tevbe , 9/128)

Onun güzel ahlakını düşmanları bile itiraf ediyordu. Siyer kitaplarında onun güzel ahlakına dair yüzlerce örnek bulmak mümkündür.

Hz. Ali’nin (ra) oğlu Hz. Hüseyin (ra) şöyle naklediyor:

Babam Hz. Ali'den, Peygamber Efendimizin (asm.) meclisinde bulunan dost ve arkadaşlarına karşı nasıl davrandıklarını sorduğumda şöyle anlattılar:

"Resûlullah (asm) Efendimiz: Her zaman güler yüzlü, yumuşak huylu ve alçak gönüllü idiler. Asla asık suratlı, katı kalpli, kavgacı, kusur bulucu ve kıskanç değildiler. Hoşlanmadığı şeyleri görmezlikten gelir; kendisinden beklentisi olan kimseleri hayal kırıklığına uğratmaz ve onları, isteklerinden tamamen mahrum bırakmazdı."

"Üç şeyden titizlikle uzak dururlardı: Ağız kavgası, boş boğazlık ve malâyani!"

"Şu üç husustan da titizlikle sakınırlardı: Hiç kimseyi kötülemezler, kınamazlar ve hiç kimsenin ayıbı ile gizli taraflarını öğrenmeye çalışmazlardı. Sadece yararlı olacağını ümid ettikleri konularda konuşurlardı."

"Hz. Peygamber (asm) konuşurken, meclisinde bulunan dinleyiciler, başlarının üzerine kuş konmuşçasına hiç kımıldamadan kulak kesilirlerdi. Zat-ı Risâletleri susunca da konuşma ihtiyacı duyanlar söz alırlardı. Ashab, Resûl-i Ekrem'in huzurunda konuşurlarken birbirleriyle asla ağız dalaşında bulunmazlardı. İçlerinden birisi Resûlullah’ın (asm) huzurunda konuşurken, o sözünü bitirinceye kadar, hepsi de can kulağıyla konuşanı dinlerdi."

"Peygamber Efendimizin (asm) katında onların hepsinin sözü, ilk önce konuşanın sözü gibi ilgi görürdü. Ashabın güldüklerine kendileri de güler, onların taaccüb ettikleri şeylere kendileri de hayretlerini ifade ederdi. Huzurlarına gelen gariblerin (bedevilerin) kaba-saba konuşmaları ile pervasızca suallerinin yol açtığı tatsızlıklara sabrederlerdi. Ashabı ise, onların gelip sual sormalarını çok isterlerdi."

"Peygamber Efendimiz (asm): 'Hacetinin giderilmesini isteyen bir ihtiyaç sahibi ile karşılaştığınız zaman ona yardımcı olunuz.' buyururlardı. Hz. Peygamber, ancak yapılan iyiliğe denk düşen ve fazla dalkavukluğa kaçmayan övgüleri kabul eder ve haddi tecavüz etmediği müddetçe hiç kimsenin sözünü kesmezdi. Şâyet yüksek huzurlarında haddi aşacak şekilde konuşulursa, o zaman, ya konuşanı susturmak ya da o meclisten kalkıp gitmek suretiyle ona engel olurlardı."(1)

“Kemal-i emniyyeti”

"Huneyn'in başında İslâm ordusunda bir dağılma baş gösterdi. Bütün sahabe, sağa-sola kaçıştı. Akıbetin mağlubiyet olduğu herkesçe bir kanaat hâline gelmişti. Allah Resûlü (asm.), Hz. Abbas'ın durdurmaya çalıştığı mübarek bineğinin üzerinde, düşman saflarına doğru atıldı. O gür ve mehâbet dolu sesiyle şöyle haykırdı:

أَنَا النَّبِيُّ لاَ كَذِبْ أَنَا ابْنُ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ

'Ben, Allah'ın Resûlüyüm, bunda yalan yok! Ben Abdulmuttalib'in torunuyum, bunda da yalan yok!'

"Onun bu davranış ve şecaatidir ki, kısa zamanda İslâm ordusunun derlenip, toparlanmasını sağladı ve mâkus tali' yenilerek, idbâr ikbâle döndü."(2)

"Kuvvet-i imanını ve gayet itminanı"

Enes Radıyallahü Anh'ın şöyle dediği rivâyet olunur: Bu âyet-i kerîme yani "Âmenerresûlü..." nazil olunca, Efendimiz: "İman etmek en çok ona (peygambere) yakışır." buyurdu.(3)

Kazi tefsirinde zikredildiğine göre, bu âyet-i celilede, Peygamber Efendimizin (asm.) imanının tek olarak zikredilmesi ya ona tazim veya onun imanının ayan ve müşahede (gözle görmek)den kaynaklanıp, diğerlerinin imanının ise, düşünmek ve delil almak suretiyle olduğunu ifade etmek içindir.

Bu konuda İmamı Kuşeyrî ise şöyle buyurmuştur:

"Efendimiz vasıtasız diğer kullar ise vasıtalarla iman etmişlerdir. Bir manaya göre de bu, Allah Teâlâ'nın Miraç gecesi Efendimize şanını büyütme yolu üzere yapmış olduğu bir hitaptır. Şöyle ki:

"Sen iman ettin." buyurmayıp, "O resül iman etti." buyurmuştur.

"Ve nihâyet vüsukunu gösteren fevkalade takvası, fevkalade ubudiyeti;.."

Peygamberimiz (asm), her işini tam bir düzen içinde yapardı. İbadet zamanları, dinlenmek için ayırdığı saatler belli idi. Vakitlerini boş geçirmez, her dakikasını faydalı bir işle değerlendirirdi.

Peygamber Efendimiz (asm), Allah’ın en sevgili kulu olduğu halde Allah’tan çok korkar, kıyamet gününden endişe ederdi.

O (asm), her an Allah’ı anar, ibadetten çok büyük haz duyardı. Geceleri kıldığı namazlarda uzun süre ayakta durmaktan ayakları şişerdi. Hz. Aişe (r.a.) onun bu durumunu görünce:

"Ey Allah’ın Rasülü! Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladığı halde kendine niçin bu kadar zahmet ediyorsun?" deyince, Peygamberimiz (asm) ona şu cevabı vermişti:

"Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?!."(4)

"Fevkalade ciddiyeti, fevkalade metaneti davasında nihâyet derecede sadık olduğunu güneş gibi aşikare gösteriyor."

Söz söylenirken hiçbir tereddüt gösterilmemesi sözün doğruluğuna delil olur. Peygamber Efendimizin (asm) başta kendi kavmi olmak üzere bütün kavimler ve büyük devletler aleyhindeyken, hatta kendi akrabaları bile onu (asm) yalnız bırakmışlarken, o (asm), davasında hiçbir telaş, hiçbir tereddüt göstermemiştir.

Davasını anlatmak uğrunda, açlık ve susuzluk çektiği gibi, hakaret görüp taşlandığı, hatta hicret etmeye mecbur bırakıldığı halde, büyük bir tahammül gücü ortaya koymuş ve asla metanetini kaybetmemiştir.

Kendisine "Bu davandan vazgeç, sana ne istersen onu verelim." diyenlere; hayâl edilmez bir vakar, heybet ve irade tavrıyla şöyle cevap veriyordu: "Bir elime Ay’ı, diğer elime Güneş'i verseniz, bu davadan vazgeçmem."(5) Böylece o (asm), davasının büyüklüğünü, kudsiyetini yüksekliğini ve tebliğ görevinin azametini ortaya koyuyordu.

Dipnotlar:

1) Câmiü's-Sağir.
2) Buhârî, cihad 52; Müslim, cihad 76-80.
3) Hakim, Müstedrek: 2/287.
4) bk. Buhari, Teheccüt, 6; Müslim, Kitabu Sıfati'l-Müsafirine ve Kasrihim, 18.
5) bk. İbn İshak, el-Magazi,1/284-285; İbn Kesir, es-Siretu’n-Nebviye, Beyrut, 1395/1976, 1/474; en-Nedvi, es-Siyre, 1/187-188.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...